“Yakın çevremizdeki insanlar aramıza ayrılık gayrılık koymadılar, bu nedenle kendimizi yabancı hissedeceğimiz batı ülkelerine göç etmedik. On bir yaşımdan itibaren en yakın arkadaşlarımın, can yoldaşlarımın çoğu Türkler oldu. (…) Bundan dolayı her ne kadar değişik şehirler, değişik ülkeler gezip görmeyi sevsem de hiç İstanbul'dan başka yerde yaşama isteğim olmadı. Yakın çevremle sorunum olmadı ama sokaktaki birçok insandan ve medyadan Ermenileri kötüleyen çok söz duydum, hâlâ da duymaktayım. Yeryüzünde tek anavatan olarak bildiğim ülkede adı sıkça küfür olarak kullanılan bir azınlık, bazen de düşman gibi algılanarak yaşamak kolay değil.”
Sosi Antikacıoğlu'nun hayat hikâyesinde, elbette “Ermeni olmak” var: Kırım hafızasıyla… O hafızayı canlandıran 6-7 Eylül'üyle… Aile soyağacının dallarında gezerek, Türkiye'nin “baki kalan” Ermenilerinin bölgesel ve sınıfsal olarak farklılaşan hayatlarından kesitlerle... Fakat yalnız o kadar değil. 1940'lardan günümüze… aslında, ailenin hafızası üzerinden, 1910'lara, hatta daha gerisine de uzanarak… Türkiye'nin farklı dönemlerinin havası ve ruhu var. Büyüme tecrübesinden “gönül işleri”ne, hayatın her cephesinden canlı tecrübeler, gözlemler var. Anadolu, Trakya, İstanbul, Şişli, Büyükada, Boğaziçi Üniversitesi var. Bir ailenin serencamı var.
Zaman zaman hüzünlü ama asla mutlu olmaya pes etmeden… Merak ve sevgiyle bakan bir gözle ve ince, hünerli bir dille anlatılmış bir hayat hikâyesi.