Stephen Castles'in “göçler çağı” olarak tanımladığı 21. yüzyılda, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte küreselleşme ve uluslararası göç sürecinde yaşanan yoğunlaşma ve karmaşıklaşma, göç olgusunun analizini oldukça çok boyutlu bir biçime kavuşturmuştur. Nicos Papastergiadis'in “türbülans”a benzettiği uluslararası göçün defacto olarak yarattığı çokkültürlülük ve melezleşme, beraberinde toplumlardaki farklılıkların nasıl yönetileceği meselesini gündeme getirmiştir.
İç göçler ya da uluslararası göçler, şüphesiz yalnızca göçmenlerin hayatını değiştirmiyor. Özellikle uluslararası göç olgusu tüm dünyada siyasal sistemleri, ulus-devlet yapısını, vatandaşlık ilişkilerini, kent yaşamının örgütlenmesini de dönüşüme ve değişmeye zorluyor. Göç sonucunda yapısal faktörlerin yanında kültür, aile ve kuşak sorunları, etnik gruplar ve ulus-aşırı sosyal ilişki ağlarının da göç araştırmalarına dahil edilmesi söz konusu.
Türkiye'nin kuzeye gitmek isteyen göçmenler açısından geçiş bölgesi olma karakterini göz önüne aldığımızda, ülkemizde göç endüstrisinin yarattığı insanlık dramları, mülteciler problemi, yapısal önlemlerin yetersizliği analiz edilmeyi bekliyor. İdealKent dergisinin GÖÇ-I ve GÖÇ-II sayılarında mülteciler üzerine analizler içeren çok değerli çalışmalar yer alıyor. Hem iç göçler hem de uluslararası göçlerin yakın gelecekte yavaşlayacağına dair bir işaret görünmüyor. İdealKent dergisinin bu sayısı, iç göçlerin ve uluslararası göçlerin yarattığı sorunların kültürel, ekonomik, siyasal ve sosyolojik sonuçlarını anlamak için çok boyutlu analizler içeren çalışmaları okuyucuların dikkatine sunuyor.
Aslında tek sayı olarak çıkarmayı planladığımız İdealKent göç sayısı elimize ulaşan çok sayıda çalışma nedeniyle iki sayı olarak çıkıyor. İdealKent dergisinin hem GÖÇ-I sayısı hem de çıkacak bir sonraki GÖÇ-II sayısında yer alan çalışmalar, özgün perspektifleriyle göç alanına farklı zaviyelerden değerli katkılar sunuyor.
İlk olarak entegrasyon ve uyum tartışmalarını ve modellerini tarihsel bir perspektifle ele alan Ayhan Kaya, “Türkiye'de Göç ve Uyum Tartışmaları: Geçmişe Dönük Bir Bakış” başlıklı makalesinde özellikle Türkiye'nin göç deneyimlerine odaklanarak; hoşgörü, misafirperverlik, merhamet toplumu gibi kavramları masaya yatırıyor. Sıklıkla gündelik dilde tekrarlanan hoşgörü vb. kavramlar ve anlayışlar yerine, hak temelli bir anlayışla göçmenlerin temel haklarının altını çizen ve onlara eşitlik ilkesi içerisinde davranılmasını anlatan yaklaşımların bürokraside benimsenmesi ve bu yönde bilgilendirme çalışmalarının yapılmasını öneren Kaya'nın makalesi entegrasyon konusundaki literatüre oldukça özgün bir katkı sunuyor.
Ankara Üniversitesi Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezinin de içinde yer aldığı MIGLINK (Göç ve Kalkınma. Küresel Yönetişimde Sivil Toplumun Yeri) başlıklı uluslararası araştırma projesi için Gülay Toksöz'ün kaleme aldığı Göç ve Kalkınma İçin Küresel Forum (GKKF) metni, sivil toplum örgütlerinin göç konusunda politika oluşturma sürecindeki rolüne odaklanan bir perspektif sunuyor. GKKF, katılımcı ülke hükümetlerinin göç konularında kendi aralarında deneyim ve düşünce paylaşımlarını arttırmayı hedefleyen bir diyalog platformu olmakla birlikte göç konusunda çalışan sivil toplum örgütlerinin de Foruma aktif katılımı söz konusudur. Birleşmiş Milletlerin desteğiyle organize edilen forumun emek göçü ve hareketliliği; göç ve kalkınma ilişkisi ve forumun geleceği temaları üzerinde odaklandığı ve göç konusundaki eğilimleri tespit etmeyi ve politika önermeyi öncelikli hedef olarak gözettiği söylenebilir.
“Bir Göç Hikayesi: Columbus Somali Diasporası” adlı makalesiyle Fatih Yıldırım ise Amerika'nın Columbus kentinde yaşayan Somali Diasporası'nın yüz yüze kaldığı zorlukların bilançosunu çıkarmaya çalışarak, Columbus şehrinde Somalililer üzerine yaptığı saha araştırmasının sonuçlarına dayalı olarak Türkiye'nin gündemine yeni giren Suriyeli ve Iraklı mülteciler için sınırlı düzeyde de olsa bazı ödevler çıkarmamızı teklif ediyor.
Boston Üniversitesi Antropoloji bölümünde çalışmalarına devam eden ve Türkiye üzerine çeşitli çalışmalarıyla tanınan Jenny White'ın “Yeni Almanya'daki Türkler” başlığını taşıyan makalesindeki güçlü argümanlar bugün bile tazeliğini koruduğu için orjinali 1990'llı yılların sonunda yazılmış olsa da özel sayıda bir çeviri metin olarak yerini aldı. Söz konusu makalede White, Almanya'daki Türkiyeli göçmenlerin deneyimledikleri kimlik inşa süreçlerinin olası tutarlılık ve tutarsızlıklarını analiz ediyor. Kimlik inşa süreçlerinin muhayyel doğasına vurgu yaparak, Türk/yabancı, kan/vatandaşlık, Alman/Avrupalı, ulusal/ulus ötesi gibi rekabet halindeki pek çok unsurun mevcudiyetinin uyum sürecini zorlaştırdığını ve belirsizleştirdiğini öne sürüyor. Ayrıca White, uyum meselesi etrafında Almanlar ve Türklerin aile, namus ve birey ilişkileri konusundaki bakışımsız/örtüşmeyen algılarının temellerini tartışmaya açıyor. Ahmet Yükleyen, “Hollanda ve Almanya'da Devlet Politikaları ve İslam: Milli Görüş Örneği” adlı makalesinde, Almanya ve Hollanda'daki milli görüş hareketinin deneyimlerine referansla, hükümetlerin kurumsal yapılarının ve devlet politikalarının Avrupa İslam'ının şekillenmesinde ne tür bir rol oynadığını analiz ediyor. Almanya'nın kısmen dışlayıcı politikaları ile Hollanda'nın çokkültürlülük politikalarının İslami örgütlerin devletle ve toplumla kuracağı ilişkiyi doğrudan etkilediğini öne süren makale, Almanya'nın sosyo-politik sisteminin milli görüş hareketinin uyum konusunda isteksizliğinin ve karşılıklı güvensiz ilişkilerin tohumlarını ektiğini tespit ediyor. Buna karşılık Yükleyen, Hollanda'nın çokkültürlü politik sisteminin devlet ve İslami kuruluşlar arasında güvene dayalı ilişkilerin ve uyumun daha kolay bir yoldan ilerlemesinin önünü açtığını vurguluyor.
“Neoliberalizm ve Almanya'da Güçlenen Yeni Irkçılığın Hedefindeki Türkler” makalesinde her ne kadar Almanya'daki yeni ırkçılık üzerine kapsamlı bir teorik değerlendirme sunmasa da okuru Almanya'daki yeni sağ politikaların üzerinde yükselen yeni ırkçılık kavramıyla tanıştırmayı deneyen Can Ünver, ekonomik köktencilik diyebileceğimiz neoliberalizmin dayattığı bireyciliğin ve acımasız rekabetin Alman toplumunun sosyal dokusunu ve sosyal devlet yapısını aşındırarak göçmen karşıtı bir iklimi nasıl yarattığını başarılı bir şekilde gözler önüne seriyor. Almanya'da topluma göçmenler konusunda sürekli olumsuz mesajlar vermeyi hedefleyen bazı yeni sağ politikaların/politikacıların Almanya'daki refah şovenizmi ile kol kola giren yeni ırkçı hareketleri teşvik ettiğini tespit ediyor. Belçika'nın Brüksel kentinde ve Flaman bölgesinde yaptığı saha araştırmasının verilerine dayanan araştırmasında Filiz Göktuna Yaylacı, Belçika'da yaşayan Türklerin iletişim kalıplarının yeni iletişim teknolojileri sayesinde çok katmanlı hale gelen yapısının, ev sahibi toplumla ilişkileri ve uyum sürecini nasıl şekillendirdiğini ele alıyor. “Belçika'da Yaşayan Türklerin Etik Toplumsal İletişim Süreçlerine Katılımları: Emirdağ ve Posof Kökenliler Örneği” başlığını taşıyan makale esas olarak, iletişim kaynaklarının çeşitlenmesi ve kolaylaşmasının Türklerin yoğun Türkçe kullanımı, hemşerilik ve akrabalardan oluşan sınırlı bir toplumsal çevre ve iletişimin “etnikleşmesi” diyebileceğimiz kapalı bir “mahalle kültürünü” Belçika'da deneyimlemesinin önünü açtığını ileri sürüyor.
Bourdieu'nun kavram setiyle göç meselesini ilişkisel gerçekçilik diyebileceğimiz bir yöntemle ele alan Yasemin Akis Kalaylıoğlu, “Uluslararası Göç Bağlamında Bourdieu'nun Kavramları: Ankara'da Yaşayan İranlılar Örneği” başlığını verdiği çalışmasında özgün bir denemeye girişiyor. Ankara'da yaşayan İranlı göçmenlerin Türkiye'ye göç etmelerinin gerisindeki motivasyonları ve bu göçün niteliğini dinamik bir şekilde Bourdieu'nun kavramlarıyla anlamayı teklif eden makale, böylelikle göçmenlerin deneyimlerini şekillendiren güç ilişkilerini, çatışma ve mücadele “alan”larını göç “oyun”una dahil ediyor. Son olarak, sahip olunan sosyal ve kültürel sermayenin ve habitusların İranlı göçmenlerin istikametini nasıl belirlediğini saha araştırmasından etkileyici örneklerle gözler önüne seriyor. “Davetsiz Misafirler: Türkiye'deki Mültecilerin Maduniyet Görünümleri” makalesi ile evsahibi ve misafir metaforlarının Türkiye'deki tecrübe edilme biçimleri ile mültecilere yönelik etkili bir teorik analiz sunan Safiye Altıntaş, Türkiye'deki vatandaşlık ve misafirlik (yabancı-mülteci) anlayışının, vazife/görev ön kabulünden hareket ettiğini ve bu anlayışın madun-mültecilerin konumlarını anlamlandırmada önemli bir kerteriz noktası olduğunu iddia ediyor. Dışarıdan gelen ve geçici olduğu sabit görülen misafirden beklenen fazla rahat davranmamak, misafirliği gereğinden fazla uzatmamak, ev sahibi hakkında yerli-yersiz yorumlarda bulunmamak, verilenle yetinmek (bir anlamda “misafir umduğunu değil bulduğunu yer” anlayışı), kurulu düzeni bozmamak olarak kodlanmaktadır. Makalenin maduniyet kavramsallaştıması ile tanımladığı mültecilere ilişkin en önemli tespiti ise onların iktidarın insan hakları söyleminin tahakküm nesnesi kılınması ile ilgili: “Madun-mültecilerin statü göstergesi ve ulus-devlet aidiyetliği olarak kabul edilen vatandaşlıklarını geride bırakarak çıktıkları umut yolculuğunda, transit ve varış ülkesinde yabancılıkları yardım nesnesi olarak insani(yetçi) bir tahakkümle indirgemeci yaklaşımlarla sınırlandırılmaktadır.”
“Bursa'da Alman Olmak” başlıklı çalışmasında, Alman Bursalılar üzerine bir saha araştırması yapan Barbara Pusch ilginç bir çalışmaya imza atıyor ve Almanların Türkiye deneyimlerine odaklanıyor. Özellikle tekstil ve otomotiv sektörlerinde çalışmak üzere Bursa'ya yerleşmiş olan Almanların buradaki yaşamlarından kesitler sunan makalesinde Pusch Almanların ve Almanya'dan dönen Türkiye kökenli göçmenlerin Bursa'daki yaşam ve çalışma koşullarını belirleyen küresel ve yerel farklı etkenleri anlamaya çalışıyor. Pusch, Bursa'da yoğunlaşan yerli ve yabancı tekstil ve otomotiv sektöründeki şirketlerin yalnız kentteki yerli nüfusa istihdam sağlamadığını, örneğin yüksek eğitimli Türkiye kökenli ve Alman göçmen gruplarını da Bursa'ya çektiğini öne sürüyor.
“Hayalet Göç: Yaşam Kalitesi Arayışında Türkiye Kıyı Yerleşmelerine Yönelen Avrupalı Emekliler” adlı özgün çalışmasında Nilgün Tamer Görer, alanyazında emekli göçü, yaşam tarzı göçü, konfor göçü, ikinci konut göçü gibi kavramlar etrafında tartışılan göçün Türkiye'deki panaromasını oldukça dinamik analizlerle ve verilerle çıkarmaya çalışıyor. Türkiye'deki kıyı yerleşmelerindeki Avrupalı emekliler üzerinden yaşam tarzı göçünü ele alan makalesinde Nilgün Tamer Görer, bu tarzdaki “göçer”lerin gittikleri yerlerin kültürel dokusunu, mekânsal organizasyonunu ve sosyo-ekonomik yapısını (özellikle emlak değerlerinin değişimi noktasında) dinamik bir şekilde etkilediğini ve bu unsurlardan kısmen etkilendiklerini ileri sürüyor. Yazar, zengin verilerle desteklediği makalesinin önemli bir bölümünü Türkiye ile başka turizm ülkelerini yaşam tarzı göçünün etkileri açısından analitik bir karşılaştırmaya ayırıyor. Özellikle emekli göçerlerin Türkiye'ye etkilerinin eknomik, sosyal ve kültürel etkileri konusunda alanyazındaki sessizliği bozan bu çalışma, kıyıda kalmış verilerin gün yüzüne çıkması ve görünürlük kazanması açısından çok değerli bir çabayı içeriyor.
“Göçmen Kürt Gençlerinde Kültürel Değişim Parametreleri: İnegöl Huzur Mahallesinde Saha Çalışmasından İzlenimler” başlıklı çalışmalarında Deniz Aşkın ve Fuat Güllüpınar özellikle 1990'lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu illerinden Batıdaki illere göç etmek zorunda kalan Kürt göçmenlerin deneyimlerini, İnegöl'ün Huzur mahallesinde yapılan saha araştırmasının verilerine dayanarak anlamayı deniyorlar. Araştırma, sosyal dışlanma, kent yaşamına uyum, toplumsal cinsiyet, geleneksel ve dinsel davranış örüntüleri üzerinden Kürt göçmenlerin ve çocuklarının deneyimlerine referansla göçten kaynaklanan henüz cılız görünen kültürel dönüşümlerin izlerini sürmektedir. Kadın-erkek ilişkileri, kadın istihdamı, akraba evliliği, hemşerilik ve dindarlık konularında Kürt göçmenlerin kuşaklar arası farklı tutumlarını gözler önüne seren saha araştırması; sözkonusu kültürel dönüşümün henüz yavaş bir seyir izlediğini ancak ikinci kuşak gençlerin çoğu durumda ebeveynlerinin bilinçli olarak kaçındığı kentin popüler kültürünü örnek aldığını ve benimsediğini tespit ediyor.
Son olarak, İdealKent'in elinizdeki 14. sayısı ve çıkacak olan bir sonraki sayı olan 15. sayısının bu kadar kapsamlı ve zengin bir içerikle çıkabilmesini sağladıkları için her iki sayıda yer alan ve göç alanyazınına emek vermiş çok değerli yazarlara katkılarından dolayı tek tek teşekkür ediyorum. Ayrıca bu süreçte, İdealKent dergisinin göç özel sayısının editörlüğü üstlenmem konusundaki nazik teklifi için Mustafa Altunoğlu'na içtenlikle teşekkürü borç biliyorum. Elinizdeki çalışmanın gelecekte yapılacak başka göç çalışmalarına ilham vermesini ümit ediyorum.
Stephen Castles'in “göçler çağı” olarak tanımladığı 21. yüzyılda, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte küreselleşme ve uluslararası göç sürecinde yaşanan yoğunlaşma ve karmaşıklaşma, göç olgusunun analizini oldukça çok boyutlu bir biçime kavuşturmuştur. Nicos Papastergiadis'in “türbülans”a benzettiği uluslararası göçün defacto olarak yarattığı çokkültürlülük ve melezleşme, beraberinde toplumlardaki farklılıkların nasıl yönetileceği meselesini gündeme getirmiştir.
İç göçler ya da uluslararası göçler, şüphesiz yalnızca göçmenlerin hayatını değiştirmiyor. Özellikle uluslararası göç olgusu tüm dünyada siyasal sistemleri, ulus-devlet yapısını, vatandaşlık ilişkilerini, kent yaşamının örgütlenmesini de dönüşüme ve değişmeye zorluyor. Göç sonucunda yapısal faktörlerin yanında kültür, aile ve kuşak sorunları, etnik gruplar ve ulus-aşırı sosyal ilişki ağlarının da göç araştırmalarına dahil edilmesi söz konusu.
Türkiye'nin kuzeye gitmek isteyen göçmenler açısından geçiş bölgesi olma karakterini göz önüne aldığımızda, ülkemizde göç endüstrisinin yarattığı insanlık dramları, mülteciler problemi, yapısal önlemlerin yetersizliği analiz edilmeyi bekliyor. İdealKent dergisinin GÖÇ-I ve GÖÇ-II sayılarında mülteciler üzerine analizler içeren çok değerli çalışmalar yer alıyor. Hem iç göçler hem de uluslararası göçlerin yakın gelecekte yavaşlayacağına dair bir işaret görünmüyor. İdealKent dergisinin bu sayısı, iç göçlerin ve uluslararası göçlerin yarattığı sorunların kültürel, ekonomik, siyasal ve sosyolojik sonuçlarını anlamak için çok boyutlu analizler içeren çalışmaları okuyucuların dikkatine sunuyor.
Aslında tek sayı olarak çıkarmayı planladığımız İdealKent göç sayısı elimize ulaşan çok sayıda çalışma nedeniyle iki sayı olarak çıkıyor. İdealKent dergisinin hem GÖÇ-I sayısı hem de çıkacak bir sonraki GÖÇ-II sayısında yer alan çalışmalar, özgün perspektifleriyle göç alanına farklı zaviyelerden değerli katkılar sunuyor.
İlk olarak entegrasyon ve uyum tartışmalarını ve modellerini tarihsel bir perspektifle ele alan Ayhan Kaya, “Türkiye'de Göç ve Uyum Tartışmaları: Geçmişe Dönük Bir Bakış” başlıklı makalesinde özellikle Türkiye'nin göç deneyimlerine odaklanarak; hoşgörü, misafirperverlik, merhamet toplumu gibi kavramları masaya yatırıyor. Sıklıkla gündelik dilde tekrarlanan hoşgörü vb. kavramlar ve anlayışlar yerine, hak temelli bir anlayışla göçmenlerin temel haklarının altını çizen ve onlara eşitlik ilkesi içerisinde davranılmasını anlatan yaklaşımların bürokraside benimsenmesi ve bu yönde bilgilendirme çalışmalarının yapılmasını öneren Kaya'nın makalesi entegrasyon konusundaki literatüre oldukça özgün bir katkı sunuyor.
Ankara Üniversitesi Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezinin de içinde yer aldığı MIGLINK (Göç ve Kalkınma. Küresel Yönetişimde Sivil Toplumun Yeri) başlıklı uluslararası araştırma projesi için Gülay Toksöz'ün kaleme aldığı Göç ve Kalkınma İçin Küresel Forum (GKKF) metni, sivil toplum örgütlerinin göç konusunda politika oluşturma sürecindeki rolüne odaklanan bir perspektif sunuyor. GKKF, katılımcı ülke hükümetlerinin göç konularında kendi aralarında deneyim ve düşünce paylaşımlarını arttırmayı hedefleyen bir diyalog platformu olmakla birlikte göç konusunda çalışan sivil toplum örgütlerinin de Foruma aktif katılımı söz konusudur. Birleşmiş Milletlerin desteğiyle organize edilen forumun emek göçü ve hareketliliği; göç ve kalkınma ilişkisi ve forumun geleceği temaları üzerinde odaklandığı ve göç konusundaki eğilimleri tespit etmeyi ve politika önermeyi öncelikli hedef olarak gözettiği söylenebilir.
“Bir Göç Hikayesi: Columbus Somali Diasporası” adlı makalesiyle Fatih Yıldırım ise Amerika'nın Columbus kentinde yaşayan Somali Diasporası'nın yüz yüze kaldığı zorlukların bilançosunu çıkarmaya çalışarak, Columbus şehrinde Somalililer üzerine yaptığı saha araştırmasının sonuçlarına dayalı olarak Türkiye'nin gündemine yeni giren Suriyeli ve Iraklı mülteciler için sınırlı düzeyde de olsa bazı ödevler çıkarmamızı teklif ediyor.
Boston Üniversitesi Antropoloji bölümünde çalışmalarına devam eden ve Türkiye üzerine çeşitli çalışmalarıyla tanınan Jenny White'ın “Yeni Almanya'daki Türkler” başlığını taşıyan makalesindeki güçlü argümanlar bugün bile tazeliğini koruduğu için orjinali 1990'llı yılların sonunda yazılmış olsa da özel sayıda bir çeviri metin olarak yerini aldı. Söz konusu makalede White, Almanya'daki Türkiyeli göçmenlerin deneyimledikleri kimlik inşa süreçlerinin olası tutarlılık ve tutarsızlıklarını analiz ediyor. Kimlik inşa süreçlerinin muhayyel doğasına vurgu yaparak, Türk/yabancı, kan/vatandaşlık, Alman/Avrupalı, ulusal/ulus ötesi gibi rekabet halindeki pek çok unsurun mevcudiyetinin uyum sürecini zorlaştırdığını ve belirsizleştirdiğini öne sürüyor. Ayrıca White, uyum meselesi etrafında Almanlar ve Türklerin aile, namus ve birey ilişkileri konusundaki bakışımsız/örtüşmeyen algılarının temellerini tartışmaya açıyor. Ahmet Yükleyen, “Hollanda ve Almanya'da Devlet Politikaları ve İslam: Milli Görüş Örneği” adlı makalesinde, Almanya ve Hollanda'daki milli görüş hareketinin deneyimlerine referansla, hükümetlerin kurumsal yapılarının ve devlet politikalarının Avrupa İslam'ının şekillenmesinde ne tür bir rol oynadığını analiz ediyor. Almanya'nın kısmen dışlayıcı politikaları ile Hollanda'nın çokkültürlülük politikalarının İslami örgütlerin devletle ve toplumla kuracağı ilişkiyi doğrudan etkilediğini öne süren makale, Almanya'nın sosyo-politik sisteminin milli görüş hareketinin uyum konusunda isteksizliğinin ve karşılıklı güvensiz ilişkilerin tohumlarını ektiğini tespit ediyor. Buna karşılık Yükleyen, Hollanda'nın çokkültürlü politik sisteminin devlet ve İslami kuruluşlar arasında güvene dayalı ilişkilerin ve uyumun daha kolay bir yoldan ilerlemesinin önünü açtığını vurguluyor.
“Neoliberalizm ve Almanya'da Güçlenen Yeni Irkçılığın Hedefindeki Türkler” makalesinde her ne kadar Almanya'daki yeni ırkçılık üzerine kapsamlı bir teorik değerlendirme sunmasa da okuru Almanya'daki yeni sağ politikaların üzerinde yükselen yeni ırkçılık kavramıyla tanıştırmayı deneyen Can Ünver, ekonomik köktencilik diyebileceğimiz neoliberalizmin dayattığı bireyciliğin ve acımasız rekabetin Alman toplumunun sosyal dokusunu ve sosyal devlet yapısını aşındırarak göçmen karşıtı bir iklimi nasıl yarattığını başarılı bir şekilde gözler önüne seriyor. Almanya'da topluma göçmenler konusunda sürekli olumsuz mesajlar vermeyi hedefleyen bazı yeni sağ politikaların/politikacıların Almanya'daki refah şovenizmi ile kol kola giren yeni ırkçı hareketleri teşvik ettiğini tespit ediyor. Belçika'nın Brüksel kentinde ve Flaman bölgesinde yaptığı saha araştırmasının verilerine dayanan araştırmasında Filiz Göktuna Yaylacı, Belçika'da yaşayan Türklerin iletişim kalıplarının yeni iletişim teknolojileri sayesinde çok katmanlı hale gelen yapısının, ev sahibi toplumla ilişkileri ve uyum sürecini nasıl şekillendirdiğini ele alıyor. “Belçika'da Yaşayan Türklerin Etik Toplumsal İletişim Süreçlerine Katılımları: Emirdağ ve Posof Kökenliler Örneği” başlığını taşıyan makale esas olarak, iletişim kaynaklarının çeşitlenmesi ve kolaylaşmasının Türklerin yoğun Türkçe kullanımı, hemşerilik ve akrabalardan oluşan sınırlı bir toplumsal çevre ve iletişimin “etnikleşmesi” diyebileceğimiz kapalı bir “mahalle kültürünü” Belçika'da deneyimlemesinin önünü açtığını ileri sürüyor.
Bourdieu'nun kavram setiyle göç meselesini ilişkisel gerçekçilik diyebileceğimiz bir yöntemle ele alan Yasemin Akis Kalaylıoğlu, “Uluslararası Göç Bağlamında Bourdieu'nun Kavramları: Ankara'da Yaşayan İranlılar Örneği” başlığını verdiği çalışmasında özgün bir denemeye girişiyor. Ankara'da yaşayan İranlı göçmenlerin Türkiye'ye göç etmelerinin gerisindeki motivasyonları ve bu göçün niteliğini dinamik bir şekilde Bourdieu'nun kavramlarıyla anlamayı teklif eden makale, böylelikle göçmenlerin deneyimlerini şekillendiren güç ilişkilerini, çatışma ve mücadele “alan”larını göç “oyun”una dahil ediyor. Son olarak, sahip olunan sosyal ve kültürel sermayenin ve habitusların İranlı göçmenlerin istikametini nasıl belirlediğini saha araştırmasından etkileyici örneklerle gözler önüne seriyor. “Davetsiz Misafirler: Türkiye'deki Mültecilerin Maduniyet Görünümleri” makalesi ile evsahibi ve misafir metaforlarının Türkiye'deki tecrübe edilme biçimleri ile mültecilere yönelik etkili bir teorik analiz sunan Safiye Altıntaş, Türkiye'deki vatandaşlık ve misafirlik (yabancı-mülteci) anlayışının, vazife/görev ön kabulünden hareket ettiğini ve bu anlayışın madun-mültecilerin konumlarını anlamlandırmada önemli bir kerteriz noktası olduğunu iddia ediyor. Dışarıdan gelen ve geçici olduğu sabit görülen misafirden beklenen fazla rahat davranmamak, misafirliği gereğinden fazla uzatmamak, ev sahibi hakkında yerli-yersiz yorumlarda bulunmamak, verilenle yetinmek (bir anlamda “misafir umduğunu değil bulduğunu yer” anlayışı), kurulu düzeni bozmamak olarak kodlanmaktadır. Makalenin maduniyet kavramsallaştıması ile tanımladığı mültecilere ilişkin en önemli tespiti ise onların iktidarın insan hakları söyleminin tahakküm nesnesi kılınması ile ilgili: “Madun-mültecilerin statü göstergesi ve ulus-devlet aidiyetliği olarak kabul edilen vatandaşlıklarını geride bırakarak çıktıkları umut yolculuğunda, transit ve varış ülkesinde yabancılıkları yardım nesnesi olarak insani(yetçi) bir tahakkümle indirgemeci yaklaşımlarla sınırlandırılmaktadır.”
“Bursa'da Alman Olmak” başlıklı çalışmasında, Alman Bursalılar üzerine bir saha araştırması yapan Barbara Pusch ilginç bir çalışmaya imza atıyor ve Almanların Türkiye deneyimlerine odaklanıyor. Özellikle tekstil ve otomotiv sektörlerinde çalışmak üzere Bursa'ya yerleşmiş olan Almanların buradaki yaşamlarından kesitler sunan makalesinde Pusch Almanların ve Almanya'dan dönen Türkiye kökenli göçmenlerin Bursa'daki yaşam ve çalışma koşullarını belirleyen küresel ve yerel farklı etkenleri anlamaya çalışıyor. Pusch, Bursa'da yoğunlaşan yerli ve yabancı tekstil ve otomotiv sektöründeki şirketlerin yalnız kentteki yerli nüfusa istihdam sağlamadığını, örneğin yüksek eğitimli Türkiye kökenli ve Alman göçmen gruplarını da Bursa'ya çektiğini öne sürüyor.
“Hayalet Göç: Yaşam Kalitesi Arayışında Türkiye Kıyı Yerleşmelerine Yönelen Avrupalı Emekliler” adlı özgün çalışmasında Nilgün Tamer Görer, alanyazında emekli göçü, yaşam tarzı göçü, konfor göçü, ikinci konut göçü gibi kavramlar etrafında tartışılan göçün Türkiye'deki panaromasını oldukça dinamik analizlerle ve verilerle çıkarmaya çalışıyor. Türkiye'deki kıyı yerleşmelerindeki Avrupalı emekliler üzerinden yaşam tarzı göçünü ele alan makalesinde Nilgün Tamer Görer, bu tarzdaki “göçer”lerin gittikleri yerlerin kültürel dokusunu, mekânsal organizasyonunu ve sosyo-ekonomik yapısını (özellikle emlak değerlerinin değişimi noktasında) dinamik bir şekilde etkilediğini ve bu unsurlardan kısmen etkilendiklerini ileri sürüyor. Yazar, zengin verilerle desteklediği makalesinin önemli bir bölümünü Türkiye ile başka turizm ülkelerini yaşam tarzı göçünün etkileri açısından analitik bir karşılaştırmaya ayırıyor. Özellikle emekli göçerlerin Türkiye'ye etkilerinin eknomik, sosyal ve kültürel etkileri konusunda alanyazındaki sessizliği bozan bu çalışma, kıyıda kalmış verilerin gün yüzüne çıkması ve görünürlük kazanması açısından çok değerli bir çabayı içeriyor.
“Göçmen Kürt Gençlerinde Kültürel Değişim Parametreleri: İnegöl Huzur Mahallesinde Saha Çalışmasından İzlenimler” başlıklı çalışmalarında Deniz Aşkın ve Fuat Güllüpınar özellikle 1990'lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu illerinden Batıdaki illere göç etmek zorunda kalan Kürt göçmenlerin deneyimlerini, İnegöl'ün Huzur mahallesinde yapılan saha araştırmasının verilerine dayanarak anlamayı deniyorlar. Araştırma, sosyal dışlanma, kent yaşamına uyum, toplumsal cinsiyet, geleneksel ve dinsel davranış örüntüleri üzerinden Kürt göçmenlerin ve çocuklarının deneyimlerine referansla göçten kaynaklanan henüz cılız görünen kültürel dönüşümlerin izlerini sürmektedir. Kadın-erkek ilişkileri, kadın istihdamı, akraba evliliği, hemşerilik ve dindarlık konularında Kürt göçmenlerin kuşaklar arası farklı tutumlarını gözler önüne seren saha araştırması; sözkonusu kültürel dönüşümün henüz yavaş bir seyir izlediğini ancak ikinci kuşak gençlerin çoğu durumda ebeveynlerinin bilinçli olarak kaçındığı kentin popüler kültürünü örnek aldığını ve benimsediğini tespit ediyor.
Son olarak, İdealKent'in elinizdeki 14. sayısı ve çıkacak olan bir sonraki sayı olan 15. sayısının bu kadar kapsamlı ve zengin bir içerikle çıkabilmesini sağladıkları için her iki sayıda yer alan ve göç alanyazınına emek vermiş çok değerli yazarlara katkılarından dolayı tek tek teşekkür ediyorum. Ayrıca bu süreçte, İdealKent dergisinin göç özel sayısının editörlüğü üstlenmem konusundaki nazik teklifi için Mustafa Altunoğlu'na içtenlikle teşekkürü borç biliyorum. Elinizdeki çalışmanın gelecekte yapılacak başka göç çalışmalarına ilham vermesini ümit ediyorum.