#smrgKİTABEVİ İyi Ki Tiyatro Var: Oyunlar... Düşler... Anılar... - 2014

Kondisyon:
Yeni
Basıldığı Matbaa:
Dizi Adı:
Sanat Dizisi
ISBN-10:
9786056451461
Kargoya Teslim Süresi:
3&6
Stok Kodu:
1199173620
Boyut:
14x20
Sayfa Sayısı:
134 s.
Basım Yeri:
İzmir
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2014
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
3. Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
indirimli
112,00
Havale/EFT ile: 108,64
Siparişiniz 3&6 iş günü arasında kargoda
1199173620
559736
İyi Ki Tiyatro Var: Oyunlar... Düşler... Anılar... -        2014
İyi Ki Tiyatro Var: Oyunlar... Düşler... Anılar... - 2014 #smrgKİTABEVİ
112.00
Tiyatro oyuncusu, yazarı, yönetmeni ve eğitmeni Gürol Tonbul'un "İyi ki tiyatro var" adlı kitabı Yakın Kitabevi'nce yayımlandı.

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü Oyunculuk Dalı'nda eğitim gören Gürol Tonbul, tiyatro yüksek lisansını tamamladıktan sonra özel tiyatrolar ve devlet tiyatrolarında görevlerde bulundu. 1986 yılında tiyatro eğitmenliğine başlayan Tonbul, çeşitli projelerde yer aldı, sanat dergilerinde yazılar yazdı, radyo ve televizyon programları yaptı.

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü'nde eğitmenlik görevini sürdüren Gürol Tonbul, İzmir Devlet Tiyatrosu'nda oyunculuk, yönetmenlik yapıyor. Kent-Yaşam haber bilgi sitesiyle Tiyatro Tiyatro Dergisi'nde tiyatro yazılarını sürdüren Tonbul, tiyatro yaşamını, kitabının ortaya çıkış serüvenini şöyle anlatıyor:

“Çocukluğumun tiyatro anılarını hiç unutmam. Küçüktüm o zamanlar.

Adıyaman Cumhuriyet İlkokulu'nda 5. sınıf öğrencisiyim. Tahta sıralarda bellediklerimizin yanına eğitimde özenin simgesi olarak konulan tiyatro saatleri... Hepimiz nasıl da iple çekerdik o anları. O saatlerde yılsonu gösterileri çalışılırdı çoğunlukla. O yıl, yine yılsonu müsameremiz vardı.

Müsamere... Ne severim bu sözcüğü... İddiasız ama sevecen, eğlenceli bir gösteri yerleşmiştir o sözcükle belleğime. Tiyatro saatinde bir oyun çalışıyoruz. Kısa, kaçan kovalayan öyküsü olan bir oyun. Başımızda Gürcan öğretmen. Roller dağıtılmış; provalara başlamıştık PTT sahnesinde.

O yıllarda özelleştirilmemiş kurumlarda sahne vardı. Çocukluğumun bulanık görüntüleri içinde anımsıyorum; iyi bir sahneydi. Provalar iyi gidiyordu, ama oyundaki müdürün oğlu mızıkçılık yapıyor; rolünün sırası gelmeden sahneye çıkmak istiyor; Gürcan öğretmen uyarınca da, “Sizi babama şikâyet edeceğim!” deyip hışımla salonu terk ediyordu. Bazı zamanlar, ara ara gelirdi Müdür Bey, “Bizim oğlanı sahneye bir çıkarıverseniz,” derdi. Derdi demesine de, Gürcan öğretmen, tiyatro sevgisi dolu yüreğinin kıyısında biriktirmeye çalıştığı tiyatro bilgisiyle “Olur mu Müdür Bey, sırasını bekleyecek. Öyle yazıldıysa roller ben ne yapayım?” derdi.

Sıra beklemeyi bu küçük deneyimle öğrendim. Ben de bu kitap için sıramı bekledim.

Anılar biriktirdim. Küçük harflerle sözcükler karaladım. Küçüklüğümden beri yanımda bir gölge gibi dolaşan oyun sözcüğünün anlamını kavramaya çalıştım, yıllar geçtikçe de oyun olgusuna farklı gözle bakmaya başladım. Ve zihnimin perdesi açıldığında gördüm ki, anılarımla çerçeveleyip bakıyorum oyunlara.

Sözcükleri cümlelere çevirme telaşım başladı sonra. Cümleler kurmaya, o cümleleri kâğıtlara dağıtmaya başladım; kitap oldu.”

Diyarbakır'a özgü çekçek labir edilen ve insan tarafından su-ı ıılın arabalardan ne kadar çoktu... Her birinin üstünde büyük kutular İçinde kalın naylon ve koli banılan vardı. Saddam'ın gaz saldırılarından ve savaştan kendim nasıl koruyacağını düşünüyordu halk...

O yıllarda metrelerce naylonla bir sera kente dönüşmüştü Diyarbakır. Duyulan tek ses koli bantlarının dayanılma/ a/ırtısıydı. Boğucuydu, havasızdı her yer. Ve yoksul evlerde sobalar yanıyor kışa inat. "Keşke barış olsa!" diyen, barışı bekleyen canlu sobadan sızan gazlarla zehirlenip ayrılıyordu aramızdan. Çünkü camlar naylondandı, hükümetin insanlara verdiği değer naylondan...

O zaman da camların demirlerine tavuk bağlamıştı, çaresizlik. Saddam'ın zehirli gaz saldırısında önce onlar ölecekti.

Peki, sonra? Bu sorunun karşılığı yoktu. Barışı erteleyenler, savaş oyunundan galip çıkacaklarını, "bir koyup üç alacaklarını-yineleyip duruyorlardı. Kentten kaçan kaçanaydı. Ve bilmiyorlardı kî insanların kaçtıkları barıştı. Savaşa teslim ediyorlardı anılarını, düşlerini ve yaşam alanlarını...

Herkes değişimin zorluklarını göğüslemek yerine belirli kalıplara bağlanıp Mirdurmek istiyordu yaşamını ve kaçıyordu tıklım tıkış otobüslerin içinde.

Tiyatroda, yalnızlığımızın aynasında barış isteyen yüzümüzü inceledik uzun sure..

Tiyatro oyuncusu, yazarı, yönetmeni ve eğitmeni Gürol Tonbul'un "İyi ki tiyatro var" adlı kitabı Yakın Kitabevi'nce yayımlandı.

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü Oyunculuk Dalı'nda eğitim gören Gürol Tonbul, tiyatro yüksek lisansını tamamladıktan sonra özel tiyatrolar ve devlet tiyatrolarında görevlerde bulundu. 1986 yılında tiyatro eğitmenliğine başlayan Tonbul, çeşitli projelerde yer aldı, sanat dergilerinde yazılar yazdı, radyo ve televizyon programları yaptı.

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü'nde eğitmenlik görevini sürdüren Gürol Tonbul, İzmir Devlet Tiyatrosu'nda oyunculuk, yönetmenlik yapıyor. Kent-Yaşam haber bilgi sitesiyle Tiyatro Tiyatro Dergisi'nde tiyatro yazılarını sürdüren Tonbul, tiyatro yaşamını, kitabının ortaya çıkış serüvenini şöyle anlatıyor:

“Çocukluğumun tiyatro anılarını hiç unutmam. Küçüktüm o zamanlar.

Adıyaman Cumhuriyet İlkokulu'nda 5. sınıf öğrencisiyim. Tahta sıralarda bellediklerimizin yanına eğitimde özenin simgesi olarak konulan tiyatro saatleri... Hepimiz nasıl da iple çekerdik o anları. O saatlerde yılsonu gösterileri çalışılırdı çoğunlukla. O yıl, yine yılsonu müsameremiz vardı.

Müsamere... Ne severim bu sözcüğü... İddiasız ama sevecen, eğlenceli bir gösteri yerleşmiştir o sözcükle belleğime. Tiyatro saatinde bir oyun çalışıyoruz. Kısa, kaçan kovalayan öyküsü olan bir oyun. Başımızda Gürcan öğretmen. Roller dağıtılmış; provalara başlamıştık PTT sahnesinde.

O yıllarda özelleştirilmemiş kurumlarda sahne vardı. Çocukluğumun bulanık görüntüleri içinde anımsıyorum; iyi bir sahneydi. Provalar iyi gidiyordu, ama oyundaki müdürün oğlu mızıkçılık yapıyor; rolünün sırası gelmeden sahneye çıkmak istiyor; Gürcan öğretmen uyarınca da, “Sizi babama şikâyet edeceğim!” deyip hışımla salonu terk ediyordu. Bazı zamanlar, ara ara gelirdi Müdür Bey, “Bizim oğlanı sahneye bir çıkarıverseniz,” derdi. Derdi demesine de, Gürcan öğretmen, tiyatro sevgisi dolu yüreğinin kıyısında biriktirmeye çalıştığı tiyatro bilgisiyle “Olur mu Müdür Bey, sırasını bekleyecek. Öyle yazıldıysa roller ben ne yapayım?” derdi.

Sıra beklemeyi bu küçük deneyimle öğrendim. Ben de bu kitap için sıramı bekledim.

Anılar biriktirdim. Küçük harflerle sözcükler karaladım. Küçüklüğümden beri yanımda bir gölge gibi dolaşan oyun sözcüğünün anlamını kavramaya çalıştım, yıllar geçtikçe de oyun olgusuna farklı gözle bakmaya başladım. Ve zihnimin perdesi açıldığında gördüm ki, anılarımla çerçeveleyip bakıyorum oyunlara.

Sözcükleri cümlelere çevirme telaşım başladı sonra. Cümleler kurmaya, o cümleleri kâğıtlara dağıtmaya başladım; kitap oldu.”

Diyarbakır'a özgü çekçek labir edilen ve insan tarafından su-ı ıılın arabalardan ne kadar çoktu... Her birinin üstünde büyük kutular İçinde kalın naylon ve koli banılan vardı. Saddam'ın gaz saldırılarından ve savaştan kendim nasıl koruyacağını düşünüyordu halk...

O yıllarda metrelerce naylonla bir sera kente dönüşmüştü Diyarbakır. Duyulan tek ses koli bantlarının dayanılma/ a/ırtısıydı. Boğucuydu, havasızdı her yer. Ve yoksul evlerde sobalar yanıyor kışa inat. "Keşke barış olsa!" diyen, barışı bekleyen canlu sobadan sızan gazlarla zehirlenip ayrılıyordu aramızdan. Çünkü camlar naylondandı, hükümetin insanlara verdiği değer naylondan...

O zaman da camların demirlerine tavuk bağlamıştı, çaresizlik. Saddam'ın zehirli gaz saldırısında önce onlar ölecekti.

Peki, sonra? Bu sorunun karşılığı yoktu. Barışı erteleyenler, savaş oyunundan galip çıkacaklarını, "bir koyup üç alacaklarını-yineleyip duruyorlardı. Kentten kaçan kaçanaydı. Ve bilmiyorlardı kî insanların kaçtıkları barıştı. Savaşa teslim ediyorlardı anılarını, düşlerini ve yaşam alanlarını...

Herkes değişimin zorluklarını göğüslemek yerine belirli kalıplara bağlanıp Mirdurmek istiyordu yaşamını ve kaçıyordu tıklım tıkış otobüslerin içinde.

Tiyatroda, yalnızlığımızın aynasında barış isteyen yüzümüzü inceledik uzun sure..

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat