Melekle Kukla: Asıl seyir işte o zaman. / O zaman bir araya gelecek varoldukça / Aralıksız böldüğümüz. (Rilke).
Gündelik yaşamımızda yapacağımız işlerle meşgulüzdür. Yapacağımız işleri aklımızda, farkında olmadan ardı ardına, birbirini izleyen bir sırayla önceden tasarlar, anlarız. Bu belli belirsiz anlayış, bir zaman çizelgesi gibidir. Yapacağımız işler de birer süre içinde anlamlıdırlar; onları birer süre olarak tasarlar, sıraya koyarız. Bu nedenle gündelik yaşamı anlayış aslında sayıştır. Söz gelimi önce kahvaltı edeceğimizi, sonra işe gideceğimizi düşünüşümüz, aslında sayma halinde anlayış demektir. Aristoteles, aslında zaman şu: Önce ile sonraya göre devinimin sayısı diyor. Bizim de yaşarken bu zamansal uzanışı belli belirsiz anlayarak ve onunla uyumlu bir halde sayarak yaşıyor olmamız, Orhan Pamuk'un, "Nedir Hayat? Bir Zaman!" dediği gibi, yaşamın anlamının zaman olduğunu gösteriyor. Biz yaşamı teorik bir anlayışla, modern bir özne gibi değil, gündelik telaşla, biraz aylak ve dalgın, bir tür zamansal hesaplama ve sayma halinde, Heidegger'in rechnen mit der Zeit, dediği gibi zamanla anlarız. Bu anlayışımızda zamanı ardı ardına, iç içe geçmiş halde diziyor, aynı zamanda da ona uyum sağlıyoruz. Bu sayışımızdaki dizişte, işlerimizi halletmek için sabah kahvaltısını önce, işe gitmeyi de bu iş bittikten sonra başlayan, farklı bir şey gibi var-sayarız. Oysa sabah kahvaltısının nerede bittiği, gazete okumanın nerede başladığı belirsizdir. Onları ayıran saat zamanını biz uydurur, gerçekmiş gibi yaşarız. Zaman kendi içinde kesintisiz, sürekli bir seyir halindedir. Aşil'in kaplumbağayı hiçbir zaman geçemeyişini hayal ettiğimiz, uzamsal noktalarla sınırlandırılıp duraklatılmamış, saf sayısal bir süreklilik...
Yaşamın anlamı, bizim onu sayarak böldüğümüzde, kendi içinde Bir olarak akan zamandan başka bir şey değildir aslında... Günlük yaşamdaki telaş ve dalgınlığımız, aylaklığımız, bizim bu bölünmemiş seyri duyabilmemiz için bir olanaktır. Bu olanak sayesinde bazen, var olmakta olanın kendisinin, biz bölerek saydığımızda, aslında kendi kökeninden hiç kesintiye uğramadan, bölünmeden akmakta olduğunu duyar gibi oluruz, işte yaşamın anlamına yaklaştığımız anlar, böyle anlardır. Seyrine daldığımız, temaşa ettiğimiz, güneşin kendisine bakar gibi gözlerimiz kısıp seyrettiğimiz bu anlarda, zaten hiç ayrışmamış olan, bizim için anlamlı olan bölünmüş parçaların Birliği olarak bize görünür gibi olur. Kısa bir süre, bir göz kırpması süresinde seyredilebilir.
Melekle Kukla: Asıl seyir işte o zaman. / O zaman bir araya gelecek varoldukça / Aralıksız böldüğümüz. (Rilke).
Gündelik yaşamımızda yapacağımız işlerle meşgulüzdür. Yapacağımız işleri aklımızda, farkında olmadan ardı ardına, birbirini izleyen bir sırayla önceden tasarlar, anlarız. Bu belli belirsiz anlayış, bir zaman çizelgesi gibidir. Yapacağımız işler de birer süre içinde anlamlıdırlar; onları birer süre olarak tasarlar, sıraya koyarız. Bu nedenle gündelik yaşamı anlayış aslında sayıştır. Söz gelimi önce kahvaltı edeceğimizi, sonra işe gideceğimizi düşünüşümüz, aslında sayma halinde anlayış demektir. Aristoteles, aslında zaman şu: Önce ile sonraya göre devinimin sayısı diyor. Bizim de yaşarken bu zamansal uzanışı belli belirsiz anlayarak ve onunla uyumlu bir halde sayarak yaşıyor olmamız, Orhan Pamuk'un, "Nedir Hayat? Bir Zaman!" dediği gibi, yaşamın anlamının zaman olduğunu gösteriyor. Biz yaşamı teorik bir anlayışla, modern bir özne gibi değil, gündelik telaşla, biraz aylak ve dalgın, bir tür zamansal hesaplama ve sayma halinde, Heidegger'in rechnen mit der Zeit, dediği gibi zamanla anlarız. Bu anlayışımızda zamanı ardı ardına, iç içe geçmiş halde diziyor, aynı zamanda da ona uyum sağlıyoruz. Bu sayışımızdaki dizişte, işlerimizi halletmek için sabah kahvaltısını önce, işe gitmeyi de bu iş bittikten sonra başlayan, farklı bir şey gibi var-sayarız. Oysa sabah kahvaltısının nerede bittiği, gazete okumanın nerede başladığı belirsizdir. Onları ayıran saat zamanını biz uydurur, gerçekmiş gibi yaşarız. Zaman kendi içinde kesintisiz, sürekli bir seyir halindedir. Aşil'in kaplumbağayı hiçbir zaman geçemeyişini hayal ettiğimiz, uzamsal noktalarla sınırlandırılıp duraklatılmamış, saf sayısal bir süreklilik...
Yaşamın anlamı, bizim onu sayarak böldüğümüzde, kendi içinde Bir olarak akan zamandan başka bir şey değildir aslında... Günlük yaşamdaki telaş ve dalgınlığımız, aylaklığımız, bizim bu bölünmemiş seyri duyabilmemiz için bir olanaktır. Bu olanak sayesinde bazen, var olmakta olanın kendisinin, biz bölerek saydığımızda, aslında kendi kökeninden hiç kesintiye uğramadan, bölünmeden akmakta olduğunu duyar gibi oluruz, işte yaşamın anlamına yaklaştığımız anlar, böyle anlardır. Seyrine daldığımız, temaşa ettiğimiz, güneşin kendisine bakar gibi gözlerimiz kısıp seyrettiğimiz bu anlarda, zaten hiç ayrışmamış olan, bizim için anlamlı olan bölünmüş parçaların Birliği olarak bize görünür gibi olur. Kısa bir süre, bir göz kırpması süresinde seyredilebilir.