İkinci Dünya Savaşı sırasında bir savaş uçağının içinde başlayan bir öykü Gündoğumuna Yolculuk. Saniyelerle sayılabilecek bir aralıkla gündoğumunu iki kez görebilen bir pilotun, Prosser'in rehberliğinde çıkılan bir yolculuk bu. Roman, aynı zamanda kahramanı Jean'in çocukluğundan yaşlılığına kadar hayatının izini sürüyor. Jean ömrü boyunca gerçeklerin peşine düşüyor ve sonunda aradığı yanıtları buluyor. Biz de onun çocukluktan ergenliğe geçişine, ardından kendi çocuğunu yetiştirişine tanıklık ediyoruz. Arka planda İkinci Dünya Savaşı'nı yaşayan, sonrasında kendine gelmeye çalışan, yirmi birinci yüzyılda bilgisayarlarla insanların birebir iletişim kurmaya başladığı bir ülkenin, İngiltere'nin gelişimini de gözleme fırsatı buluyoruz. Bir zamanların üzerinde güneş batmayan imparatorluğunda çok katmanlı ve uzun soluklu bir yolculuğa tanık oluyoruz. Julian Barnes az sayıda karakterin uzun bir zaman dilimine yayılmış öykülerini iç içe anlatırken, yaşamla ölüm arasındaki ince çizgiyi belki biraz daha netleştirmeye, yaşamın anlamını, çözme sürecini ortaya dökmeye çalışıyor. Bunu da kimi zaman Hurricaneler, kimi zaman da günümüz internetini andıran sistemler aracılığıyla yapıyor. Kullandığı araçlar ne olursa olsun, Barnes'ın hayal gücü okuru kavrıyor, fark ettirmeden etkisi altına alıyor.
Romanın ana karakteri Jean masumiyetini ve sevilesi özelliklerini yitirmeden olgun bir kadın olduğunda, mantığın ötesinde bir bilgeliğe erer. Mutsuz bir evliliği yıllarca yürüttükten, bir de çocuk sahibi olduktan sonra kocasını terk eden Jean, yüz yaşına geldiğinde, ölümle, dinle, intiharla ilgili temel sorulara memnuniyet verici olmasa da, kesin yanıtlar verebilecek durumdadır artık. Gizemli evrenin karşısında duyduğu huşudan ise hiçbir şey eksilmemiştir...