İnci Enginün, Zeynep Kerman
Tanpınar öldükten sonra üzüntüsünü ortak arkadaşları Bedrettin Tuncel'e yazan Necmettin Halil Onan, perişan olduklarını söylerken, "Şimdi onun evini, yazılarını, kitaplarını toplamak işi de çaresiz bana düştü. Her gün içim parça parça oluyor. Orada nelere rastlamıyorum!" der ve "evin her köşesinde ele geçen yazılı kâğıtları derleyip" toparlayamadığını belirtir. Bu ifade Tanpınar'ın ölümünden sonra onun evrakını ilk gören olduğunu göstermekte.
1963'te yayımlanan Tanpınar'ın Şiir Dünyası adlı kitabına, Tanpınar'ın şiir anlayışını açıklayan bazı hatıra parçalarını ekleyen Mehmet Kaplan, bunları kendisine veren Kenan Tanpınar'a teşekkür etmiştir. Yıllar sonra Mehmet Kaplan, Kenan Tanpınar'ın daveti üzerine Tanpınar'ın kalan evrakını gözden geçirdiklerini 21 Haziran 1971 tarihli mektubunda İnci Enginün'e yazmıştır. Necmettin Halil'in ifadesi ile, Mehmet Kaplan'ın yazdıklarına kadar aradan dokuz yıl geçmiştir. Sonra Kenan Tanpınar hayli yıpranmış bir valize doldurduğu müsveddeleri Türkiyat Enstitüsü'ne hediye etti. Bu müsveddeler üzerinde çalışan Güler Güven Aydaki Kadın'ı dağınık sayfalardan inşa etti.
Tanpınar kendisiyle yapılan mülâkatlarda çocukluğu, yetişme şekli ve şiir anlayışını açıkladığı gibi 1953 ve 1957 yıllarındaki yurt dışı seyahatleriyle ilgili hatıralarını da parça parça yayınlamıştır. Bir kısım hatıraları ise defterlerde çeşitli notlarla birlikte basılmadan kalmıştır. Bu defterlerden 1953 yılına ait olan birini akıl defteri gibi tuttuğu anlaşılmaktadır. İlk defter Paris'e varışının üçüncü haftasını doldurduğu 21.4.1953'te başlamaktadır. Ondan sonraki iki defteri Temmuz ayından itibaren aynı zamanda kullandığı, tarihlerdeki takdim tehirlerinden anlaşılmaktadır. Yeni bir karışıklığa yol açmamak için -bazı sayfalarda tarih yoktur- defterleri sıra ile vermeyi tercih ettik. Dördüncü defter 1954 ile 1956 arasında yazılan sayfalar hâlindedir. Beşinci defter 26 Teşrin-i sani 1958'de başlamakta, 26 Temmuz 1960 günü sona ermektedir. Altıncı defter 26 Temmuz 1960 tarihinde başlamakta ve ölümünden 13 gün öncesine kadar devam etmektedir. Bu defterlerdeki hatıralarından 11 Kânun-ı sani 1962 tarihli bir parçayı ilk defa Mehmet Kaplan Tanpınar'ın Şiir Dünyası'nın ikinci baskısında yayımlamıştı.
Kenan Tanpınar ağabeyinin hatıralarını yazdığı altı defteri, yayımlanıp yayımlanmama kararını Mehmet Kaplan'a bırakarak kendisine vermiş. Biz bunu bir hayli geç öğrendik. Öğrenir öğrenmez de merhum hocamızı ısrarla onları neşretmesi için zorladık. Avrupa'da edebiyatçıların en mahrem mektupları, günlükleri basılıyor, bunlar o yazar hakkındaki yeni yayınları besliyor, eser-yazar ilişkisi üzerinde insanları düşündürüyordu. Sanatçı, tiyatro, film, hele televizyon belgeselleri için bu türden malzemeye muhtaçtı. Neden bu bizde de yapılmasın? Bizim Tanpınar'a bakışımız, saygı duyduğumuz bir yazara bakıştı. Halbuki Kaplan Bey için o hem hocası hem de duygularını, hayatını, acılarını hayli yakından tanıdığı bir dosttu. Tanpınar'ın hatıraları onun için bir dostun özel sohbetlerini andırıyordu. Hatıralarındaki bazı kısımların çarpık yorumlanmasından da çekiniyordu. Burada Kaplan Bey'in Tanpınar'a karşı korumacı bir yanı vardı, diyebiliriz.
Tanpınar'ın mektuplarını Zeynep Kerman yayımladıktan sonra, bu mektupların bir kısım okuyucu arasında hayal kırıklığı yarattığını da biliyorduk. Mektuplardaki insandır bu günlükleri de yazan. Hatta aradan geçen yıllarda daha da ekşimiş bir insan. Üstelik bunlar mektup gibi birilerine hitap da etmiyor. Tanpınar'ın hatıralarını yazarken kendisine her hangi bir sansür uyguladığını sanmıyoruz. Yalnızlığın, kendi başına kalmışlığın paylaşıldığı defterler bunlar.
Mehmet Kaplan, nihayet bir gün defterleri aramızda paylaştırdı. Onu bu karara sevk eden Tanpınar'ın günlüklerinde gördüğü "Bu yazdıklarımın benden sonra okunacağını düşünmek" cümlesi olmuş. Bu cümle elbette günlüklerin geniş bir okuyucu zümresine sunulması için kâfi bir işaret değildir. Ölümünden sonra yakınlarının onu okuyacaklarını tahmin etmiş olabilirdi. Yine de bu cümle Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ın defterleri bize vermesine yol açtı, hatta bazı sayfaları da birlikte okuduk.
Ancak günlüklerin ortaya çıkabilecek hâle gelmesi yirmi yılı aldı. Bunun iki önemli sebebi vardı: Birincisi üniversitede vazgeçemeyeceğimiz, ihmal edemeyeceğimiz görevlerimizin vaktimizi almasıydı. Bir araya gelip metinleri karşılıklı okuyacak zaman bulamıyorduk.
İkincisi ise Tanpınar'ın yazısını çözmekte çok zorlanıyorduk ve bu defterlerden bazıları, sayfaları ve cümleleri arasında ilişki kurmayı imkânsız kılan notlarla doluydu. Avrupa seyahatlerinde müzelerden aldığı notlar, her hâlde sadece kendisi içindi. Bir kısmı yeni harflerle olduğu hâlde, aceleden atlanmış veya yanlış yazılmış harfler bizim bu metinleri doğru tespitimizi ilk bakışta imkânsız kılıyordu.
Fakat Tanpınar'ın hatıraları onun hayranlarını çok ilgilendiriyordu. Dedikodu merakından mı, yoksa eserlerini daha iyi çözebilmek, onu daha iyi tanımak için mi? Ne olursa olsun, çözebildiklerimizi zaman zaman toplantılarda okuduk ve yayımladık.
Nihayet metinleri bir iki istisna dışında çözebildiğimize kanaat getirdik ve basılmasına karar verdik. Gördüklerini, tasavvurlarını, roman veya şiirleriyle ilgili taslaklarını, kendisiyle hesaplaşmalarını, çevresindekilerle ilgili duygu ve düşüncelerini hayli dağınık olarak yazmış. Çıkarmaya niyetlendiği kitaplarına almayı tasarladığı yazıları tekrar tekrar listelemiş. Bunların bir kısmı gerçekten yazılmış, bir kısmıysa sadece tasavvurda kalmış. Acaba tasavvurda kaldığını sandığımız metinler de bir gün bir yerlerden çıkar mı? Kim bilir, belki. "Kullanmadığım o kadar kelime varken..." diyerek ölümün gecikmesini dileyen Tanpınar, şüphesiz ki tasarlamakta olduğu nice eseri yazamadı.
Günlüklere bir ad da vermek istedik. Bu adı Tanpınar'ın kendi ifadelerinden seçmeye çalıştık. Bazı ibareler bize çok cazip geldi: "Budalalık deryası bir hayatım var", "Varlığımın aynası", "Kullanmadığım o kadar kelime varken...", "Kuşlar puslu sabahta yüzüyorlardı.", " Aşk gidince her şey gitti" ve 1961'de çıkarmayı hayal ettiği dergi için tasarladığı "Dünyam". Kendisinin bir kitap adı olarak düşündüğü "Kendimle Başbaşa" adı da cazipti. "Kendimle Başbaşa" Tanpınar'ın belki de hatıralarına dayanarak yazacağı kitabın adı idi. Bu isim onun 10 Şubat 1961 yılında üzerinde çalışmaya niyetlendiği eserler arasında geçer. "Kendimle Başbaşa"nın günlüklerde rastlanılacak, yer yer kırıcı ifadeleri de açıklayabilen bir ifade olduğunu düşündük. "Kullanmadığım o kadar kelime varken" ifadesinde çınlayan ölüm gölgesinin tehdidi ve çaresizlik feryadının cazibesine kapılmakla birlikte bu günlüklerin bizde bıraktığı izlenimle sonunda "Günlüklerin Işığında - Tanpınar'la Başbaşa" adında karar kıldık.
Bu metinlerin Tanpınar'ın sanat anlayışını çözmede, kaynaklarını tanımada, çalışma tarzını öğrenmede önemli bir belge olduğuna inanıyoruz. Bunların yanında bir de insan olarak Tanpınar'ı tanıyoruz. O güzel eserleri veren, eserlerini dikkate almayan çevresine kızan, değişik çevrelerden dostları olan, onlar arasında bocalayan, hiçbir ideolojiye bağlanmasa da İsmet İnönü'ye neredeyse tapan Tanpınar. Demokrasi tecrübesinin ilk hamlelerinde hiç de demokrasiden yana görünmeyen, askerî darbeyi alkışlayan ve aynı dönemde arkadaşları üniversiteden uzaklaştırılınca, onlardan da şüphelenen Tanpınar. Romancı Tanpınar şüphesiz iyi bir gözlemci, eserlerinde kurduğu dünyalar, canlandırdığı insanlar hep bu gözlemlerin ürünü. Fakat Tanpınar, yaşadığı dünyanın gerçeklerinden habersiz. Bir üniversite profesörü olarak geliriyle giderini bir türlü denkleştiremeyen, kumardan, borçtan, piyangodan yardım uman Tanpınar, bunun parodisini Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde yapmamış mıdır? Ve defterlerden sonuncusunun son sayfasındaki ufak bir not: "11-4-61 tarih 4068 numro ile Orta Tedrisata naklim için yazıldı." Kendisini üniversite hocalığından tekrar Orta Öğretim'e döndürme kararı da para bulmak içindir. Bunu da yine hatıralarındaki birkaç satırdan öğreniyoruz. Seçimler yapılmış, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarından umudu kalmamış, fakat borçlarını ödemek için yeni bir fırsat karşısına çıkmıştır: "Halk Partisi yenildi. Müteessirim. Fakat milletim mademki böyle istedi; ben de milletimle beraberim. Politikayı kendim için kapıyorum. Biz başından itibaren realist değiliz.
Bu itibarla bu işin böyle olması tabiîydi. Irak fikri beni gittikçe sarıyor! Birkaç bin lira para! Fakat kitaplarımdan nasıl ayrılacağım! Böyle bir seyahat çıkarsa galiba götüreceğim kitaplar, Poulet, Baudelaire, Bachelard, şairlerim, Flaubert ve Proust'lar, bir de birkaç Shakespeare olur. Fakat Allah lutfeder, belki de bu seyahate mecbur olmam."
Bunlar 1961 sonlarında yazdığı satırlar. Yani Tanpınar eğer yaşasaydı, borçlarını ödemek için çocukluğunun geçtiği yerlere yeniden gidecekti.
Bu seyahatten onu kurtaran "Allah'ın lutfu" ölümdür. Parasızlık, kadınsızlık ve çevresizlik yazarı bitirmiştir. Durmadan kabaran borçlar ve onları ödeyememenin utancı. Borçları onu sonsuz korkulara sevk eder. Kendisinin bu duruma lâyık olmadığını bilmektedir, fakat etrafındakilerin hakarete benzeyen davranışlarını da sezer. En acıklı sahnelerden biri açlığını bastırmak için ağzına attığı fındıklardır. Evindeki fındık kavanozu parasızlığının sembolü olmuştur.
Tanpınar ayrıca hastadır. Ciğerleri, böbrekleri, çeşitli alerjiler ona hiç rahat vermemektedir. Sık sık hastahaneye yatar. Perhiz yapması lâzımdır, yapamaz. Sigarayı bırakması gerekir ama bırakamaz.
Korkular içindedir. Sık sık korkularından söz eder. Kendisine karşı bir şantaj olarak kullanılmasından korktuğu 1927 yılında Harbiye İhtiyat Mektebi'nde hapis kaldığı günlerden söz eder. Bu hikâyeyi bilenlerin onu açıklamalarından korkar. Fakat Tanpınar'ın askerlik dosyasında böyle bir tutukluluğa dair her hangi bir belge yoktur.
Âşıktır. Anlaşıldığına göre uzun süren ve hâlâ zaman zaman gördüğü sevdiği kadın ve ilgilendiği bir iki kadın vardır. Günlüklerinde Tanpınar bunların adlarını açıkça yazmaz. Hayatında cinsiyet büyük bir yer tutmakta. Müthiş bir cinsî açlığın içindedir. Yaşayışında ulaşamadığı aşkı, eserlerinde idealize eder.
Tanpınar, son yazdıklarında kendisinin de ifade ettiği gibi "tahammur etmiş"tir. Bu ekşime onun bütün davranışlarına, yazdıklarına sinmektedir. Ve bunları anlatacak, konuşup dertleşecek kimsesi yoktur. Hastalık, politika, parasızlık, ilgisizlik karşısında ıstırap çeken Tanpınar, bunlarla yüksek idealleri arasında parçalanmış, gerilmiş bir hâldedir.
Bu hatıraları okurken Tanpınar'a çok acıdığımız yerler olduğu gibi, çok kızdığımız yerler de oldu. Dostlarıyla çok inişli çıkışlı ilişkilerini de sezdik. Dostları onu seviyorlar mıydı? Yoksa kızıyorlar mıydı? Eserlerini okudularsa, okuduktan sonra orada kendi yansımalarını da buluyorlar ve ondan hiç söz etmeyerek Tanpınar'ı yaralıyorlar mıydı? Tanpınar'ın eserlerini hatıralarının eşliğinde okudukça, çevresindekilerden nasıl ilham aldığını hisseder gibi oluyoruz. Ama o çevreyi yakından tanımadığımız ve sanat eserine yansıyan şahsiyetleri çok değiştirdiği için bu sezgiyi kesin bir yargıya çeviremiyoruz. Tanpınar'ın hatıralarında sık sık adı geçen İlhan Şevket Aykut da bir şair. Tanpınar onunla birlikte gezdiklerinden, içtiklerinden, oyun oynadıklarından söz eder de, ne onun şairliğini ne de onunla konuşmalarını anar. Son derece garip bir şahsiyet olduğu anlaşılan İlhan Şevket'in hayatı ve şiirleriyle ilgili bazı bilgilere ancak ölümünden sonra ulaşılmıştır.
Bu hatıralardaki dikkati çeken bir başka nokta da Tanpınar'ın şiirlerini ve romanını bir musiki eserine benzetmek arzusudur. Beethoven kendisine bu konuda örnektir. Onun sürekli olarak dinlediği eserlerle, kendi eserlerini inşa etmeye çalıştığı anlaşılmakta. "Acaba hakiki bir musiki eseri büyük bir şiire, bir romana örnek olabilir mi?"
Günlüklerin diline hiç dokunmadık. Hatta kendisinin altını çizdiği kelimelerin biz de altını çizili bıraktık ve dipnotlarında da işaret ettik. İsimler genellikle ilk adlarladır. Kim olduklarını bildiklerimizin soyadlarını köşeli parantezde yazdık. Bir kısmını ise bulamadık. Ayrıntılı bir dizin hazırladık ve dizinde tahmin edebildiğimiz isimlerin soyadlarını ve haklarında bulduğumuz bilgiyi kısaca ekledik. Çözemediklerimizi de olduğu gibi bıraktık. S, S. gibi sadece harflerle belirtilen bazı adları olduğu gibi bıraktık. Dizindeki sıralamada soyadlarına veya ilk adlara gerektiği şekilde göndermeler yaptık. Tanpınar'ın metinde yazdıktan sonra çizdiği kısımları çözmeye çalışmadık. Fakat şiirlerdeki çizilmiş kısımların çözebildiğimiz kadarını çözdük ve dipnotlarında gösterdik.
Tanpınar'ın bu defterlerinden sadece ikisi günlük denebilecek niteliktedir. Öteki üç defterde seyahatlere ait birkaç sayfalık hatıralar bulunmakla birlikte, onların niteliği gezdiği yerlerle ilgili notlardan ibarettir. Para hesapları, bir kısmı başkalarının yazısıyla adres ve adres tariflerinin bulunduğu bu defterlerde, Tanpınar'ın müzelerde aldığı notlar, okuduğu kitaplardan alıntılar da var. Bunların çözülmesinde büyük sıkıntı çektik. Bazı yerleri de maalesef okuyamadık. Bir kısmı muhtemelen ayakta yazıldığı için çok okunaksız, okuyucu için anlamlı olmayan bu notlar, onun ilgisinin boyutlarını gösterdiği için neşrimizde aynen yer almaktadır.
Bu defterlerde Tanpınar'ın 1953'te ilk Avrupa'ya gidişinden ölümüne kadarki devre yer almaktadır. Tanpınar bütün ömrünce hatıralarını yazdı mı? Bunu bilmiyoruz, fakat yazma arzusunun özellikle Avrupa'da bulunduğu zaman güçlü olduğu anlaşılıyor. Bu belki yazacaklarına hazırlanma veya yalnızlığın telâfisiydi. Tanpınar ilk defa 30 Mart 1953 tarihinde İstanbul'dan Paris'e hareket etmiş, Belçika ve Hollanda (6-13 Temmuz), İngiltere (25 Temmuz-8 Ağustos), İspanya (15-29 Eylül), İtalya (3 Ekim-6 Kasım)'yı da dolaştıktan sonra 6 Kasım 1953'te İstanbul'a dönmüştür.
Tanpınar'ın ikinci Avrupa gezisi, 11 Şubat-4 Mart 1955 arasında Filmoloji Kongresi'ne katılmak üzere gidişidir. Üçüncü defa 1957 yılında 28 Ağustos-4 Eylül arası. Müsteşrikler Kongresi'ne bir bildiri ile katılmak üzere Münih'e gitmiş ve Viyana'ya da uğramıştır. Tanpınar'ın son Avrupa seyahati Rockefeller Foundation bursuyla bir yıl kalmak üzere Avrupa'ya gitmesidir. 26 Haziran 1959 tarihinde Paris'e hareket eden sanatçı, 28 Temmuz-28 Ağustos arasını İngiltere'de geçirmiş, Şubat'ta İsviçre, 15-26 Mayıs tarihlerinde Portekiz'de bulunmuştur. İstanbul'a dönüş tarihi 8 Haziran 1960'tır. 1953-1962 arasındaki bu metinleri, tarih sırasına göre sıraladık. Defter sayfaları hatıraları yazmak için sırayla kullanılmamış, araya kitaplardan alınan notlar, adresler eklenmiştir. Bunları dipnotlarında verdik. Hatıra metninin az çok bütünlüğünü bu surette korumaya çalıştık.
Tanpınar'ın zaman zaman tam bir hatıra yazma arzusuna düştüğü hissine kapıldığımız için, bu günlüklerin düzenlenmesinde onun müstakil olarak yazdığı "Antalyalı Bir Genç Kıza Mektup"u ile "Kerkük Hatıraları"ndan başlayarak kısaca hayatını da anlattık. Günlük şeklindeki metinlerin içine bazı açıklamalar yerleştirdik.
Okumalarımız sırasında bazı hatıra kitaplarında Tanpınar'la ilgili, kimisi onu küçümseyen bazı ibarelerle de karşılaştık. Bunlardan birisi Cemil Meriç'in, Tanpınar'ın çevresiyle ilgili yazdıklarıdır. Bunlarla Tanpınar'ın yaşadığı günlerdeki çehresi ve ilişkilerini belirtmeye çalıştık. O nasıl ki bazı insanlara kızıyor ve onlara tahammül edemiyorsa, onu da küçümseyenler, ona kırılanlar da vardı. Bu metinleri hatıralarda yeri geldikçe dipnotlarında göstermeyi uygun gördük. Çoğu artık bir başka âlemde olan bu insanların hatıralarındaki yanılmalar da insan denilen varlığı açıklayan belgeler değil mi?
Birbirleriyle ilişkileri, birbirlerine karşı besledikleri duygular ne olursa olsun, kültürümüze her biri bir başka açıdan katılmış ve bugün pek çoğu artık dünyada bulunmayan, eserleriyle bugüne ışıkları ulaşmakta devam eden Tanpınar'ın ve sözünü ettiği kişilerin hatıralarını saygıyla anıyoruz. Okuyucunun günlükleri okurken çektiğimiz zorluklara şahit olmaları için, bazı sayfaların fotokopilerini verdik. İdeali bütün metinlerin aslını vermektir. Ancak bir eseri ortaya çıkaranların emeklerini yok farz ederek, onu kendi çabalarının sonucu gibi gösterenlerle karşılaştığımız için, metinlerin asıllarını vermemeyi tercih ettik.
Tanpınar, bol miktarda Fransızca kelime ve cümle kullanmıştır. Kelimelerin mânaları kitabın sonunda alfabetik listede verilmiş; cümle ve ibareler ise dipnotlarında gösterilmiştir.
Bu günlüklerin ortaya çıkmasında onları Mehmet Kaplan'a vererek kaybolmasını önleyen Kenan Tanpınar'ın, onları büyük bir iç hesaplaşmasından sonra bize geçiren Mehmet Kaplan'ın hatıralarını rahmet ve saygıyla hatırlıyoruz. Tanpınar'ı ve çevresini çok iyi bilen ve günlüklerde adı geçen birçok kişinin kimliğini söyleyen Prof. Dr. Aykut Kazancıgil, Prof. Dr. Merih Öden ve Prof. Dr. Metin Tuncel, Farsça ibarelerin çevrilmesinde Prof. Dr. Günay Kut bize büyük yardımda bulunmuşlardır. Fotografların temini ve kullanma iznini veren Taha Toros, Beşir Ayvazoğlu, Ender Gürol'a minnettarız. Kendilerine çok teşekkür ederiz.
Sevgili kardeşimiz Mine Enginün, bu uzun çalışma yıllarında bize sabırla tahammül etmiş ve bizi nefis yemekleriyle doyurmuştur. Bu sabrına ve emeklerine minnettarız. Kitabın ortaya çıkabilmesi de yine Dergâh Yayınları'nın sayesindedir. Bütün çalışanlarına, başta Mustafa Kutlu ve Ezel Erverdi olmak üzere sonsuz teşekkür borçluyuz.
İnci Enginün, Zeynep Kerman
Tanpınar öldükten sonra üzüntüsünü ortak arkadaşları Bedrettin Tuncel'e yazan Necmettin Halil Onan, perişan olduklarını söylerken, "Şimdi onun evini, yazılarını, kitaplarını toplamak işi de çaresiz bana düştü. Her gün içim parça parça oluyor. Orada nelere rastlamıyorum!" der ve "evin her köşesinde ele geçen yazılı kâğıtları derleyip" toparlayamadığını belirtir. Bu ifade Tanpınar'ın ölümünden sonra onun evrakını ilk gören olduğunu göstermekte.
1963'te yayımlanan Tanpınar'ın Şiir Dünyası adlı kitabına, Tanpınar'ın şiir anlayışını açıklayan bazı hatıra parçalarını ekleyen Mehmet Kaplan, bunları kendisine veren Kenan Tanpınar'a teşekkür etmiştir. Yıllar sonra Mehmet Kaplan, Kenan Tanpınar'ın daveti üzerine Tanpınar'ın kalan evrakını gözden geçirdiklerini 21 Haziran 1971 tarihli mektubunda İnci Enginün'e yazmıştır. Necmettin Halil'in ifadesi ile, Mehmet Kaplan'ın yazdıklarına kadar aradan dokuz yıl geçmiştir. Sonra Kenan Tanpınar hayli yıpranmış bir valize doldurduğu müsveddeleri Türkiyat Enstitüsü'ne hediye etti. Bu müsveddeler üzerinde çalışan Güler Güven Aydaki Kadın'ı dağınık sayfalardan inşa etti.
Tanpınar kendisiyle yapılan mülâkatlarda çocukluğu, yetişme şekli ve şiir anlayışını açıkladığı gibi 1953 ve 1957 yıllarındaki yurt dışı seyahatleriyle ilgili hatıralarını da parça parça yayınlamıştır. Bir kısım hatıraları ise defterlerde çeşitli notlarla birlikte basılmadan kalmıştır. Bu defterlerden 1953 yılına ait olan birini akıl defteri gibi tuttuğu anlaşılmaktadır. İlk defter Paris'e varışının üçüncü haftasını doldurduğu 21.4.1953'te başlamaktadır. Ondan sonraki iki defteri Temmuz ayından itibaren aynı zamanda kullandığı, tarihlerdeki takdim tehirlerinden anlaşılmaktadır. Yeni bir karışıklığa yol açmamak için -bazı sayfalarda tarih yoktur- defterleri sıra ile vermeyi tercih ettik. Dördüncü defter 1954 ile 1956 arasında yazılan sayfalar hâlindedir. Beşinci defter 26 Teşrin-i sani 1958'de başlamakta, 26 Temmuz 1960 günü sona ermektedir. Altıncı defter 26 Temmuz 1960 tarihinde başlamakta ve ölümünden 13 gün öncesine kadar devam etmektedir. Bu defterlerdeki hatıralarından 11 Kânun-ı sani 1962 tarihli bir parçayı ilk defa Mehmet Kaplan Tanpınar'ın Şiir Dünyası'nın ikinci baskısında yayımlamıştı.
Kenan Tanpınar ağabeyinin hatıralarını yazdığı altı defteri, yayımlanıp yayımlanmama kararını Mehmet Kaplan'a bırakarak kendisine vermiş. Biz bunu bir hayli geç öğrendik. Öğrenir öğrenmez de merhum hocamızı ısrarla onları neşretmesi için zorladık. Avrupa'da edebiyatçıların en mahrem mektupları, günlükleri basılıyor, bunlar o yazar hakkındaki yeni yayınları besliyor, eser-yazar ilişkisi üzerinde insanları düşündürüyordu. Sanatçı, tiyatro, film, hele televizyon belgeselleri için bu türden malzemeye muhtaçtı. Neden bu bizde de yapılmasın? Bizim Tanpınar'a bakışımız, saygı duyduğumuz bir yazara bakıştı. Halbuki Kaplan Bey için o hem hocası hem de duygularını, hayatını, acılarını hayli yakından tanıdığı bir dosttu. Tanpınar'ın hatıraları onun için bir dostun özel sohbetlerini andırıyordu. Hatıralarındaki bazı kısımların çarpık yorumlanmasından da çekiniyordu. Burada Kaplan Bey'in Tanpınar'a karşı korumacı bir yanı vardı, diyebiliriz.
Tanpınar'ın mektuplarını Zeynep Kerman yayımladıktan sonra, bu mektupların bir kısım okuyucu arasında hayal kırıklığı yarattığını da biliyorduk. Mektuplardaki insandır bu günlükleri de yazan. Hatta aradan geçen yıllarda daha da ekşimiş bir insan. Üstelik bunlar mektup gibi birilerine hitap da etmiyor. Tanpınar'ın hatıralarını yazarken kendisine her hangi bir sansür uyguladığını sanmıyoruz. Yalnızlığın, kendi başına kalmışlığın paylaşıldığı defterler bunlar.
Mehmet Kaplan, nihayet bir gün defterleri aramızda paylaştırdı. Onu bu karara sevk eden Tanpınar'ın günlüklerinde gördüğü "Bu yazdıklarımın benden sonra okunacağını düşünmek" cümlesi olmuş. Bu cümle elbette günlüklerin geniş bir okuyucu zümresine sunulması için kâfi bir işaret değildir. Ölümünden sonra yakınlarının onu okuyacaklarını tahmin etmiş olabilirdi. Yine de bu cümle Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ın defterleri bize vermesine yol açtı, hatta bazı sayfaları da birlikte okuduk.
Ancak günlüklerin ortaya çıkabilecek hâle gelmesi yirmi yılı aldı. Bunun iki önemli sebebi vardı: Birincisi üniversitede vazgeçemeyeceğimiz, ihmal edemeyeceğimiz görevlerimizin vaktimizi almasıydı. Bir araya gelip metinleri karşılıklı okuyacak zaman bulamıyorduk.
İkincisi ise Tanpınar'ın yazısını çözmekte çok zorlanıyorduk ve bu defterlerden bazıları, sayfaları ve cümleleri arasında ilişki kurmayı imkânsız kılan notlarla doluydu. Avrupa seyahatlerinde müzelerden aldığı notlar, her hâlde sadece kendisi içindi. Bir kısmı yeni harflerle olduğu hâlde, aceleden atlanmış veya yanlış yazılmış harfler bizim bu metinleri doğru tespitimizi ilk bakışta imkânsız kılıyordu.
Fakat Tanpınar'ın hatıraları onun hayranlarını çok ilgilendiriyordu. Dedikodu merakından mı, yoksa eserlerini daha iyi çözebilmek, onu daha iyi tanımak için mi? Ne olursa olsun, çözebildiklerimizi zaman zaman toplantılarda okuduk ve yayımladık.
Nihayet metinleri bir iki istisna dışında çözebildiğimize kanaat getirdik ve basılmasına karar verdik. Gördüklerini, tasavvurlarını, roman veya şiirleriyle ilgili taslaklarını, kendisiyle hesaplaşmalarını, çevresindekilerle ilgili duygu ve düşüncelerini hayli dağınık olarak yazmış. Çıkarmaya niyetlendiği kitaplarına almayı tasarladığı yazıları tekrar tekrar listelemiş. Bunların bir kısmı gerçekten yazılmış, bir kısmıysa sadece tasavvurda kalmış. Acaba tasavvurda kaldığını sandığımız metinler de bir gün bir yerlerden çıkar mı? Kim bilir, belki. "Kullanmadığım o kadar kelime varken..." diyerek ölümün gecikmesini dileyen Tanpınar, şüphesiz ki tasarlamakta olduğu nice eseri yazamadı.
Günlüklere bir ad da vermek istedik. Bu adı Tanpınar'ın kendi ifadelerinden seçmeye çalıştık. Bazı ibareler bize çok cazip geldi: "Budalalık deryası bir hayatım var", "Varlığımın aynası", "Kullanmadığım o kadar kelime varken...", "Kuşlar puslu sabahta yüzüyorlardı.", " Aşk gidince her şey gitti" ve 1961'de çıkarmayı hayal ettiği dergi için tasarladığı "Dünyam". Kendisinin bir kitap adı olarak düşündüğü "Kendimle Başbaşa" adı da cazipti. "Kendimle Başbaşa" Tanpınar'ın belki de hatıralarına dayanarak yazacağı kitabın adı idi. Bu isim onun 10 Şubat 1961 yılında üzerinde çalışmaya niyetlendiği eserler arasında geçer. "Kendimle Başbaşa"nın günlüklerde rastlanılacak, yer yer kırıcı ifadeleri de açıklayabilen bir ifade olduğunu düşündük. "Kullanmadığım o kadar kelime varken" ifadesinde çınlayan ölüm gölgesinin tehdidi ve çaresizlik feryadının cazibesine kapılmakla birlikte bu günlüklerin bizde bıraktığı izlenimle sonunda "Günlüklerin Işığında - Tanpınar'la Başbaşa" adında karar kıldık.
Bu metinlerin Tanpınar'ın sanat anlayışını çözmede, kaynaklarını tanımada, çalışma tarzını öğrenmede önemli bir belge olduğuna inanıyoruz. Bunların yanında bir de insan olarak Tanpınar'ı tanıyoruz. O güzel eserleri veren, eserlerini dikkate almayan çevresine kızan, değişik çevrelerden dostları olan, onlar arasında bocalayan, hiçbir ideolojiye bağlanmasa da İsmet İnönü'ye neredeyse tapan Tanpınar. Demokrasi tecrübesinin ilk hamlelerinde hiç de demokrasiden yana görünmeyen, askerî darbeyi alkışlayan ve aynı dönemde arkadaşları üniversiteden uzaklaştırılınca, onlardan da şüphelenen Tanpınar. Romancı Tanpınar şüphesiz iyi bir gözlemci, eserlerinde kurduğu dünyalar, canlandırdığı insanlar hep bu gözlemlerin ürünü. Fakat Tanpınar, yaşadığı dünyanın gerçeklerinden habersiz. Bir üniversite profesörü olarak geliriyle giderini bir türlü denkleştiremeyen, kumardan, borçtan, piyangodan yardım uman Tanpınar, bunun parodisini Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde yapmamış mıdır? Ve defterlerden sonuncusunun son sayfasındaki ufak bir not: "11-4-61 tarih 4068 numro ile Orta Tedrisata naklim için yazıldı." Kendisini üniversite hocalığından tekrar Orta Öğretim'e döndürme kararı da para bulmak içindir. Bunu da yine hatıralarındaki birkaç satırdan öğreniyoruz. Seçimler yapılmış, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarından umudu kalmamış, fakat borçlarını ödemek için yeni bir fırsat karşısına çıkmıştır: "Halk Partisi yenildi. Müteessirim. Fakat milletim mademki böyle istedi; ben de milletimle beraberim. Politikayı kendim için kapıyorum. Biz başından itibaren realist değiliz.
Bu itibarla bu işin böyle olması tabiîydi. Irak fikri beni gittikçe sarıyor! Birkaç bin lira para! Fakat kitaplarımdan nasıl ayrılacağım! Böyle bir seyahat çıkarsa galiba götüreceğim kitaplar, Poulet, Baudelaire, Bachelard, şairlerim, Flaubert ve Proust'lar, bir de birkaç Shakespeare olur. Fakat Allah lutfeder, belki de bu seyahate mecbur olmam."
Bunlar 1961 sonlarında yazdığı satırlar. Yani Tanpınar eğer yaşasaydı, borçlarını ödemek için çocukluğunun geçtiği yerlere yeniden gidecekti.
Bu seyahatten onu kurtaran "Allah'ın lutfu" ölümdür. Parasızlık, kadınsızlık ve çevresizlik yazarı bitirmiştir. Durmadan kabaran borçlar ve onları ödeyememenin utancı. Borçları onu sonsuz korkulara sevk eder. Kendisinin bu duruma lâyık olmadığını bilmektedir, fakat etrafındakilerin hakarete benzeyen davranışlarını da sezer. En acıklı sahnelerden biri açlığını bastırmak için ağzına attığı fındıklardır. Evindeki fındık kavanozu parasızlığının sembolü olmuştur.
Tanpınar ayrıca hastadır. Ciğerleri, böbrekleri, çeşitli alerjiler ona hiç rahat vermemektedir. Sık sık hastahaneye yatar. Perhiz yapması lâzımdır, yapamaz. Sigarayı bırakması gerekir ama bırakamaz.
Korkular içindedir. Sık sık korkularından söz eder. Kendisine karşı bir şantaj olarak kullanılmasından korktuğu 1927 yılında Harbiye İhtiyat Mektebi'nde hapis kaldığı günlerden söz eder. Bu hikâyeyi bilenlerin onu açıklamalarından korkar. Fakat Tanpınar'ın askerlik dosyasında böyle bir tutukluluğa dair her hangi bir belge yoktur.
Âşıktır. Anlaşıldığına göre uzun süren ve hâlâ zaman zaman gördüğü sevdiği kadın ve ilgilendiği bir iki kadın vardır. Günlüklerinde Tanpınar bunların adlarını açıkça yazmaz. Hayatında cinsiyet büyük bir yer tutmakta. Müthiş bir cinsî açlığın içindedir. Yaşayışında ulaşamadığı aşkı, eserlerinde idealize eder.
Tanpınar, son yazdıklarında kendisinin de ifade ettiği gibi "tahammur etmiş"tir. Bu ekşime onun bütün davranışlarına, yazdıklarına sinmektedir. Ve bunları anlatacak, konuşup dertleşecek kimsesi yoktur. Hastalık, politika, parasızlık, ilgisizlik karşısında ıstırap çeken Tanpınar, bunlarla yüksek idealleri arasında parçalanmış, gerilmiş bir hâldedir.
Bu hatıraları okurken Tanpınar'a çok acıdığımız yerler olduğu gibi, çok kızdığımız yerler de oldu. Dostlarıyla çok inişli çıkışlı ilişkilerini de sezdik. Dostları onu seviyorlar mıydı? Yoksa kızıyorlar mıydı? Eserlerini okudularsa, okuduktan sonra orada kendi yansımalarını da buluyorlar ve ondan hiç söz etmeyerek Tanpınar'ı yaralıyorlar mıydı? Tanpınar'ın eserlerini hatıralarının eşliğinde okudukça, çevresindekilerden nasıl ilham aldığını hisseder gibi oluyoruz. Ama o çevreyi yakından tanımadığımız ve sanat eserine yansıyan şahsiyetleri çok değiştirdiği için bu sezgiyi kesin bir yargıya çeviremiyoruz. Tanpınar'ın hatıralarında sık sık adı geçen İlhan Şevket Aykut da bir şair. Tanpınar onunla birlikte gezdiklerinden, içtiklerinden, oyun oynadıklarından söz eder de, ne onun şairliğini ne de onunla konuşmalarını anar. Son derece garip bir şahsiyet olduğu anlaşılan İlhan Şevket'in hayatı ve şiirleriyle ilgili bazı bilgilere ancak ölümünden sonra ulaşılmıştır.
Bu hatıralardaki dikkati çeken bir başka nokta da Tanpınar'ın şiirlerini ve romanını bir musiki eserine benzetmek arzusudur. Beethoven kendisine bu konuda örnektir. Onun sürekli olarak dinlediği eserlerle, kendi eserlerini inşa etmeye çalıştığı anlaşılmakta. "Acaba hakiki bir musiki eseri büyük bir şiire, bir romana örnek olabilir mi?"
Günlüklerin diline hiç dokunmadık. Hatta kendisinin altını çizdiği kelimelerin biz de altını çizili bıraktık ve dipnotlarında da işaret ettik. İsimler genellikle ilk adlarladır. Kim olduklarını bildiklerimizin soyadlarını köşeli parantezde yazdık. Bir kısmını ise bulamadık. Ayrıntılı bir dizin hazırladık ve dizinde tahmin edebildiğimiz isimlerin soyadlarını ve haklarında bulduğumuz bilgiyi kısaca ekledik. Çözemediklerimizi de olduğu gibi bıraktık. S, S. gibi sadece harflerle belirtilen bazı adları olduğu gibi bıraktık. Dizindeki sıralamada soyadlarına veya ilk adlara gerektiği şekilde göndermeler yaptık. Tanpınar'ın metinde yazdıktan sonra çizdiği kısımları çözmeye çalışmadık. Fakat şiirlerdeki çizilmiş kısımların çözebildiğimiz kadarını çözdük ve dipnotlarında gösterdik.
Tanpınar'ın bu defterlerinden sadece ikisi günlük denebilecek niteliktedir. Öteki üç defterde seyahatlere ait birkaç sayfalık hatıralar bulunmakla birlikte, onların niteliği gezdiği yerlerle ilgili notlardan ibarettir. Para hesapları, bir kısmı başkalarının yazısıyla adres ve adres tariflerinin bulunduğu bu defterlerde, Tanpınar'ın müzelerde aldığı notlar, okuduğu kitaplardan alıntılar da var. Bunların çözülmesinde büyük sıkıntı çektik. Bazı yerleri de maalesef okuyamadık. Bir kısmı muhtemelen ayakta yazıldığı için çok okunaksız, okuyucu için anlamlı olmayan bu notlar, onun ilgisinin boyutlarını gösterdiği için neşrimizde aynen yer almaktadır.
Bu defterlerde Tanpınar'ın 1953'te ilk Avrupa'ya gidişinden ölümüne kadarki devre yer almaktadır. Tanpınar bütün ömrünce hatıralarını yazdı mı? Bunu bilmiyoruz, fakat yazma arzusunun özellikle Avrupa'da bulunduğu zaman güçlü olduğu anlaşılıyor. Bu belki yazacaklarına hazırlanma veya yalnızlığın telâfisiydi. Tanpınar ilk defa 30 Mart 1953 tarihinde İstanbul'dan Paris'e hareket etmiş, Belçika ve Hollanda (6-13 Temmuz), İngiltere (25 Temmuz-8 Ağustos), İspanya (15-29 Eylül), İtalya (3 Ekim-6 Kasım)'yı da dolaştıktan sonra 6 Kasım 1953'te İstanbul'a dönmüştür.
Tanpınar'ın ikinci Avrupa gezisi, 11 Şubat-4 Mart 1955 arasında Filmoloji Kongresi'ne katılmak üzere gidişidir. Üçüncü defa 1957 yılında 28 Ağustos-4 Eylül arası. Müsteşrikler Kongresi'ne bir bildiri ile katılmak üzere Münih'e gitmiş ve Viyana'ya da uğramıştır. Tanpınar'ın son Avrupa seyahati Rockefeller Foundation bursuyla bir yıl kalmak üzere Avrupa'ya gitmesidir. 26 Haziran 1959 tarihinde Paris'e hareket eden sanatçı, 28 Temmuz-28 Ağustos arasını İngiltere'de geçirmiş, Şubat'ta İsviçre, 15-26 Mayıs tarihlerinde Portekiz'de bulunmuştur. İstanbul'a dönüş tarihi 8 Haziran 1960'tır. 1953-1962 arasındaki bu metinleri, tarih sırasına göre sıraladık. Defter sayfaları hatıraları yazmak için sırayla kullanılmamış, araya kitaplardan alınan notlar, adresler eklenmiştir. Bunları dipnotlarında verdik. Hatıra metninin az çok bütünlüğünü bu surette korumaya çalıştık.
Tanpınar'ın zaman zaman tam bir hatıra yazma arzusuna düştüğü hissine kapıldığımız için, bu günlüklerin düzenlenmesinde onun müstakil olarak yazdığı "Antalyalı Bir Genç Kıza Mektup"u ile "Kerkük Hatıraları"ndan başlayarak kısaca hayatını da anlattık. Günlük şeklindeki metinlerin içine bazı açıklamalar yerleştirdik.
Okumalarımız sırasında bazı hatıra kitaplarında Tanpınar'la ilgili, kimisi onu küçümseyen bazı ibarelerle de karşılaştık. Bunlardan birisi Cemil Meriç'in, Tanpınar'ın çevresiyle ilgili yazdıklarıdır. Bunlarla Tanpınar'ın yaşadığı günlerdeki çehresi ve ilişkilerini belirtmeye çalıştık. O nasıl ki bazı insanlara kızıyor ve onlara tahammül edemiyorsa, onu da küçümseyenler, ona kırılanlar da vardı. Bu metinleri hatıralarda yeri geldikçe dipnotlarında göstermeyi uygun gördük. Çoğu artık bir başka âlemde olan bu insanların hatıralarındaki yanılmalar da insan denilen varlığı açıklayan belgeler değil mi?
Birbirleriyle ilişkileri, birbirlerine karşı besledikleri duygular ne olursa olsun, kültürümüze her biri bir başka açıdan katılmış ve bugün pek çoğu artık dünyada bulunmayan, eserleriyle bugüne ışıkları ulaşmakta devam eden Tanpınar'ın ve sözünü ettiği kişilerin hatıralarını saygıyla anıyoruz. Okuyucunun günlükleri okurken çektiğimiz zorluklara şahit olmaları için, bazı sayfaların fotokopilerini verdik. İdeali bütün metinlerin aslını vermektir. Ancak bir eseri ortaya çıkaranların emeklerini yok farz ederek, onu kendi çabalarının sonucu gibi gösterenlerle karşılaştığımız için, metinlerin asıllarını vermemeyi tercih ettik.
Tanpınar, bol miktarda Fransızca kelime ve cümle kullanmıştır. Kelimelerin mânaları kitabın sonunda alfabetik listede verilmiş; cümle ve ibareler ise dipnotlarında gösterilmiştir.
Bu günlüklerin ortaya çıkmasında onları Mehmet Kaplan'a vererek kaybolmasını önleyen Kenan Tanpınar'ın, onları büyük bir iç hesaplaşmasından sonra bize geçiren Mehmet Kaplan'ın hatıralarını rahmet ve saygıyla hatırlıyoruz. Tanpınar'ı ve çevresini çok iyi bilen ve günlüklerde adı geçen birçok kişinin kimliğini söyleyen Prof. Dr. Aykut Kazancıgil, Prof. Dr. Merih Öden ve Prof. Dr. Metin Tuncel, Farsça ibarelerin çevrilmesinde Prof. Dr. Günay Kut bize büyük yardımda bulunmuşlardır. Fotografların temini ve kullanma iznini veren Taha Toros, Beşir Ayvazoğlu, Ender Gürol'a minnettarız. Kendilerine çok teşekkür ederiz.
Sevgili kardeşimiz Mine Enginün, bu uzun çalışma yıllarında bize sabırla tahammül etmiş ve bizi nefis yemekleriyle doyurmuştur. Bu sabrına ve emeklerine minnettarız. Kitabın ortaya çıkabilmesi de yine Dergâh Yayınları'nın sayesindedir. Bütün çalışanlarına, başta Mustafa Kutlu ve Ezel Erverdi olmak üzere sonsuz teşekkür borçluyuz.