#smrgKİTABEVİ Gelenekçilerle Yenilikçilerin Türkçe, Osmanlıca ve Arapça Tartışması -
Bu devrede yeni bir arayış içine giren aydın kitle, ilk etapta çöken kurumlara taze kan aramaya başlar. Bunun ilk başlama noktasının, eğitim kurumları olması da tabiidir. Bu kurumlarda karşılaşılan ilk zorluk ise, Osmanlıcanın imlâsı meselesi olur. Çünkü, bu dilin elde mevcut ne belli bir yazım kuralı; nede lügati vardır. Ayrıca, Cevdet Paşa'nın Belâgat-ı Osmaniye'sinin ortaya çıkışı ile Şemseddin Sami'nin "Osmanlıca" diye bir dilin olmadığı tezini ortaya atması,medreseliler tarafından büyük birtepki ile karşılanır.
Bu şekilde başlayan ilk kıvılcımja'lim-i Edebiyatın da basında görülmesiyle şiddetini iyice artırır. Osmanlıcanın varlığını savunan Hacı İbrahim Efendi, meseleyi dînî açıdan ele alarak, Arapçanın dînî, ilmî lisanımız olması, dilimizin dayanağının Arapça oluşunun yanında, Halifeliğin dayanağının dahi, Kur'ân-ı Kerîm olduğu fikrini öne sürer.
Kemâl Paşazade Sait ise, Osmanlıca diye bir dilin olmadığını.zirâ, sözü edilen dilin, Türkçe olduğu tezini öne sürerek,Şemsettin Sami'nin görüşüne destek verir.
Dil üzerine olan bu tartışmalarda, Kemâl R Said'in dışında, devrin ünlülerinden Ahmet Efendi, R. Ekrem, N. Kemâl, A. Hâmit, Sami R Sezai, E. Tevfik, A. Süreyya, Nüzhet Ortanca, Macit Paşa, M. Naci ve Ali Sedâd'ın yanı başında, irili ufaklı yazaryer alır. Sonlara doğrujürkçenin varlığı veya yokluğu ile Arapça kelimelerden soyutlanan Türkçenin ilim dili olamayacağı, Osmanlıca imlâ için, Fransızcadan sesli harflerin alınması gerektiği, mevcut alfabenin yetersizliği, bunun yerine Ermeni ya da Latin Alfabesinin alınması yolunda ortaya atılan yeni birteklif, ortalığı karıştırır.
Bu devrede yeni bir arayış içine giren aydın kitle, ilk etapta çöken kurumlara taze kan aramaya başlar. Bunun ilk başlama noktasının, eğitim kurumları olması da tabiidir. Bu kurumlarda karşılaşılan ilk zorluk ise, Osmanlıcanın imlâsı meselesi olur. Çünkü, bu dilin elde mevcut ne belli bir yazım kuralı; nede lügati vardır. Ayrıca, Cevdet Paşa'nın Belâgat-ı Osmaniye'sinin ortaya çıkışı ile Şemseddin Sami'nin "Osmanlıca" diye bir dilin olmadığı tezini ortaya atması,medreseliler tarafından büyük birtepki ile karşılanır.
Bu şekilde başlayan ilk kıvılcımja'lim-i Edebiyatın da basında görülmesiyle şiddetini iyice artırır. Osmanlıcanın varlığını savunan Hacı İbrahim Efendi, meseleyi dînî açıdan ele alarak, Arapçanın dînî, ilmî lisanımız olması, dilimizin dayanağının Arapça oluşunun yanında, Halifeliğin dayanağının dahi, Kur'ân-ı Kerîm olduğu fikrini öne sürer.
Kemâl Paşazade Sait ise, Osmanlıca diye bir dilin olmadığını.zirâ, sözü edilen dilin, Türkçe olduğu tezini öne sürerek,Şemsettin Sami'nin görüşüne destek verir.
Dil üzerine olan bu tartışmalarda, Kemâl R Said'in dışında, devrin ünlülerinden Ahmet Efendi, R. Ekrem, N. Kemâl, A. Hâmit, Sami R Sezai, E. Tevfik, A. Süreyya, Nüzhet Ortanca, Macit Paşa, M. Naci ve Ali Sedâd'ın yanı başında, irili ufaklı yazaryer alır. Sonlara doğrujürkçenin varlığı veya yokluğu ile Arapça kelimelerden soyutlanan Türkçenin ilim dili olamayacağı, Osmanlıca imlâ için, Fransızcadan sesli harflerin alınması gerektiği, mevcut alfabenin yetersizliği, bunun yerine Ermeni ya da Latin Alfabesinin alınması yolunda ortaya atılan yeni birteklif, ortalığı karıştırır.