Belki de bu yüzden vazgeçilemez gibi görülen sorularda bir perspektif değişimine giderek başlayabiliriz. “Sinema queerleri nasıl temsil etti?” yerine şu soru mesela: “Sinema queer sızıntılara karşı heteronormatif kesintileri nasıl üretti?” Yerleşik, yapışkan ve tanıdık kadrajların imalatının queer-dekadrajla bağlarını kurabilmemizi mümkün kılabilecek bir soru olabilir bu. Perspektifi bu şekilde kaydırmak, sinemanın uzun ve coğrafyalara yayılan hetero-patriyarkal tarihi içinde queer karakterlere dair ürettiği görme bozukluğunun teşhisini halen hiçe sayılamayacak ve heba edilemeyecek bir müdahale olarak koruyor; lakin bu teşhisi queerlerin temsiline indirgenebilecek bir mesele olmaktan çıkararak, sinema perdesinin görme ve görülme biçimlerimizi üretme, bedenleri ve cinselliği ideal ve normatif olana sürükleme, norm-dışı varoluşları hazmedilebilir ya da topyekun inkar edilebilir nesnelere dönüştürme kabiliyetine doğru genişletiyor. Bununla da kalmıyor; bu kabiliyeti alıp, başka türlü kullanmanın imkanlarını sorguluyor. İnsanın kendisinden çok uzağa ittiği bir bedenle özdeşleşmesinin, onun tarafından alıp götürülmesine, onun kadrajından dünyayı görebilmesine, başkalığı yiyip yutmak yerine, onun başkalığını kabul ederek ona maruz kalmaya, ona kendini açık kılmaya imkan verecek bir özdeşleşmenin yollarını arıyor. Ne de olsa sinema, normlar üreten kültür perdesinin bedeni ele geçirme gücünü görebildiğimiz bir yer olduğu kadar, bedenin bir taşıt gibi alıp götürüldüğü, başka bedenlere açıldığı, başkalaşabildiği yerdir de.
Sinema sayısının çağrısını gerçekleştirdiğimiz zaman aklımızda şöyle sorular vardı: Heteronormativiteyle kurulmuş bir dünyaya “iyi”, “olumlu”, “bize benzer” ya da “kurbanlaştırılmış” queeri anlatmak değil, belki de bu dünyayı tekrar tekrar kuran ve ayakta tutan heteroseksüel ideallerin, bedenlerimizi, görme ve görülme biçimlerimizi istimlak edişi üzerine sinemayla düşünmenin yolları? Cinselliği ve cinsiyeti heteronormatif perdeyi söndürerek anlatma biçimleri? Sadece içerik bahsinde değil, içerikle biçimin kesişiminde queer arzuyu keşfeden filmler? Film türlerinin, sinemanın ana hatlarının nasıl queerleştiği? Sinema tarih yazımlarını queerleştirmek, queer historiyografiler? Sinemanın kırpılmış tarihine videonun, dijital teknolojinin olanaklarıyla queer gözler açan seyircilik deneyimleri? Film seyretme deneyimin, film seyirciliğinin bizatihi queerliği? Sinema tarihinin henüz içselleştirilmemiş ya da vakitsizce ölen anlarını kurtaran tarih meleğine göz kırpan filmler? Queer tahayyül ile dekolonizasyon süreçleri arasındaki kesişimler? Pink washing'e, queeri mutenalaştıran, sabitleyen çerçevelere karşı queerin aurasını hem sürdüren hem de onun yapaylığını, kurgusallığını, bir pelerin gibi takılışını, değişebilirliğini gösteren örnekler? Queere karşı queer?”
Hem bu sorulara yanıtlar arayan hem de bunlara yeni soruların eklendiği pek çok makale geldi bu sayıya. Bu makalelerden hakem sürecini başarıyla tamamlayan Özlem Güçlü, Serdar Küçük, Kaan Akın, Volkan Demirkan, Aysun Öner ve Dijan Özkurt, Nilgün Küçükbatman, Elif Demirkaya'ya, sergi bölümlerinde eserlerine yer verdiğimiz İlhan Sayın ve Serkan Çalışkan'a, hakemlerimize, çevirmenlerimize ve katkı sunan herkese sonsuz teşekkürler.
Bir sonraki sayımızın dosya konusu “Edebiyat”, katkılarınızı bekliyoruz.
Belki de bu yüzden vazgeçilemez gibi görülen sorularda bir perspektif değişimine giderek başlayabiliriz. “Sinema queerleri nasıl temsil etti?” yerine şu soru mesela: “Sinema queer sızıntılara karşı heteronormatif kesintileri nasıl üretti?” Yerleşik, yapışkan ve tanıdık kadrajların imalatının queer-dekadrajla bağlarını kurabilmemizi mümkün kılabilecek bir soru olabilir bu. Perspektifi bu şekilde kaydırmak, sinemanın uzun ve coğrafyalara yayılan hetero-patriyarkal tarihi içinde queer karakterlere dair ürettiği görme bozukluğunun teşhisini halen hiçe sayılamayacak ve heba edilemeyecek bir müdahale olarak koruyor; lakin bu teşhisi queerlerin temsiline indirgenebilecek bir mesele olmaktan çıkararak, sinema perdesinin görme ve görülme biçimlerimizi üretme, bedenleri ve cinselliği ideal ve normatif olana sürükleme, norm-dışı varoluşları hazmedilebilir ya da topyekun inkar edilebilir nesnelere dönüştürme kabiliyetine doğru genişletiyor. Bununla da kalmıyor; bu kabiliyeti alıp, başka türlü kullanmanın imkanlarını sorguluyor. İnsanın kendisinden çok uzağa ittiği bir bedenle özdeşleşmesinin, onun tarafından alıp götürülmesine, onun kadrajından dünyayı görebilmesine, başkalığı yiyip yutmak yerine, onun başkalığını kabul ederek ona maruz kalmaya, ona kendini açık kılmaya imkan verecek bir özdeşleşmenin yollarını arıyor. Ne de olsa sinema, normlar üreten kültür perdesinin bedeni ele geçirme gücünü görebildiğimiz bir yer olduğu kadar, bedenin bir taşıt gibi alıp götürüldüğü, başka bedenlere açıldığı, başkalaşabildiği yerdir de.
Sinema sayısının çağrısını gerçekleştirdiğimiz zaman aklımızda şöyle sorular vardı: Heteronormativiteyle kurulmuş bir dünyaya “iyi”, “olumlu”, “bize benzer” ya da “kurbanlaştırılmış” queeri anlatmak değil, belki de bu dünyayı tekrar tekrar kuran ve ayakta tutan heteroseksüel ideallerin, bedenlerimizi, görme ve görülme biçimlerimizi istimlak edişi üzerine sinemayla düşünmenin yolları? Cinselliği ve cinsiyeti heteronormatif perdeyi söndürerek anlatma biçimleri? Sadece içerik bahsinde değil, içerikle biçimin kesişiminde queer arzuyu keşfeden filmler? Film türlerinin, sinemanın ana hatlarının nasıl queerleştiği? Sinema tarih yazımlarını queerleştirmek, queer historiyografiler? Sinemanın kırpılmış tarihine videonun, dijital teknolojinin olanaklarıyla queer gözler açan seyircilik deneyimleri? Film seyretme deneyimin, film seyirciliğinin bizatihi queerliği? Sinema tarihinin henüz içselleştirilmemiş ya da vakitsizce ölen anlarını kurtaran tarih meleğine göz kırpan filmler? Queer tahayyül ile dekolonizasyon süreçleri arasındaki kesişimler? Pink washing'e, queeri mutenalaştıran, sabitleyen çerçevelere karşı queerin aurasını hem sürdüren hem de onun yapaylığını, kurgusallığını, bir pelerin gibi takılışını, değişebilirliğini gösteren örnekler? Queere karşı queer?”
Hem bu sorulara yanıtlar arayan hem de bunlara yeni soruların eklendiği pek çok makale geldi bu sayıya. Bu makalelerden hakem sürecini başarıyla tamamlayan Özlem Güçlü, Serdar Küçük, Kaan Akın, Volkan Demirkan, Aysun Öner ve Dijan Özkurt, Nilgün Küçükbatman, Elif Demirkaya'ya, sergi bölümlerinde eserlerine yer verdiğimiz İlhan Sayın ve Serkan Çalışkan'a, hakemlerimize, çevirmenlerimize ve katkı sunan herkese sonsuz teşekkürler.
Bir sonraki sayımızın dosya konusu “Edebiyat”, katkılarınızı bekliyoruz.