Sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz; düşünmeye büyük bir görevin düştüğü sıkıntılı bir süreçten. Akılın topa tutulduğu ve en büyük günah keçisi olarak görüldüğü, akılsallık zemininin kaydığı bu sıkıntılı dönemde, yine de, en büyük görev akıla, akıl yürütmeye düşüyor. Akıl adına sunulan her şeyin eleştiriye tabi tutulması gerekiyor elbette, ki olan bütün günahların sorumlusunun akılın kendisinin olmadığı, aksine ona belli bir değer atfedilmesinin, onun altının fazlasıyla çizilmesinin olduğu görülebilsin. Akılı bıraktığımızda akılsallıktan vazgeçtiğimizde geriye ne kalır? Bu söylenenlerden bir akıl savunması yapıldığı, akılın meşrulaştırılmaya çalışıldığı sanılmasın! Akılın böyle bir şeye ihtiyacı yok; çünkü bu satırlar da, bu satırlara yapılacak itirazlar da akla dayalı bir düşünmenin ürünüdür. Felsefe, akla dayalı bir düşünmeden başka ne olabilir ki? Akla dayalı düşünme ise ilkeler koyarak yapılan bir akıl yürütme etkinliğidir. Bu akıl yürütme işi yoğun bir hesaplaşmayı da beraberinde getirir. Felsefe bir hesaplaşmadır; öncelikle kendinle, sonra başka felsefecilerle, başka felsefeler ve düşünme biçimleriyle ideolojilerle, dinlerle, mitoslarla vs. Felsefe eleştirel düşünmedir; eleştirinin hedefi kimi zaman felsefenin kendisidir (Nietzsche, Heidegger, Adornoda olduğu gibi); kimi zaman da felsefe diye sunulan dünya görüşleri, dinsel bakışlar, gelenekler vs.dir.
Öte yandan, felsefenin, felsefecinin görünmediği yerde herkes at koşturuyor. Kafalar bulanıklaşıyor, kavramların içi boşaltılıyor; birileri kendi görüşlerine bağlı olarak kavramları içeriklendiriyor. Bunun ne kadar tehlikeli olduğu ise iş işten geçtikten sonra fark ediliyor. Felsefecilerin işini yapmadığı yerde, başkaları onların bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışıyor. Olan da bir bulanıklıktan, kafa karışıklığından başka bir şey değildir. Bundan en çok rahatsız olması gerekenler felsefeciler olmalıyken, onlar olan-bitene seyirci kalmayı tercih edip, kendi dünyalarına çekiliyorlar. Oysa felsefecinin temel görevi kavramlarla hesaplaşmak, onları yeniden içeriklendirmek değil mi? Felsefeciler idelerle ve bu idelere bağlı olarak kavramlarla iş görür, kavramlarla düşüncelerini kurar ve işlerler. Bu işleme işini bıraktıklarında felsefeden başka bir iş yapıyorlardır. Onlar ya bir üniversite hocası, ya bir kitap çevirmeni ya da bir deneme yazarı olmanın ötesine geçememektedirler. Bütün bunlar da bir iştir; ancak felsefecinin işi olmayan bir iş!
Felsefecinin kendi işine sahip çıkması gerekmektedir. Felsefi gelenekten gelen bütün katkılardan yararlanmalı, kendisine yük olan şeylerden de kurtulmalıdır. Felsefeci, eğer kendi işine sahip çıkmaz ve eleştirel bakıştan, eleştirel düşünmeden vazgeçer, kavramlarla iş görmeyi, kavramlarla hesaplaşmayı unutursa, felsefeye en büyük ihaneti yapar. Bu ihanette pay sahibi olmamak için eleştirel düşünmeye, felsefi bakışa her zaman sahip çıkılmalı ve bu bakışa dayalı bir yaşam biçimi benimsenmelidir. Felsefeye ve felsefecilere düşen başlıca görev budur.
Bu kitabın da bu türden bir çabaya katkı sunması temenni edilmektedir. Eleştirel düşünmenin ve eleştirel bakışın gelişmesi için buradaki yazıların da eleştiriye tabi tutulması farklı kavramsallaştırmaların yapılması için gereklidir. Bu nedenle, okuyuculardan bu kitabı eleştirel bir gözle okumaları, metinlere katılmaları, onlarla diyalog kurmaları, bu şekilde onları derinlemesine irdelemeleri beklenmektedir.