#smrgSAHAF Göçmenler / Joseph Cornell'in Operaları (İki kitap bir arada) - 2004
Tadımlık:
Fotoğrafçının biri pencere pervazında duruyordu. Pencereden dışarı uzanıp ona baktım. “Ne bakıyorsun?” diye terslendi. “Hiç, sadece o tehlikeli pervazda ne yaptığını merak ediyorum.” “Bir göçmen intihar etsin diye bekliyorum,” dedi. Pervaza bir güvercin kondu, fotoğrafçı da fotoğrafını çekti – dediğine göre “kuşları seven” oğlu için. Fotoğrafçı saatine göz attı. “Neredeyse gelir bir tanesi,” dedi. Aşağıladım onu. “Göçmenlerin atlamayı en sevdikleri saat,” diye devam etti sevimli bir şekilde. Birkaç dakika sonra bir göçmen yan odanın penceresinden pervaza çıktı ve bize umarsız bir bakış fırlatıp atladı. “Çektim!” dedi fotoğrafçı, filmi sararken. Bu olayı çok garipsedim. “Hiç de garip değil,” dedi. “Melankolik bir saat bu,” dedi, “göçmen evini düşünmeye başlar – ekmeği, iyi birayı, radyodaki gitar müziğini.” Gökyüzünün ışığı iyice azaldı; hava yumuşadı. Birden kendi ülkemi anımsadım: ekmeği, birayı, radyodaki müziği. Fotoğrafçı makinesini bana çevirdi, beklenti dolu bir gerilim içindeydi. Gözleri parlıyordu. Telaşla uzaklaştım pencereden. * * *
Karaborsaya gittim. İstediğin herşeyi bulan bir göçmen tanıyordum – “Ne istersen,” dedi. “Söyle yeter.” Kayıp nesneler haritası istiyordum. “Bulabilir misin?” diye sordum. “Evet, tabii ki.” Ertesi hafta gelmemi söyledi. Bu stokta bulundurduğu türden birşey değildi, anında ulaşabileceği birşey de değildi. Ama bulunabilir birşeydi – “Evet evet, meraklanma; bu işi olmuş bil.” Birlikte çalıştığı adamlardan biri az bulunur şeyler alıp satıyordu. Ertesi hafta yeniden geldiğimde haritayı bulmuştu. “Ucuz değil ha,” dedi. “Bir çift çoraba ya da bir karbüratöre benzemez bu.” Pazarlık yapmadan saydım parayı. O gece odamda haritayı inceledim. Uyur uyumaz da Calle Verde'deki kilitli kapıyı gördüm. Kapının ardında, diğerlerinden çok daha fazla istediğim bir kadın vardı. Olağandışı güzellikte bir kadın. Yalnızca bir kez karşılaşmıştık, bir arkadaşın evinde; bana teras kapısının anahtarını vermişti. Her akşam Avenida de los Libertadores'teki evimden çıkıp Calle Verde'ye yürüyordum – kilitli kapıya. Elimi cebime soktuğumda anahtarı bulamıyordum, cepteki delikten düşmüş oluyordu – her akşam aynı hikaye. Haritaya göre anahtar, Plaza de Mayo'daki taştan bankla çeşmenin arasındaki çimenliğe düşmüştü. Bu gece boş meydandan geçerken durdum; haritanın gösterdiği yerde mimozanın gölgesinde anahtarı buldum. Heyecandan ateş basmış bir halde sevdiğim kadının evine koşturdum. Teras kapısında siyah bir çelenk vardı, kapıyı açmaya yeltenmedim bile; geç kalmıştım.
Tadımlık:
Fotoğrafçının biri pencere pervazında duruyordu. Pencereden dışarı uzanıp ona baktım. “Ne bakıyorsun?” diye terslendi. “Hiç, sadece o tehlikeli pervazda ne yaptığını merak ediyorum.” “Bir göçmen intihar etsin diye bekliyorum,” dedi. Pervaza bir güvercin kondu, fotoğrafçı da fotoğrafını çekti – dediğine göre “kuşları seven” oğlu için. Fotoğrafçı saatine göz attı. “Neredeyse gelir bir tanesi,” dedi. Aşağıladım onu. “Göçmenlerin atlamayı en sevdikleri saat,” diye devam etti sevimli bir şekilde. Birkaç dakika sonra bir göçmen yan odanın penceresinden pervaza çıktı ve bize umarsız bir bakış fırlatıp atladı. “Çektim!” dedi fotoğrafçı, filmi sararken. Bu olayı çok garipsedim. “Hiç de garip değil,” dedi. “Melankolik bir saat bu,” dedi, “göçmen evini düşünmeye başlar – ekmeği, iyi birayı, radyodaki gitar müziğini.” Gökyüzünün ışığı iyice azaldı; hava yumuşadı. Birden kendi ülkemi anımsadım: ekmeği, birayı, radyodaki müziği. Fotoğrafçı makinesini bana çevirdi, beklenti dolu bir gerilim içindeydi. Gözleri parlıyordu. Telaşla uzaklaştım pencereden. * * *
Karaborsaya gittim. İstediğin herşeyi bulan bir göçmen tanıyordum – “Ne istersen,” dedi. “Söyle yeter.” Kayıp nesneler haritası istiyordum. “Bulabilir misin?” diye sordum. “Evet, tabii ki.” Ertesi hafta gelmemi söyledi. Bu stokta bulundurduğu türden birşey değildi, anında ulaşabileceği birşey de değildi. Ama bulunabilir birşeydi – “Evet evet, meraklanma; bu işi olmuş bil.” Birlikte çalıştığı adamlardan biri az bulunur şeyler alıp satıyordu. Ertesi hafta yeniden geldiğimde haritayı bulmuştu. “Ucuz değil ha,” dedi. “Bir çift çoraba ya da bir karbüratöre benzemez bu.” Pazarlık yapmadan saydım parayı. O gece odamda haritayı inceledim. Uyur uyumaz da Calle Verde'deki kilitli kapıyı gördüm. Kapının ardında, diğerlerinden çok daha fazla istediğim bir kadın vardı. Olağandışı güzellikte bir kadın. Yalnızca bir kez karşılaşmıştık, bir arkadaşın evinde; bana teras kapısının anahtarını vermişti. Her akşam Avenida de los Libertadores'teki evimden çıkıp Calle Verde'ye yürüyordum – kilitli kapıya. Elimi cebime soktuğumda anahtarı bulamıyordum, cepteki delikten düşmüş oluyordu – her akşam aynı hikaye. Haritaya göre anahtar, Plaza de Mayo'daki taştan bankla çeşmenin arasındaki çimenliğe düşmüştü. Bu gece boş meydandan geçerken durdum; haritanın gösterdiği yerde mimozanın gölgesinde anahtarı buldum. Heyecandan ateş basmış bir halde sevdiğim kadının evine koşturdum. Teras kapısında siyah bir çelenk vardı, kapıyı açmaya yeltenmedim bile; geç kalmıştım.