İnsanın tüm düşüncesini ve davranışını fiziksel terimlerde açıklayan bu kuramda a priori 'doğal hak' kavramı ya da evrensel 'insan hakları' kavramı yalnızca bir aldatmaca, bir uydurma olarak görülür. Duyusal dürtüleriyle davranan birey yalnızca kendi çıkarını arar, bencildir. Böyle bireylerden oluşan bir toplumun her üyesi atomik, yalıtılmış bir kendiliktir. Böyle bireylerin aralarındaki biricik ilişki biçimi zorunlu çıkar ilişkisidir ve ortaya çıkması kaçınılmaz olan çıkar çatışmalarında kazanan yan güçlü olan yandır. Bu bireylerden oluşan toplumun dağılmamak için, yokolmamak için doğal olarak bir düzenleme ve denetime gereksinimi vardır. Ama bu durumda kurumsallaşan yasa, yani devlet evrensel istencin anlatımı olmak yerine güçlünün istencinin dayatılması olacaktır. Nitekim modern tarihte mülksüzler, azınlıklar ve kadınlar politik süreçten dışlanmış ve söz hakkı güçlünün olmuştur. Bu yolda belirlenen yasanın üzerinde bir doğal yasa (insan hakları) yoktur. İnsanların yalnızca insan olmalarından gelen geri alınamaz evrensel haklarının olduğunu doğrulayabilmek için, herşeyden önce insanda içgüdüsel dürtülerin ötesinde duygu ve düşünce yetilerinin olduğunun, insanların çıkarsızca sevgi duyabildiklerinin, iyi ve kötüyü çıkarsızca ayırdedebilecek bir duyunç taşıdıklarının doğrulanması gerekir. Oysa iyiyi yararlı olana, ve yararlı olanı haz verici olana eşitleyen yararcılık ve pragmatizm için "çıkarları söz konusu olan insanlar payına en büyük sayının en büyük mutluluğuna" ulaşmanın her yolu geçerlidir—bu yol kendinde ne denli eğri, ne denli kötü olursa olsun.
Bu çözümlemeden yola çıkıldığında, düşünce haz ve acının hizmetinde olmalıdır, ve görevi toplumsal yapıyı daha düzenli, daha tahmin edilebilir ve gerektiğinde daha kolay denetlenebilir kılmak için kimi düzeltmeler sağlayabilmektir. Bu pragmatik düşünce yapısı içersinde kapitalizmin daha pürüzsüz işlemesi için gereken ince ayarlar yapılabilir, bir laissez faire politikasının önündeki duyunç engelleri çürütülebilir. Kendileri East India Company'nin üst düzey memurları olan yararcılardan gelen felsefi destekle, Avrupa 'insanlığın' yararı için sömürgeciliği, 'insanlığın' ilerlemesi için köleciliği savunabilir ve uygulayabilir, ve yüreğinde en ufak bir kuşku taşımaksızın kendi haklılığı için derin bir inanç duyabilirdi. -Deniz Canefe (Arka kapaktan)
İnsanın tüm düşüncesini ve davranışını fiziksel terimlerde açıklayan bu kuramda a priori 'doğal hak' kavramı ya da evrensel 'insan hakları' kavramı yalnızca bir aldatmaca, bir uydurma olarak görülür. Duyusal dürtüleriyle davranan birey yalnızca kendi çıkarını arar, bencildir. Böyle bireylerden oluşan bir toplumun her üyesi atomik, yalıtılmış bir kendiliktir. Böyle bireylerin aralarındaki biricik ilişki biçimi zorunlu çıkar ilişkisidir ve ortaya çıkması kaçınılmaz olan çıkar çatışmalarında kazanan yan güçlü olan yandır. Bu bireylerden oluşan toplumun dağılmamak için, yokolmamak için doğal olarak bir düzenleme ve denetime gereksinimi vardır. Ama bu durumda kurumsallaşan yasa, yani devlet evrensel istencin anlatımı olmak yerine güçlünün istencinin dayatılması olacaktır. Nitekim modern tarihte mülksüzler, azınlıklar ve kadınlar politik süreçten dışlanmış ve söz hakkı güçlünün olmuştur. Bu yolda belirlenen yasanın üzerinde bir doğal yasa (insan hakları) yoktur. İnsanların yalnızca insan olmalarından gelen geri alınamaz evrensel haklarının olduğunu doğrulayabilmek için, herşeyden önce insanda içgüdüsel dürtülerin ötesinde duygu ve düşünce yetilerinin olduğunun, insanların çıkarsızca sevgi duyabildiklerinin, iyi ve kötüyü çıkarsızca ayırdedebilecek bir duyunç taşıdıklarının doğrulanması gerekir. Oysa iyiyi yararlı olana, ve yararlı olanı haz verici olana eşitleyen yararcılık ve pragmatizm için "çıkarları söz konusu olan insanlar payına en büyük sayının en büyük mutluluğuna" ulaşmanın her yolu geçerlidir—bu yol kendinde ne denli eğri, ne denli kötü olursa olsun.
Bu çözümlemeden yola çıkıldığında, düşünce haz ve acının hizmetinde olmalıdır, ve görevi toplumsal yapıyı daha düzenli, daha tahmin edilebilir ve gerektiğinde daha kolay denetlenebilir kılmak için kimi düzeltmeler sağlayabilmektir. Bu pragmatik düşünce yapısı içersinde kapitalizmin daha pürüzsüz işlemesi için gereken ince ayarlar yapılabilir, bir laissez faire politikasının önündeki duyunç engelleri çürütülebilir. Kendileri East India Company'nin üst düzey memurları olan yararcılardan gelen felsefi destekle, Avrupa 'insanlığın' yararı için sömürgeciliği, 'insanlığın' ilerlemesi için köleciliği savunabilir ve uygulayabilir, ve yüreğinde en ufak bir kuşku taşımaksızın kendi haklılığı için derin bir inanç duyabilirdi. -Deniz Canefe (Arka kapaktan)