James Joyce bu kitaba bayıldı. Santayana, "Amerika'dan çıkan tek gerçek felsefe kitabı" dedi.
"Aslında Erkekler Sarışınları Sever'in olay örgüsünü inceleyecek olursanız, bir Dostoyevski romanı kadar kasvetli olduğunu görürsünüz." diyor Anita Loos, "Kitap Rusya'ya ulaştığında, bunun farkına vardılar ve kitap Sovyet yetkililerince çaresiz sarışınların kapitalist sistemin açgözlü elebaşları tarafından sömürülüşünün belgesi olarak kucaklandı. Ulusça melali seven Ruslar, Erkekler Sarışınları Sever'in bütün matrağını çıkartıp attılar ve ortaya pek sade, suya tirit bir olay örgüsü kaldı. Kitabın budala kadın kahramanının gençliğinde tecavüze uğrayışı, cinayete teşebbüsü (ne var ki silah kullanma konusunda acemi olduğu için başarısız olur), derken içki yasağı günlerinin gangster kaynayan New York'unda hayata savruluşu, amansızca peşine düşen açgözlü erkekler, bir kadın olarak ruhunu ta derinden sarsan tek erkeği reddedişi, fiziksel, zihinsel, duygusal olarak iğrenç bulduğu bir erkekle olan bungu dolu ilişkisi ve nihayet Philadelphia banliyölerinin acımasız tekdüzeliği tarafından yutulması... Yukarıdaki malzemeden Sherwood Anderson, Dreiser, Faulkner ya da Hemingway gibi gerçek romancılar herhalde okurun kanını nefretten donduracak epik birer roman çıkarırlardı. Scott Fitzgerald ise böylesi hüzünlü olaylar karşısında okurlarına acı tatlı gözyaşları döktürtebilirdi, döktürtmüştür de. Bense, çocuksu acımasızlığımla, en sarsıcı insan davranışlarının bile saçmalıktan öte bir değer taşımadığını düşünmüşümdür."
James Joyce bu kitaba bayıldı. Santayana, "Amerika'dan çıkan tek gerçek felsefe kitabı" dedi.
"Aslında Erkekler Sarışınları Sever'in olay örgüsünü inceleyecek olursanız, bir Dostoyevski romanı kadar kasvetli olduğunu görürsünüz." diyor Anita Loos, "Kitap Rusya'ya ulaştığında, bunun farkına vardılar ve kitap Sovyet yetkililerince çaresiz sarışınların kapitalist sistemin açgözlü elebaşları tarafından sömürülüşünün belgesi olarak kucaklandı. Ulusça melali seven Ruslar, Erkekler Sarışınları Sever'in bütün matrağını çıkartıp attılar ve ortaya pek sade, suya tirit bir olay örgüsü kaldı. Kitabın budala kadın kahramanının gençliğinde tecavüze uğrayışı, cinayete teşebbüsü (ne var ki silah kullanma konusunda acemi olduğu için başarısız olur), derken içki yasağı günlerinin gangster kaynayan New York'unda hayata savruluşu, amansızca peşine düşen açgözlü erkekler, bir kadın olarak ruhunu ta derinden sarsan tek erkeği reddedişi, fiziksel, zihinsel, duygusal olarak iğrenç bulduğu bir erkekle olan bungu dolu ilişkisi ve nihayet Philadelphia banliyölerinin acımasız tekdüzeliği tarafından yutulması... Yukarıdaki malzemeden Sherwood Anderson, Dreiser, Faulkner ya da Hemingway gibi gerçek romancılar herhalde okurun kanını nefretten donduracak epik birer roman çıkarırlardı. Scott Fitzgerald ise böylesi hüzünlü olaylar karşısında okurlarına acı tatlı gözyaşları döktürtebilirdi, döktürtmüştür de. Bense, çocuksu acımasızlığımla, en sarsıcı insan davranışlarının bile saçmalıktan öte bir değer taşımadığını düşünmüşümdür."