Çin'de içine girilen kapsamlı sosyo-ekonomik reformlar, ideolojik ve politik demokratikleşme, bir yandan kadınların gerçeği açısından hakiki ilerleme düzeyinin yetersizliklerini açığa çıkarmış, diğer yandan bir dizi yeni sorunun belirmesine ve önemli tartışmaların ortaya çıkmasına yol açmıştır. 1990'larda oluşan yeni toplumsal yapı ile birlikte, kadınların ve kadın hareketinin kendi öz-gelişmesini biçimlendireceği zorlu fakat bir o kadar da özgürleştirici koşullar ortaya çıkmaktadır.Yang kitabında bu olguları cesur ve eleştirel bir bakış açısı ile ele alarak tartışmaktadır.
Feminizm ve Marksist Hümanizm
Yazar, kadının özgürleşmesinin gelişmesi için birbirini destekleyen iki boyut önermektedir: Özgül kadın cinsinin penceresinden feminist bakış ile Marksist hümanist pencereden kadının insani niteliklerinin gelişmesi bakış açısının birleştirilmesi. Hümanizm teorisi Marx'ın düşünce sistemi içinde ilk çalışmalarından itibaren kilit bir konuma sahip olan, doğrudan birey insanın -gerçeklik içindeki bireyin- özgürleşmesine bağlanan, merkezi çizgisini insanın özgür pratiğinin ontolojik bir konum oluşturduğu bir teoridir. Marx'ın hümanizmin nihai hedefi, toplumdaki tüm bireylerin özgür, tam, bütünsel ve çok yönlü gelişmeleri olmalıdır. Bu yaklaşıma göre kadının özgürleşmesi sorunu öncelikle insanın özgürleşmesi ve gelişimidir, dolayısıyla kadının politik özgürleşmesi ve erkeklerle eşit haklar elde etmesi sadece ileriye doğru atılmış ilk başlangıç adımı olacaktır.
Marx'ın hümanizm teorisi, mevcut kapitalist cinsiyet sistemine tarihsel geçiciliği içinde yaklaşan kapsamlı bir teoridir. Tarih içinde egemen olmuş cinsel rejimlerin belirli bir tarihsel ürün olarak ortaya çıkıp, yerini yenilerine bırakmasından, kadının özgürleşmesini, insanın özgürleşmesi ile birleştiren bir yaklaşımdan hareket etmektedir. Bu anlamda birey kadının hümanist özgürleşmesi -kadınların kendi özgül cinsel nitelikleri inkar edilmeksizin- emek yeteneklerinin, toplumsal niteliklerinin, bilişsel ve entelektüel niteliklerinin ve dördüncüsü bireysel niteliklerinin özgür gelişmesidir.
Yang Feng şöyle yazar: Bütün bu vurguların amacı bugün kadın gelişmesi ve kadın özgürleşmesinde hangi tarihsel aşamada bulunulduğumuzun ve nihai hedeflerimizin netleşmesi içindir, hedeflerdeki farklılıklara karşın tüm feminist akımlar yan yana gelebilmelidir.
Sosyalist feminizm ve Postmodern feminizm
Sosyalist feminizmin ortaya çıkması, 1960'larda oluşan ikinci feminist dalga ile çok yakından bağlantılıdır. Feminizmin bu ikinci dalgası içerisinde, yeni tipte liberal feminizm, radikal feminizm, Marksist feminizm ve sosyalist feminizm gibi çeşitli teoriler ve eğilimler bir arada bulunmuştur. Sosyalist feminizmin önemli bir özelliği kadınların sosyalist ülkelerde elde etmiş oldukları önemli kazanımlarla yetinmemesi, bu ülkelerdeki kadın hareketleri ve kadın politikalarına eleştirel yaklaşmasıdır. Sosyalist feminizm ataerkil yapılara karşı mücadele ile kapitalizme karşı mücadeleyi birleştirme denemesidir.Yazar yeni sosyalist feminist akımın arka planını, bu feminizmin dayandığı kadın teorilerini, dönemin sosyalist akımları ile bağlarını, Marx öncesi sosyalizme kadar uzanan tarihsel düşünsel köklerini başarı ve açmazlarını sorgulamaktadır.
Postmodern feminizm, 1980'li ve 1990'lı yıllarda yükselen Postmodern feminizmin ve postmodern akımın ortak teorik bir ürünüdür. Bu akım tarihsel feminist akımın bir tür devamı, parçası ve 3. feminist dalganın en önemli eğilimini oluşturmuştur. Liberal feminizm, sosyalist feminizm ve radikal feminizm gibi daha önceki akımların sınırlılık ve açmazlarını aşmaya çalışmış, onların kadınlar üzerindeki baskının nedenlerini yeterince tatmin edici bir şekilde açıklayamadıklarını görmüştür. Çünkü bu teorilerin her biri, kadınlar üzerindeki baskının temel ve hatta yalnızca bir tek nedeni olduğunu vurgulamışlardır; ikinci olarak, hepsi de, ataerkil kültürü incelemeye ve eleştirmeye özel bir önem atfetmiş, ataerkil ilişkilerle mücadele etmişlerdir. Yazar, kapsamlı bir analizle bir yandan Postmodern feminizmin olumlu açılımlarını, diğer yandan tıkandığı noktaları tartışmaktadır. Yazara göre Postmodern feminizm ve Marksist feminizm aralarında gerilimli bir görünüm vermelerine karşın her ikisi de eleştirel kampta yer alan iki akımdır.
Marksist feminizm dendiğinde akla Marksizmi çok çeşitli çağdaş akımla birleştiren feminist akımlar gelmektedir, bunlar arasında Focault, Derrida ve Althusser'in Marksizme getirdiği düzeltici yorumlar, postyapısalcı Marksizm ve analitik Marksizmin düşünceleri çok etkili olmuştur. Yazar kitabına dahil ettiği makalesinde çağdaş Marksist feministlerden J.K. Gibson-Graham'ın feminizmden esinlenen yaratıcı kapitalizm eleştirisini incelemektedir.
Çin ve Batı feminizminin karşılaştırılması
Kitabın en önemli bölümlerinden biri Çin'in kadın hareketinin gelişme tarihi ve bugün karşı karşıya bulunduğu açmazlar üzerinde durmasıdır. Böylece 20. yüzyıldan bugüne ulaşan reel sosyalist kuruluş deneylerinin kadının özgürleşmesi alanında sağlayabilmiş olduğu başarılar ve bu başarıların temel zaaf ve açmazları nesnel bir biçimde tartışılmaktadır.
Batılı ülkelerdeki feminist hareketler temel olarak kadınların inisiyatifi ile başlamış ve bu hareketlerde kadınların rolü belirleyici olmuşlardır. Feminist hareketler, aşağıdan yukarıya doğru bir yönelim içinde hükümetleri baskı altında tutarak önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Diğer yandan erkek şovenizmi ve erkek kibri bu mücadelelerde önemli bir hedef olmuştur, tarihe baktığımızda bu ülkelerde erkek ve kadın arasındaki ilişkiler genellikle çatışmacı bir ilişki olarak gelişmiştir. Yang'a göre Batıda sosyo-ekonomik koşullar çok elverişlidir, oysa ideolojik-kültürel koşullar tutukludur, Gramsci'ye hak vermemek elde değildir.
Okuyucu bu titiz araştırmada, dünyada kadın sivil toplum örgütlenmesinin en derin ve yaygın olduğu ülkeden bir Marksist feministin evrensel ve yerel kadın hareketi üzerine düşüncelerini paylaşmış olacaktır. - Aylin Muhaddisoğlu
Çin'de içine girilen kapsamlı sosyo-ekonomik reformlar, ideolojik ve politik demokratikleşme, bir yandan kadınların gerçeği açısından hakiki ilerleme düzeyinin yetersizliklerini açığa çıkarmış, diğer yandan bir dizi yeni sorunun belirmesine ve önemli tartışmaların ortaya çıkmasına yol açmıştır. 1990'larda oluşan yeni toplumsal yapı ile birlikte, kadınların ve kadın hareketinin kendi öz-gelişmesini biçimlendireceği zorlu fakat bir o kadar da özgürleştirici koşullar ortaya çıkmaktadır.Yang kitabında bu olguları cesur ve eleştirel bir bakış açısı ile ele alarak tartışmaktadır.
Feminizm ve Marksist Hümanizm
Yazar, kadının özgürleşmesinin gelişmesi için birbirini destekleyen iki boyut önermektedir: Özgül kadın cinsinin penceresinden feminist bakış ile Marksist hümanist pencereden kadının insani niteliklerinin gelişmesi bakış açısının birleştirilmesi. Hümanizm teorisi Marx'ın düşünce sistemi içinde ilk çalışmalarından itibaren kilit bir konuma sahip olan, doğrudan birey insanın -gerçeklik içindeki bireyin- özgürleşmesine bağlanan, merkezi çizgisini insanın özgür pratiğinin ontolojik bir konum oluşturduğu bir teoridir. Marx'ın hümanizmin nihai hedefi, toplumdaki tüm bireylerin özgür, tam, bütünsel ve çok yönlü gelişmeleri olmalıdır. Bu yaklaşıma göre kadının özgürleşmesi sorunu öncelikle insanın özgürleşmesi ve gelişimidir, dolayısıyla kadının politik özgürleşmesi ve erkeklerle eşit haklar elde etmesi sadece ileriye doğru atılmış ilk başlangıç adımı olacaktır.
Marx'ın hümanizm teorisi, mevcut kapitalist cinsiyet sistemine tarihsel geçiciliği içinde yaklaşan kapsamlı bir teoridir. Tarih içinde egemen olmuş cinsel rejimlerin belirli bir tarihsel ürün olarak ortaya çıkıp, yerini yenilerine bırakmasından, kadının özgürleşmesini, insanın özgürleşmesi ile birleştiren bir yaklaşımdan hareket etmektedir. Bu anlamda birey kadının hümanist özgürleşmesi -kadınların kendi özgül cinsel nitelikleri inkar edilmeksizin- emek yeteneklerinin, toplumsal niteliklerinin, bilişsel ve entelektüel niteliklerinin ve dördüncüsü bireysel niteliklerinin özgür gelişmesidir.
Yang Feng şöyle yazar: Bütün bu vurguların amacı bugün kadın gelişmesi ve kadın özgürleşmesinde hangi tarihsel aşamada bulunulduğumuzun ve nihai hedeflerimizin netleşmesi içindir, hedeflerdeki farklılıklara karşın tüm feminist akımlar yan yana gelebilmelidir.
Sosyalist feminizm ve Postmodern feminizm
Sosyalist feminizmin ortaya çıkması, 1960'larda oluşan ikinci feminist dalga ile çok yakından bağlantılıdır. Feminizmin bu ikinci dalgası içerisinde, yeni tipte liberal feminizm, radikal feminizm, Marksist feminizm ve sosyalist feminizm gibi çeşitli teoriler ve eğilimler bir arada bulunmuştur. Sosyalist feminizmin önemli bir özelliği kadınların sosyalist ülkelerde elde etmiş oldukları önemli kazanımlarla yetinmemesi, bu ülkelerdeki kadın hareketleri ve kadın politikalarına eleştirel yaklaşmasıdır. Sosyalist feminizm ataerkil yapılara karşı mücadele ile kapitalizme karşı mücadeleyi birleştirme denemesidir.Yazar yeni sosyalist feminist akımın arka planını, bu feminizmin dayandığı kadın teorilerini, dönemin sosyalist akımları ile bağlarını, Marx öncesi sosyalizme kadar uzanan tarihsel düşünsel köklerini başarı ve açmazlarını sorgulamaktadır.
Postmodern feminizm, 1980'li ve 1990'lı yıllarda yükselen Postmodern feminizmin ve postmodern akımın ortak teorik bir ürünüdür. Bu akım tarihsel feminist akımın bir tür devamı, parçası ve 3. feminist dalganın en önemli eğilimini oluşturmuştur. Liberal feminizm, sosyalist feminizm ve radikal feminizm gibi daha önceki akımların sınırlılık ve açmazlarını aşmaya çalışmış, onların kadınlar üzerindeki baskının nedenlerini yeterince tatmin edici bir şekilde açıklayamadıklarını görmüştür. Çünkü bu teorilerin her biri, kadınlar üzerindeki baskının temel ve hatta yalnızca bir tek nedeni olduğunu vurgulamışlardır; ikinci olarak, hepsi de, ataerkil kültürü incelemeye ve eleştirmeye özel bir önem atfetmiş, ataerkil ilişkilerle mücadele etmişlerdir. Yazar, kapsamlı bir analizle bir yandan Postmodern feminizmin olumlu açılımlarını, diğer yandan tıkandığı noktaları tartışmaktadır. Yazara göre Postmodern feminizm ve Marksist feminizm aralarında gerilimli bir görünüm vermelerine karşın her ikisi de eleştirel kampta yer alan iki akımdır.
Marksist feminizm dendiğinde akla Marksizmi çok çeşitli çağdaş akımla birleştiren feminist akımlar gelmektedir, bunlar arasında Focault, Derrida ve Althusser'in Marksizme getirdiği düzeltici yorumlar, postyapısalcı Marksizm ve analitik Marksizmin düşünceleri çok etkili olmuştur. Yazar kitabına dahil ettiği makalesinde çağdaş Marksist feministlerden J.K. Gibson-Graham'ın feminizmden esinlenen yaratıcı kapitalizm eleştirisini incelemektedir.
Çin ve Batı feminizminin karşılaştırılması
Kitabın en önemli bölümlerinden biri Çin'in kadın hareketinin gelişme tarihi ve bugün karşı karşıya bulunduğu açmazlar üzerinde durmasıdır. Böylece 20. yüzyıldan bugüne ulaşan reel sosyalist kuruluş deneylerinin kadının özgürleşmesi alanında sağlayabilmiş olduğu başarılar ve bu başarıların temel zaaf ve açmazları nesnel bir biçimde tartışılmaktadır.
Batılı ülkelerdeki feminist hareketler temel olarak kadınların inisiyatifi ile başlamış ve bu hareketlerde kadınların rolü belirleyici olmuşlardır. Feminist hareketler, aşağıdan yukarıya doğru bir yönelim içinde hükümetleri baskı altında tutarak önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Diğer yandan erkek şovenizmi ve erkek kibri bu mücadelelerde önemli bir hedef olmuştur, tarihe baktığımızda bu ülkelerde erkek ve kadın arasındaki ilişkiler genellikle çatışmacı bir ilişki olarak gelişmiştir. Yang'a göre Batıda sosyo-ekonomik koşullar çok elverişlidir, oysa ideolojik-kültürel koşullar tutukludur, Gramsci'ye hak vermemek elde değildir.
Okuyucu bu titiz araştırmada, dünyada kadın sivil toplum örgütlenmesinin en derin ve yaygın olduğu ülkeden bir Marksist feministin evrensel ve yerel kadın hareketi üzerine düşüncelerini paylaşmış olacaktır. - Aylin Muhaddisoğlu