#smrgSAHAF Galata Köprüleri Tarihi - 1994
“Köprüler de tıpkı insanlar gibidir. Doğuşları (yapılışları) nice sevinçlerin kaynağı olurken, ölüşleri (yıkılışları) da o denli hüzünlerin, kimi zaman gözyaşlarının nedeni olur. Yaşarken (kullanılırken) farkına varmadığımız, ama yokluğunu hemencecik duyumsayıp, gereksinim duyacağımız birer canlı yaratık gibidirler. Hele söz konusu, nice yılların tarihi Galata Köprüsü olunca hüzünlerle sevinçlere anıları da katmamak olur mu? Nasıl olmuş da, o eski, köhnemiş İstanbul 'un geleneksel ahşap mimarisinin tam böğrüne böylesine bir çelik kütle oturtulup da, bırakın onunla tezadı bir yana, adeta sarmaş-dolaş olup kaynaşabilmiş. Buna akıl sır erdirmek mümkün değil? Ama yanıtı çok basit: Çelik Gülersoy'un tanımladığı gibi, eski İstanbul, renkli tüylerine konan her böceği ve sineği yavaş yavaş kapanan çiçek yapraklarıyla kendisine katan, özümseyen ve sindiren egzotik bitkiler gibi, yeni gelen her şeyi, içindeki eskilerle kaynaştıracak ve benimseyecek kadar alımlı ve güçlüydü. Yani bir zamanlar İstanbul (çağdaşlık adına yapılan nice kıyım-yıkımlardan önceki İstanbul) şahsiyet kişilik sahibiydi. O mekanik metal karışımı tramvayları bile eğri büğrü dar sokakları arasında hazırlayıp, kendi malı yaptıktan sonra, iki yakasını bir araya getiren Galata Köprüsü'ne mi yabancı kalacaktı? Boğaz Köprüsü yapılırken herkes onu Boğaz'ın boynuna takılmış bir gerdanlık olarak tanımladı. Belki doğru, belki yanlış. Ya Galata Köprüsü'ne ne demeli. Bir an için bu köprünün yokluğunu düşünün: Altın Boynuz'a dek sürüp giden boşluğu görünce çırılçıplak bir İstanbul'la karşılaşırsınız. O, gerdanlıktan da öte bir şeydir. Belki İstanbul'un yedinci tülü, farkına varılmayan gösterişsiz bir giysisi, hadi açıkça söyleyelim, o İstanbul'un vazgeçilmez bir parçası, bir hemşerisi gibidir. Galata Köprüsü'nden söz edilince, eskiye duyulan özlemin ötesinde nice anılarla kuşatılmış duyguların tutsağı olmamak da ne mümkün? Daha dün gibi, annemin elini tutup sünnet giysilerimle Şirketi Hayriye'nin yandan çarklı vapuruna binip Eyüp Sultan Hazretleri'ne gittiğim.” - Burçak Evren
“Köprüler de tıpkı insanlar gibidir. Doğuşları (yapılışları) nice sevinçlerin kaynağı olurken, ölüşleri (yıkılışları) da o denli hüzünlerin, kimi zaman gözyaşlarının nedeni olur. Yaşarken (kullanılırken) farkına varmadığımız, ama yokluğunu hemencecik duyumsayıp, gereksinim duyacağımız birer canlı yaratık gibidirler. Hele söz konusu, nice yılların tarihi Galata Köprüsü olunca hüzünlerle sevinçlere anıları da katmamak olur mu? Nasıl olmuş da, o eski, köhnemiş İstanbul 'un geleneksel ahşap mimarisinin tam böğrüne böylesine bir çelik kütle oturtulup da, bırakın onunla tezadı bir yana, adeta sarmaş-dolaş olup kaynaşabilmiş. Buna akıl sır erdirmek mümkün değil? Ama yanıtı çok basit: Çelik Gülersoy'un tanımladığı gibi, eski İstanbul, renkli tüylerine konan her böceği ve sineği yavaş yavaş kapanan çiçek yapraklarıyla kendisine katan, özümseyen ve sindiren egzotik bitkiler gibi, yeni gelen her şeyi, içindeki eskilerle kaynaştıracak ve benimseyecek kadar alımlı ve güçlüydü. Yani bir zamanlar İstanbul (çağdaşlık adına yapılan nice kıyım-yıkımlardan önceki İstanbul) şahsiyet kişilik sahibiydi. O mekanik metal karışımı tramvayları bile eğri büğrü dar sokakları arasında hazırlayıp, kendi malı yaptıktan sonra, iki yakasını bir araya getiren Galata Köprüsü'ne mi yabancı kalacaktı? Boğaz Köprüsü yapılırken herkes onu Boğaz'ın boynuna takılmış bir gerdanlık olarak tanımladı. Belki doğru, belki yanlış. Ya Galata Köprüsü'ne ne demeli. Bir an için bu köprünün yokluğunu düşünün: Altın Boynuz'a dek sürüp giden boşluğu görünce çırılçıplak bir İstanbul'la karşılaşırsınız. O, gerdanlıktan da öte bir şeydir. Belki İstanbul'un yedinci tülü, farkına varılmayan gösterişsiz bir giysisi, hadi açıkça söyleyelim, o İstanbul'un vazgeçilmez bir parçası, bir hemşerisi gibidir. Galata Köprüsü'nden söz edilince, eskiye duyulan özlemin ötesinde nice anılarla kuşatılmış duyguların tutsağı olmamak da ne mümkün? Daha dün gibi, annemin elini tutup sünnet giysilerimle Şirketi Hayriye'nin yandan çarklı vapuruna binip Eyüp Sultan Hazretleri'ne gittiğim.” - Burçak Evren