#smrgKİTABEVİ Kaçar Hanedanlığı Döneminde Osmanlı - İran Siyasi İlişkileri (1795 - 1925) -
Bu açıdan bakıldığında Anadolu ve İran topraklarında Türkî unsurlar tarafından tesis edilen siyasi teşekküller, Türk tarihinin doğal seyrine uygun bir biçimde rekabete dayanan bir anlayışla birbirlerine mukabele etmişlerdir. Ancak bu rekabetin doğal seyrinden çıkması ve ideolojik bir anlam kazanması siyasi ve kültürel anlamda önü alınamaz bir devinime yol açmış, iki toplum arasında ayrıştırıcı bir rol oynamıştır.
Kronolojik açıdan bakıldığında İran ve Osmanlı devletlerinin tarih sahnesine çıkmaları ve sükut etmeleri bir paralellik arz etmektedir. Osmanlı Devleti'nin Anadolu ve Balkanlarda filizlenmeye başladığı bir dönemde İran'da da Safevi Türkmenlerinin yükselişe geçtiği görülmektedir. Bu iki taze Türkmen devleti ilk olarak ortak düşmanları olan bir diğer Türkmen devleti Akkoyunluların üzerine yürüyecektir. Akkoyunluların batıdan Osmanlı, doğudan ise Safevi baskısı sonucu ortadan kalkması ardından sınırdaş olan Osmanlı ve Safevi hanedanları bu kez birbiri ile mücadele etmek durumunda kalmışlardır.
Ancak bu mücadele iki Türk devletinin cihan hakimiyeti uğruna verdikleri bir mücadele olmaktan çok öteye gitmiştir. Safevi hükümdarı Şah İsmail döneminde mezhepsel bir karşıtlığa dönüşen Osmanlı-İran ilişkileri Safevi Hanedanı ardından İran'da iktidara gelen Afşarlar, Zendler ve Kaçarlar döneminde de devam ettirilmiştir. Biz bu akademik çalışmada 1795 yılında İran'da iktidarı eline alan Kaçarların kuruluşundan çöküşüne kadar olan dönemde Osmanlı Devleti ile olan siyasi münasebetlerini ele almaya çalıştık.
Kültürel ve etnik açıdan Türkî özellikler arz eden Osmanlı ve Kaçar devletlerinin yukarıda belirttiğimiz siyasi ve kültürel ayrışmadan ne denli etkilendikleri ve bu mefhumun iki devlet arasındaki münasebetlere ne derece tesir ettiği üzerinde durmaya özen gösterdik. Zaten sınır meseleleri yüzünden mütemadiyen çatışma halinde olan iki devletin tarihsel bir travmaya dönüşen mezhepsel karşıtlığı, İran ve Osmanlı mülkü üzerinde planlar icra eden küresel güçlerin de en kıymetli ensturmanı olmuştur. İran ve Osmanlı devletleri arasında yapılacak bir ittifakı olasılık dışı bırakan bu denli vahim bir dururmun yarattığı serbestiyetle hareket eden İngiltere ve Rusya gibi güçlü devletler, mütemadiyen bu iki devletin içişlerine müdahale etmişler ve toprak bütünlüklerini tehdit etmişlerdir.
Geç de olsa durumun farkına varan İran ve Osmanlı makamlarının bu kötü gidişata karşı aldıkları önlemler de yetersiz kalacaktır. Zira ne İran'da ne de Osmanlı Devleti'nde çöküşün önüne geçmek için atılan adımlar (Reformlar ve Meşrutî hareketler) istenilen sonucu vermemiştir. Tarih sahnesine birlikte adım atan, sürekli birbiriyle çatışan ve nihayetinde benzer tehditleri göğüslemek zorunda kalan Osmanlı ve İran devletlerinin sonu da benzer bir şekilde tecelli etmiş, I. Dünya Savaşı ardından tarih sahnesinden çekilmişlerdir.
Bu açıdan bakıldığında Anadolu ve İran topraklarında Türkî unsurlar tarafından tesis edilen siyasi teşekküller, Türk tarihinin doğal seyrine uygun bir biçimde rekabete dayanan bir anlayışla birbirlerine mukabele etmişlerdir. Ancak bu rekabetin doğal seyrinden çıkması ve ideolojik bir anlam kazanması siyasi ve kültürel anlamda önü alınamaz bir devinime yol açmış, iki toplum arasında ayrıştırıcı bir rol oynamıştır.
Kronolojik açıdan bakıldığında İran ve Osmanlı devletlerinin tarih sahnesine çıkmaları ve sükut etmeleri bir paralellik arz etmektedir. Osmanlı Devleti'nin Anadolu ve Balkanlarda filizlenmeye başladığı bir dönemde İran'da da Safevi Türkmenlerinin yükselişe geçtiği görülmektedir. Bu iki taze Türkmen devleti ilk olarak ortak düşmanları olan bir diğer Türkmen devleti Akkoyunluların üzerine yürüyecektir. Akkoyunluların batıdan Osmanlı, doğudan ise Safevi baskısı sonucu ortadan kalkması ardından sınırdaş olan Osmanlı ve Safevi hanedanları bu kez birbiri ile mücadele etmek durumunda kalmışlardır.
Ancak bu mücadele iki Türk devletinin cihan hakimiyeti uğruna verdikleri bir mücadele olmaktan çok öteye gitmiştir. Safevi hükümdarı Şah İsmail döneminde mezhepsel bir karşıtlığa dönüşen Osmanlı-İran ilişkileri Safevi Hanedanı ardından İran'da iktidara gelen Afşarlar, Zendler ve Kaçarlar döneminde de devam ettirilmiştir. Biz bu akademik çalışmada 1795 yılında İran'da iktidarı eline alan Kaçarların kuruluşundan çöküşüne kadar olan dönemde Osmanlı Devleti ile olan siyasi münasebetlerini ele almaya çalıştık.
Kültürel ve etnik açıdan Türkî özellikler arz eden Osmanlı ve Kaçar devletlerinin yukarıda belirttiğimiz siyasi ve kültürel ayrışmadan ne denli etkilendikleri ve bu mefhumun iki devlet arasındaki münasebetlere ne derece tesir ettiği üzerinde durmaya özen gösterdik. Zaten sınır meseleleri yüzünden mütemadiyen çatışma halinde olan iki devletin tarihsel bir travmaya dönüşen mezhepsel karşıtlığı, İran ve Osmanlı mülkü üzerinde planlar icra eden küresel güçlerin de en kıymetli ensturmanı olmuştur. İran ve Osmanlı devletleri arasında yapılacak bir ittifakı olasılık dışı bırakan bu denli vahim bir dururmun yarattığı serbestiyetle hareket eden İngiltere ve Rusya gibi güçlü devletler, mütemadiyen bu iki devletin içişlerine müdahale etmişler ve toprak bütünlüklerini tehdit etmişlerdir.
Geç de olsa durumun farkına varan İran ve Osmanlı makamlarının bu kötü gidişata karşı aldıkları önlemler de yetersiz kalacaktır. Zira ne İran'da ne de Osmanlı Devleti'nde çöküşün önüne geçmek için atılan adımlar (Reformlar ve Meşrutî hareketler) istenilen sonucu vermemiştir. Tarih sahnesine birlikte adım atan, sürekli birbiriyle çatışan ve nihayetinde benzer tehditleri göğüslemek zorunda kalan Osmanlı ve İran devletlerinin sonu da benzer bir şekilde tecelli etmiş, I. Dünya Savaşı ardından tarih sahnesinden çekilmişlerdir.