Oysaki bu kitapta okuyacağınız yazılar, dar anlamda bir disiplin olarak “sosyolojinin” çok ötesine geçerek günümüz sosyal ve siyasal düşüncesi diyebileceğimiz (hatta felsefi düşünceyi de kapsar şekilde) disiplinler-arası bir alanda konumlanıyor. Dolayısıyla kitabın en dikkat çekici özelliklerinden birisi hiç kuşkusuz, günümüzün toplumsal düşüncesinin çok farklı ancak ilişkili alanlarını kapsıyor olması. Bu bağlamda kitapta Foucault ve Deleuze hattından giden bir denetim toplumu ve gözetim tartışmasından, ilerlemecilik eleştirisi bağlamında Benjamin ile Proust karşılaştırmasına; sivil toplum ve kamusal alan kavramı etrafından dönen tartışmalardan, Arendt ve Ranciere üzerinden geliştirilen insan hakları konusuna; simülakr ve simülasyon tartışmalarından güncel sekülerizm sorununa kadar geniş bir toplumsal, siyasal ve edebi alanda yazılmış makaleler buluyorsunuz. Öncelikle yazarı, günümüzün her biri kendi içinde büyük bir literatür zenginliğine sahip olan en tartışmalı alanlarında bu kadar maharetle gezinebildiği için kutlamak gerekiyor. Genç yazarın mahareti, sadece konu, literatür ve beslenme kaynaklarının çeşitliliği açısından değil, konularını ele alma tarzı açısından da dikkat çekiyor.
Gerçekten her bir makalede hem ilgili literatürün bilgisine vakıf olma durumunu hem de verili tartışmayı belirli ve kendine özgü bir perspektiften yorumlama cesaretini ve becerisini görebiliyorsunuz. Sonuç olarak oldukça tartışmalı ve bazen kavraması da çok zor olan teorik konularda son derece akıcı, iyi kurgulanmış ve anlaşılır değerlendirmeler sunan bu kitap, keyifle okunma gibi her zaman rastlanmayan bir niteliğe de sahip bulunuyor. Kitaptaki yazılar, farklı ancak birbiriyle ilgili alanlardaki tartışmaları içeriyor. Ancak kitabın tümünü okuduğunuzda, yazarın tartışmalar arasında bir ilişki kurduğunu ve kendine özgü teorik ve politik duruş noktasını her bir yazıya yedirerek konular arasında temel bir bağlantı sağlamış olduğunu da görüyorsunuz.
Emre Özcan, günümüz post-modern toplumuna dair çok boyutlu bir eleştirel yaklaşım geliştiriyor. Bu yaklaşımda, bir yazının konusu olan denetim toplumunda gözetim ve güvenlik olgusunun her yeri sarmalamasına dair yaptığı tartışma bir başka yazıda tüketim kapitalizmi tartışmasına bağlanıyor. Öte yandan bu neo-kapitalizm vurgusu aynı zamanda simülark ve simülasyon tartışmasıyla da destekleniyor. Burada yazar, edimsel dünyayla bağlarımızın koptuğu post-modern dönemin, kopyalarla imgelerin tahakkümü altında olduğunu vurguluyor. Günümüz post-modern toplumsallığa dair bu eleştirel değerlendirmeler, aynı zamanda doğrudan siyasal alana dair yapılan tespitlerle de desteklenir. Bu yazılardan birinde yazar, politikanın sadece seçimlere ve siyasal parti faaliyetlerine indirgendiği ve nabız yoklamalarına dayanan bir siyasal iletişimin öne çıktığı günümüzde politikanın eylendiği bir yer olarak kamusal alanın giderek daraldığı tespitini yapıyor. Kamusal alana dair sorun, bir başka yazıda günümüzdeki sivil toplum sorununa bağlanıyor.
Sivil toplum kavramının tarihini yetkin biçimde izleyen bu yazıda, refah devleti sonrası dönemde sivil toplum kavramının neo-liberalizmle uyumlu bir biçim aldığı analiz ediliyor. Özcan'ın ifadesiyle “neo-liberal düzen, depolitizasyonla yüklenmiş sivil toplumu, piyasanın tahakkümü altında kontrol edilebilen ve yönlendirilebilen bir yapıya büründürmüştür.” Kamusal alanın gerileyişi ve sivil toplumun çözülüşüne dair bu eleştiri bir başka yazının konusu olan insan hakları sorunuyla da iç içe geçer. Burada bir kez daha yurttaş haklarından arındırılan insan hakları söyleminin Batı'nın sömürge araçlarından birine indirgendiğine dikkat çekilir.
Sonuç olarak kitabın ana izleğinin neo-liberal kapitalizm altında siyasal yapıların ve toplumsallığın uğradığı dönüşüm olduğu ve yazarın bu dönüşümün farklı boyutlarına birden başarıyla odaklandığı söylenebilir. Kitapta ele alınan tüm tezleri ve temaları burada özetlemek ya da her birini tartışmak mümkün değil. Sadece yazarın ele aldığı her tartışmada konunun karmaşıklığına yakışır bir derinlikte kavrayışlar geliştirdiğini söylemek gerekir. Elbette bu, kitaptaki düşüncelerin tartışmaya açık olmadığı anlamına gelmez. Kendi adıma yazarın dikkate almasını önerebileceğim temel nokta, neo-liberal düzene dair yaptığı eleştirel okumaların içine, günümüzde çeşitli toplumsal mücadelelerde ortaya konan ve giderek daha belirginleşen kaçış hatlarını, yeni kamusal alanların ortaya çıkışını, siyasetin geri dönüşünü, yani kısaca direniş ve alternatif siyaset tarzlarının önemine dair bir perspektifi de yedirmesidir. Emre Özcan'ın sonraki kitaplarında bu vurgunun güçlenmesini diliyor, onun düşüncesinin gelişmesine tanıklık etmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Doç. Dr. Alev Özkazanç Kasım, 2013, Ankara
Oysaki bu kitapta okuyacağınız yazılar, dar anlamda bir disiplin olarak “sosyolojinin” çok ötesine geçerek günümüz sosyal ve siyasal düşüncesi diyebileceğimiz (hatta felsefi düşünceyi de kapsar şekilde) disiplinler-arası bir alanda konumlanıyor. Dolayısıyla kitabın en dikkat çekici özelliklerinden birisi hiç kuşkusuz, günümüzün toplumsal düşüncesinin çok farklı ancak ilişkili alanlarını kapsıyor olması. Bu bağlamda kitapta Foucault ve Deleuze hattından giden bir denetim toplumu ve gözetim tartışmasından, ilerlemecilik eleştirisi bağlamında Benjamin ile Proust karşılaştırmasına; sivil toplum ve kamusal alan kavramı etrafından dönen tartışmalardan, Arendt ve Ranciere üzerinden geliştirilen insan hakları konusuna; simülakr ve simülasyon tartışmalarından güncel sekülerizm sorununa kadar geniş bir toplumsal, siyasal ve edebi alanda yazılmış makaleler buluyorsunuz. Öncelikle yazarı, günümüzün her biri kendi içinde büyük bir literatür zenginliğine sahip olan en tartışmalı alanlarında bu kadar maharetle gezinebildiği için kutlamak gerekiyor. Genç yazarın mahareti, sadece konu, literatür ve beslenme kaynaklarının çeşitliliği açısından değil, konularını ele alma tarzı açısından da dikkat çekiyor.
Gerçekten her bir makalede hem ilgili literatürün bilgisine vakıf olma durumunu hem de verili tartışmayı belirli ve kendine özgü bir perspektiften yorumlama cesaretini ve becerisini görebiliyorsunuz. Sonuç olarak oldukça tartışmalı ve bazen kavraması da çok zor olan teorik konularda son derece akıcı, iyi kurgulanmış ve anlaşılır değerlendirmeler sunan bu kitap, keyifle okunma gibi her zaman rastlanmayan bir niteliğe de sahip bulunuyor. Kitaptaki yazılar, farklı ancak birbiriyle ilgili alanlardaki tartışmaları içeriyor. Ancak kitabın tümünü okuduğunuzda, yazarın tartışmalar arasında bir ilişki kurduğunu ve kendine özgü teorik ve politik duruş noktasını her bir yazıya yedirerek konular arasında temel bir bağlantı sağlamış olduğunu da görüyorsunuz.
Emre Özcan, günümüz post-modern toplumuna dair çok boyutlu bir eleştirel yaklaşım geliştiriyor. Bu yaklaşımda, bir yazının konusu olan denetim toplumunda gözetim ve güvenlik olgusunun her yeri sarmalamasına dair yaptığı tartışma bir başka yazıda tüketim kapitalizmi tartışmasına bağlanıyor. Öte yandan bu neo-kapitalizm vurgusu aynı zamanda simülark ve simülasyon tartışmasıyla da destekleniyor. Burada yazar, edimsel dünyayla bağlarımızın koptuğu post-modern dönemin, kopyalarla imgelerin tahakkümü altında olduğunu vurguluyor. Günümüz post-modern toplumsallığa dair bu eleştirel değerlendirmeler, aynı zamanda doğrudan siyasal alana dair yapılan tespitlerle de desteklenir. Bu yazılardan birinde yazar, politikanın sadece seçimlere ve siyasal parti faaliyetlerine indirgendiği ve nabız yoklamalarına dayanan bir siyasal iletişimin öne çıktığı günümüzde politikanın eylendiği bir yer olarak kamusal alanın giderek daraldığı tespitini yapıyor. Kamusal alana dair sorun, bir başka yazıda günümüzdeki sivil toplum sorununa bağlanıyor.
Sivil toplum kavramının tarihini yetkin biçimde izleyen bu yazıda, refah devleti sonrası dönemde sivil toplum kavramının neo-liberalizmle uyumlu bir biçim aldığı analiz ediliyor. Özcan'ın ifadesiyle “neo-liberal düzen, depolitizasyonla yüklenmiş sivil toplumu, piyasanın tahakkümü altında kontrol edilebilen ve yönlendirilebilen bir yapıya büründürmüştür.” Kamusal alanın gerileyişi ve sivil toplumun çözülüşüne dair bu eleştiri bir başka yazının konusu olan insan hakları sorunuyla da iç içe geçer. Burada bir kez daha yurttaş haklarından arındırılan insan hakları söyleminin Batı'nın sömürge araçlarından birine indirgendiğine dikkat çekilir.
Sonuç olarak kitabın ana izleğinin neo-liberal kapitalizm altında siyasal yapıların ve toplumsallığın uğradığı dönüşüm olduğu ve yazarın bu dönüşümün farklı boyutlarına birden başarıyla odaklandığı söylenebilir. Kitapta ele alınan tüm tezleri ve temaları burada özetlemek ya da her birini tartışmak mümkün değil. Sadece yazarın ele aldığı her tartışmada konunun karmaşıklığına yakışır bir derinlikte kavrayışlar geliştirdiğini söylemek gerekir. Elbette bu, kitaptaki düşüncelerin tartışmaya açık olmadığı anlamına gelmez. Kendi adıma yazarın dikkate almasını önerebileceğim temel nokta, neo-liberal düzene dair yaptığı eleştirel okumaların içine, günümüzde çeşitli toplumsal mücadelelerde ortaya konan ve giderek daha belirginleşen kaçış hatlarını, yeni kamusal alanların ortaya çıkışını, siyasetin geri dönüşünü, yani kısaca direniş ve alternatif siyaset tarzlarının önemine dair bir perspektifi de yedirmesidir. Emre Özcan'ın sonraki kitaplarında bu vurgunun güçlenmesini diliyor, onun düşüncesinin gelişmesine tanıklık etmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Doç. Dr. Alev Özkazanç Kasım, 2013, Ankara