Önce tuhaf bir 'koca kafa' anekdotuyla başlayalım:
Vahdettin Engin'in 'Koca kafalıların Amerika'ya girmesi yasaktı' başlığıyla Hürriyet Tarih dergisinde yayımladığı ilginç bir olay, 'Koca kafalılar Amerika'ya giremiz mi imiş?' başlıklı, 1927 tarihli bir gazete haberine dayanmaktaymış. Haber şöyle:
"Beyoğlu'nda Yemişçi Sokağı'nda oturan Madam Topara'nın kocası, bir müddet evvel Amerika'ya gitmiş, az bir müddet sonra ailesini de Amerika'ya aldırmak istemiş. Madam Topara da yükte hafif, pahada ağır eşyasını alıkoyarak, diğerlerini satmış, harekete müheyya (hazır) bir vaz'iyyet almış. Amerika'ya giden muhacirler (göçmenler) memlekete liste mucibince idhal (listeye göre kabul) edilmekte imişler. Listeye kendilerini bir an evvel yazdıranlar Amerika'ya daha evvel girebildikleri için, Madam Topara da bir an evvel kocasına kavuşabilmek arzusuyla listenin baş tarafına yazılmak çarelerini aramağa başlamış."
Ve işler bundan sonra karışmış:
Önce Amerika'yla ticari ilişkileri olan Mösyö Mikail'e başvurulmuş. Onun aracılığıyla 100 dolar rüşvet verilmiş, isimler listenin en başına yazdırılmış.
Gelmiş çatmış mülakat vakti. Madam Topara, çocuklarıyla birlikte Amerikan Konsolosluğu'na görüşmeye gitmiş.
Mülakat sonucu Madam Topara, kendisinin ve küçük oğlunun Amerika'ya gidebileceğini, ancak büyük oğlunun ülkeye kesinlikle alınmayacağını öğrenmiş.
Niye dersiniz?
Konsolosluk görevlileri, "Oğlunun kafası normalden büyük. Böyle acayip kimseler Amerika'ya giremez" demiş de ondan.
Bu durumda seyahat planları suya düşmüş, Madam Topara o 100 doları Mikail Efendi'ye yedirmemeye karar vermiş, mesele dava açmaya kadar gitmiş:
Fakat Mikail Efendi'nin avukatı da haliyle müvekkilini savunmuş:
"Evet, böyle bir para aldık, karşılığında da Madam'ın işini hallettik. Yani listeye yazdırdık. Fakat oğlunun kafası büyükse, bizim ne kabahatimiz var?"
Devamını kitaptan aktaralım:
"Hâkimler heyeti, dava konusunun acayipliği karşısında şaşkındır. Sonuçta, davanın mahkemelerinin yetki alanına girmediğine hükmederler. Dava düşer, Mikail Efendi beraat eder. Bu dava nedeniyle gazetelerde çıkan 'Amerika'ya büyük oğlunun koca kafası nedeniyle kabul edilmediği' haberleri yüzünden bütün İstanbul'a rezil olan Madam Topara, Amerika'ya gitmeyi başaramaz. Gazete haberini ise Madam Topara'nın koca kafalı büyük oğlunun değil, İstanbul'un sevimli delisi Pazarola Hasan Bey'in eski bir resmi şu sözler eşliğinde süslemektedir: 'Koca kafalılar mevzu'i bahs olunca, yattığı yer nur olsun, bizim rahmetli Pazarola Hasan Bey'i hatıra getirmemek kabil midir?"
Peki kim bu Pazarola Hasan Bey?
İstanbul'un meczupları arasında en ünlüsü, en sevileni. İşte bu küçük kitapçık da ağırlıklı olarak onun üstüne.
Haftalık Mecmua dergisi, 28 Aralık 1925 tarihli 24. sayısına, onu kapak yapmış mesela; 'İstanbul'un En Meşhur Siması' diye anarak.
Doğum ve ölüm tarihleri çok net olmamakla beraber, 1880 ile 1885 yılları arasında doğduğu, 1925 ile 1927 arasında da öldüğü tahmin edilmekte.
İbrahim Alaaddin Gövsa şöyle anlatmış:
"Pazarola Hasan Bey, o koskocaman kafası ile büyük inkılaplardan önceki memleket zihniyetinin bir timsali, yahut son timsallerinden biri idi. Hekimlerin 'idrosefal' veya 'megalosefal' dedikleri başını, cılız bünyesinin üstündeki incecik boynu, zorlukla taşırdı. Fesçi dükkânlarında bulunan en geniş fesler bile onun tepesinde kaldığı için annesi besbelli bu eşsiz kafaya nazar değmesin diye, 'Maşallah Hasan Bey' yazılmış bir bez sarardı... Pazarola Hasan Bey, zayıf vücuduna yük olan o kocaman kafayı yıllarca İstanbul sokaklarında dolaştırdı. Başı kadar boş olan gözleri ile o kadar memnun bakışı vardı ki, aptallığın bir saadet olduğuna insanı inandırırdı."
Ahmed Rasim, 'Zamanın tek güler siması' demiş onun için.
Bu kadar ünlü olmasının sebebi olarak da, onun sözlerinde bir keramet arayan, 'Pazarola' hitabının kendilerine uğur getireceğini varsayan, bu sözden siftah ve bereket bulmayı hayal eden, "kırpışık gözleriyle gülümserken söylediği umulmadık sözlerine hem gülüp hem de büyük anlamlar yükleyen maneviyat düşkünü ve çıkarcı İstanbul halkı"nı göstermiş.
Yağlıboya tablolarını da yapan Malik Aksel ise şöyle anlatmış:
"Pazarola Hasan Bey'e göre, her gün düğün bayramdır: Bir iş yapmaz, fakat iş yapanlara daima gayret verirdi. Onun yüzünde istek diye bir şey yoktur, tasa nedir bilmez. İstanbul'un diğer ünlü delilerinden farklı olarak, herkes onu sever, sayar, ondan kaçınmazdı. Halk onun uğur getireceğine inanırdı. Padişah'ın adını bilmeyip de onun adını bilenler pek çoktu. Ona ermişlik kondurulurdu."
Bir gülücüğü, dilencilerin kâra geçeceğine, evde kalmış kızların koca bulacağına işaretmiş. Daha neler neler... Sırf bu kitapçık için alınır dergi. - Nur Çintay A. - Radikal
Önce tuhaf bir 'koca kafa' anekdotuyla başlayalım:
Vahdettin Engin'in 'Koca kafalıların Amerika'ya girmesi yasaktı' başlığıyla Hürriyet Tarih dergisinde yayımladığı ilginç bir olay, 'Koca kafalılar Amerika'ya giremiz mi imiş?' başlıklı, 1927 tarihli bir gazete haberine dayanmaktaymış. Haber şöyle:
"Beyoğlu'nda Yemişçi Sokağı'nda oturan Madam Topara'nın kocası, bir müddet evvel Amerika'ya gitmiş, az bir müddet sonra ailesini de Amerika'ya aldırmak istemiş. Madam Topara da yükte hafif, pahada ağır eşyasını alıkoyarak, diğerlerini satmış, harekete müheyya (hazır) bir vaz'iyyet almış. Amerika'ya giden muhacirler (göçmenler) memlekete liste mucibince idhal (listeye göre kabul) edilmekte imişler. Listeye kendilerini bir an evvel yazdıranlar Amerika'ya daha evvel girebildikleri için, Madam Topara da bir an evvel kocasına kavuşabilmek arzusuyla listenin baş tarafına yazılmak çarelerini aramağa başlamış."
Ve işler bundan sonra karışmış:
Önce Amerika'yla ticari ilişkileri olan Mösyö Mikail'e başvurulmuş. Onun aracılığıyla 100 dolar rüşvet verilmiş, isimler listenin en başına yazdırılmış.
Gelmiş çatmış mülakat vakti. Madam Topara, çocuklarıyla birlikte Amerikan Konsolosluğu'na görüşmeye gitmiş.
Mülakat sonucu Madam Topara, kendisinin ve küçük oğlunun Amerika'ya gidebileceğini, ancak büyük oğlunun ülkeye kesinlikle alınmayacağını öğrenmiş.
Niye dersiniz?
Konsolosluk görevlileri, "Oğlunun kafası normalden büyük. Böyle acayip kimseler Amerika'ya giremez" demiş de ondan.
Bu durumda seyahat planları suya düşmüş, Madam Topara o 100 doları Mikail Efendi'ye yedirmemeye karar vermiş, mesele dava açmaya kadar gitmiş:
Fakat Mikail Efendi'nin avukatı da haliyle müvekkilini savunmuş:
"Evet, böyle bir para aldık, karşılığında da Madam'ın işini hallettik. Yani listeye yazdırdık. Fakat oğlunun kafası büyükse, bizim ne kabahatimiz var?"
Devamını kitaptan aktaralım:
"Hâkimler heyeti, dava konusunun acayipliği karşısında şaşkındır. Sonuçta, davanın mahkemelerinin yetki alanına girmediğine hükmederler. Dava düşer, Mikail Efendi beraat eder. Bu dava nedeniyle gazetelerde çıkan 'Amerika'ya büyük oğlunun koca kafası nedeniyle kabul edilmediği' haberleri yüzünden bütün İstanbul'a rezil olan Madam Topara, Amerika'ya gitmeyi başaramaz. Gazete haberini ise Madam Topara'nın koca kafalı büyük oğlunun değil, İstanbul'un sevimli delisi Pazarola Hasan Bey'in eski bir resmi şu sözler eşliğinde süslemektedir: 'Koca kafalılar mevzu'i bahs olunca, yattığı yer nur olsun, bizim rahmetli Pazarola Hasan Bey'i hatıra getirmemek kabil midir?"
Peki kim bu Pazarola Hasan Bey?
İstanbul'un meczupları arasında en ünlüsü, en sevileni. İşte bu küçük kitapçık da ağırlıklı olarak onun üstüne.
Haftalık Mecmua dergisi, 28 Aralık 1925 tarihli 24. sayısına, onu kapak yapmış mesela; 'İstanbul'un En Meşhur Siması' diye anarak.
Doğum ve ölüm tarihleri çok net olmamakla beraber, 1880 ile 1885 yılları arasında doğduğu, 1925 ile 1927 arasında da öldüğü tahmin edilmekte.
İbrahim Alaaddin Gövsa şöyle anlatmış:
"Pazarola Hasan Bey, o koskocaman kafası ile büyük inkılaplardan önceki memleket zihniyetinin bir timsali, yahut son timsallerinden biri idi. Hekimlerin 'idrosefal' veya 'megalosefal' dedikleri başını, cılız bünyesinin üstündeki incecik boynu, zorlukla taşırdı. Fesçi dükkânlarında bulunan en geniş fesler bile onun tepesinde kaldığı için annesi besbelli bu eşsiz kafaya nazar değmesin diye, 'Maşallah Hasan Bey' yazılmış bir bez sarardı... Pazarola Hasan Bey, zayıf vücuduna yük olan o kocaman kafayı yıllarca İstanbul sokaklarında dolaştırdı. Başı kadar boş olan gözleri ile o kadar memnun bakışı vardı ki, aptallığın bir saadet olduğuna insanı inandırırdı."
Ahmed Rasim, 'Zamanın tek güler siması' demiş onun için.
Bu kadar ünlü olmasının sebebi olarak da, onun sözlerinde bir keramet arayan, 'Pazarola' hitabının kendilerine uğur getireceğini varsayan, bu sözden siftah ve bereket bulmayı hayal eden, "kırpışık gözleriyle gülümserken söylediği umulmadık sözlerine hem gülüp hem de büyük anlamlar yükleyen maneviyat düşkünü ve çıkarcı İstanbul halkı"nı göstermiş.
Yağlıboya tablolarını da yapan Malik Aksel ise şöyle anlatmış:
"Pazarola Hasan Bey'e göre, her gün düğün bayramdır: Bir iş yapmaz, fakat iş yapanlara daima gayret verirdi. Onun yüzünde istek diye bir şey yoktur, tasa nedir bilmez. İstanbul'un diğer ünlü delilerinden farklı olarak, herkes onu sever, sayar, ondan kaçınmazdı. Halk onun uğur getireceğine inanırdı. Padişah'ın adını bilmeyip de onun adını bilenler pek çoktu. Ona ermişlik kondurulurdu."
Bir gülücüğü, dilencilerin kâra geçeceğine, evde kalmış kızların koca bulacağına işaretmiş. Daha neler neler... Sırf bu kitapçık için alınır dergi. - Nur Çintay A. - Radikal