Ne yalan söyleyeyim, bana “bakmam” için verilen, göz gezdirmeye başlayınca da içime “çakılan” resimlere (kusura bakmayın, fotoğraf lafına bir türlü ısınamadım gitti) bakınca ilk aklıma düşen Cemal Süreya'nın bir şiiri, o şiirden ismini alan Göçebe kitabı oldu. İstanbul'un minarelerinin “lirik”, köprülerininse “diyalektik” olduğunu söylediği “Göçebe” şiirinin en can acıtan dizelerinde “Biliyorsun ben hangi şehirdeysem / Yalnızlığın başkenti orası” diyen Süreya'nın “şehir” sözcüğünden yabancılaştırdığı (baş)“kent”, tabii ki şehr-i İstanbul'da iyice yalnızlaşıyor, yalınlaşıyor. Aynen resimlerin boyunca zihnimizde hayaller kurduran, hikayeler uyandıran, içimize bir kor gibi düşen ve aynı zamanda üşüten göçün yalnızlığı, tortusu ve müstesna lisanıhâli gibi. Evet, yoksulluğun cümlelerini göremiyoruz belki ama, aynen bir lügatı oluşturan kelimeler gibi mümkün olabilecek her “yansısı” (her “kelimesi”) resimlerden gözümüze doğru yansıyor. Cemal Süreya'nın sözünü ettiği “köprülerdeki” diyalektiği de hatırlayacak olursak, Ece Ayhan'ın (Ece'den söz etmesem Cemal kırılırdı, bilirim) dediği gibi resmin “arabını” (negatifini), arka planını şekillendiriyor.
İlk saptama: Resimdekiler uçuruma baktıkça uçuruma düşecekmiş gibi olan insanlar kadar uzaklar, “neredeymiş bu metropolün çevresi, varoşu?” diye sormanın cehaleti kadar da yakınlar. Şehrin sadece saklanan, baskılanan, görünmez kılınan insanlarının çehrelerini görmüyoruz ki bu resimlerde, aynı zamanda bir sürü hâllerini, âdetlerini, eğlenme biçimlerini, ancak birbirlerine tutunarak hayatta kalabilmelerini ve neticede, ne olursa olsun “yalınkılıç” mücadelelerini de görüyor, hissediyoruz. Her gün belediye otobüsünde karşılaştığımız, aş için, iş için, devletle, merkezle, kamuyla çarpışmak için, belki sağlığına kavuşmak, belki de sağlığını kaybetmek için şehrin çeperlerinden kopup gelen insanların hayatlarındaki sergüzeşti de hayal ediyoruz resim resim. Yanlış anlamayın, unutmayın ki İstanbul'dayız, “çeperler” bazıları tam da şehrin ortasında olabiliyor, illa ki dışına çıkmamız gerekmiyor şehrin sosyal coğrafyasında. Her şey yanyana çünkü bu memleketin en büyük metropolünde, bir zamanlar çöplüğü berhava olan semtinde açılabiliyor anlı şanlı Ikea. Modernleştik ya çöpün patlamayacağı artık kesin, parçaları uçup gitmiş başka semtlere, kokusu başka mahallelere...