#smrgSAHAF Galata Köprüleri Tarihi - 1994

Kapak Tasarım:
Ertan Gökemre
Kondisyon:
Yeni Gibi
Basıldığı Matbaa:
Milliyet AŞ
ISBN-10:
9755061681
Stok Kodu:
1199060046
Boyut:
25x23
Sayfa Sayısı:
184 s. (171 görsel)
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
1994
Kapak Türü:
Ciltli Şömizli
Kağıt Türü:
Kuşe Kağıt
Dili:
Türkçe
Kategori:
0,00
1199060046
446018
Galata Köprüleri Tarihi -        1994
Galata Köprüleri Tarihi - 1994 #smrgSAHAF
0.00
Jüstinyen'den (527-565) günümüze Haliç geçişleri ile Galata Köprüleri'nin tarihini konu alan bu kitapta köprülerin yapılış nedenleri ve tarih içindeki serüvenleri, ilk kaynaklara inilerek anlatılıyor. Haliç geçişleri ve Galata Köprüleri üzerine bugüne dek yapılan en kapsamlı araştırma olan kitapta ayrıca II. Beyazıd zamanında gerçekleşme olanağı bulamayan Leonardo da Vinci ile Michelangelo'nun projeleri de tüm ayrıntılarıyla inceleniyor.

“Köprüler de tıpkı insanlar gibidir. Doğuşları (yapılışları) nice sevinçlerin kaynağı olurken, ölüşleri (yıkılışları) da o denli hüzünlerin, kimi zaman gözyaşlarının nedeni olur. Yaşarken (kullanılırken) farkına varmadığımız, ama yokluğunu hemencecik duyumsayıp, gereksinim duyacağımız birer canlı yaratık gibidirler. Hele söz konusu, nice yılların tarihi Galata Köprüsü olunca hüzünlerle sevinçlere anıları da katmamak olur mu? Nasıl olmuş da, o eski, köhnemiş İstanbul 'un geleneksel ahşap mimarisinin tam böğrüne böylesine bir çelik kütle oturtulup da, bırakın onunla tezadı bir yana, adeta sarmaş-dolaş olup kaynaşabilmiş. Buna akıl sır erdirmek mümkün değil? Ama yanıtı çok basit: Çelik Gülersoy'un tanımladığı gibi, eski İstanbul, renkli tüylerine konan her böceği ve sineği yavaş yavaş kapanan çiçek yapraklarıyla kendisine katan, özümseyen ve sindiren egzotik bitkiler gibi, yeni gelen her şeyi, içindeki eskilerle kaynaştıracak ve benimseyecek kadar alımlı ve güçlüydü. Yani bir zamanlar İstanbul (çağdaşlık adına yapılan nice kıyım-yıkımlardan önceki İstanbul) şahsiyet kişilik sahibiydi. O mekanik metal karışımı tramvayları bile eğri büğrü dar sokakları arasında hazırlayıp, kendi malı yaptıktan sonra, iki yakasını bir araya getiren Galata Köprüsü'ne mi yabancı kalacaktı? Boğaz Köprüsü yapılırken herkes onu Boğaz'ın boynuna takılmış bir gerdanlık olarak tanımladı. Belki doğru, belki yanlış. Ya Galata Köprüsü'ne ne demeli. Bir an için bu köprünün yokluğunu düşünün: Altın Boynuz'a dek sürüp giden boşluğu görünce çırılçıplak bir İstanbul'la karşılaşırsınız. O, gerdanlıktan da öte bir şeydir. Belki İstanbul'un yedinci tülü, farkına varılmayan gösterişsiz bir giysisi, hadi açıkça söyleyelim, o İstanbul'un vazgeçilmez bir parçası, bir hemşerisi gibidir. Galata Köprüsü'nden söz edilince, eskiye duyulan özlemin ötesinde nice anılarla kuşatılmış duyguların tutsağı olmamak da ne mümkün? Daha dün gibi, annemin elini tutup sünnet giysilerimle Şirketi Hayriye'nin yandan çarklı vapuruna binip Eyüp Sultan Hazretleri'ne gittiğim.” - Burçak Evren

Jüstinyen'den (527-565) günümüze Haliç geçişleri ile Galata Köprüleri'nin tarihini konu alan bu kitapta köprülerin yapılış nedenleri ve tarih içindeki serüvenleri, ilk kaynaklara inilerek anlatılıyor. Haliç geçişleri ve Galata Köprüleri üzerine bugüne dek yapılan en kapsamlı araştırma olan kitapta ayrıca II. Beyazıd zamanında gerçekleşme olanağı bulamayan Leonardo da Vinci ile Michelangelo'nun projeleri de tüm ayrıntılarıyla inceleniyor.

“Köprüler de tıpkı insanlar gibidir. Doğuşları (yapılışları) nice sevinçlerin kaynağı olurken, ölüşleri (yıkılışları) da o denli hüzünlerin, kimi zaman gözyaşlarının nedeni olur. Yaşarken (kullanılırken) farkına varmadığımız, ama yokluğunu hemencecik duyumsayıp, gereksinim duyacağımız birer canlı yaratık gibidirler. Hele söz konusu, nice yılların tarihi Galata Köprüsü olunca hüzünlerle sevinçlere anıları da katmamak olur mu? Nasıl olmuş da, o eski, köhnemiş İstanbul 'un geleneksel ahşap mimarisinin tam böğrüne böylesine bir çelik kütle oturtulup da, bırakın onunla tezadı bir yana, adeta sarmaş-dolaş olup kaynaşabilmiş. Buna akıl sır erdirmek mümkün değil? Ama yanıtı çok basit: Çelik Gülersoy'un tanımladığı gibi, eski İstanbul, renkli tüylerine konan her böceği ve sineği yavaş yavaş kapanan çiçek yapraklarıyla kendisine katan, özümseyen ve sindiren egzotik bitkiler gibi, yeni gelen her şeyi, içindeki eskilerle kaynaştıracak ve benimseyecek kadar alımlı ve güçlüydü. Yani bir zamanlar İstanbul (çağdaşlık adına yapılan nice kıyım-yıkımlardan önceki İstanbul) şahsiyet kişilik sahibiydi. O mekanik metal karışımı tramvayları bile eğri büğrü dar sokakları arasında hazırlayıp, kendi malı yaptıktan sonra, iki yakasını bir araya getiren Galata Köprüsü'ne mi yabancı kalacaktı? Boğaz Köprüsü yapılırken herkes onu Boğaz'ın boynuna takılmış bir gerdanlık olarak tanımladı. Belki doğru, belki yanlış. Ya Galata Köprüsü'ne ne demeli. Bir an için bu köprünün yokluğunu düşünün: Altın Boynuz'a dek sürüp giden boşluğu görünce çırılçıplak bir İstanbul'la karşılaşırsınız. O, gerdanlıktan da öte bir şeydir. Belki İstanbul'un yedinci tülü, farkına varılmayan gösterişsiz bir giysisi, hadi açıkça söyleyelim, o İstanbul'un vazgeçilmez bir parçası, bir hemşerisi gibidir. Galata Köprüsü'nden söz edilince, eskiye duyulan özlemin ötesinde nice anılarla kuşatılmış duyguların tutsağı olmamak da ne mümkün? Daha dün gibi, annemin elini tutup sünnet giysilerimle Şirketi Hayriye'nin yandan çarklı vapuruna binip Eyüp Sultan Hazretleri'ne gittiğim.” - Burçak Evren

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat