Alevi toplumunun 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı'da ve daha sonra Osmanlı mirasından farklı bir konuma yerleşmeyi tercih eden Türkiye Cumhuriyeti'nde önemli bir aktör olduğu bilinmektedir. Cumhuriyetin modernleş(tir)me serüveninde Aleviler ‘kendileri ile bazı konularda ittifak kurulan halk topluluğu' olarak görülmüşlerdir. Soğuk savaş döneminde küresel ‘öteki'nin bir parçası olarak ulusal siyasetin gündeminde yer almışlardır. 1993 yılında Sivas'ta meydana gelen Madımak Oteli saldırısı Alevi kimliğinin mahrem alandan çıkışını tetikleyen en önemli olay olarak kayda geçmiştir.
80'li yıllardan itibaren sınıf siyasetinin eski gücünü kaybetmesiyle beraber siyasal eylemlerde kimlik aktörü öne çıkmaya başladı. Temelleri Osmanlı'nın son dönemlerinden beri oluşmaya başlayan Kürt kimliği de bu atmosferin bir parçası olarak Türkiye siyasalına yerleşti. Osmanlı döneminde Kürdistan bölgesinin ilkin özerklikle imparatorluk sınırlarına dahil edildiği görülmektedir. Tanzimat sonrası dönemde ise görece merkeziyetçilik öne çıkmış ve bu da tepkiye neden olmuştur. Cumhuriyet sonrası dönemde bir taraftan merkeziyetçilik güçlenmiş; diğer taraftan milliyetçilik ve laiklik uygulamaları bağlamında Kürtler ile ortaklaşılan zemin bertaraf edilmeye çalışılmıştır. Kürt siyasallaşması bu eylemlere bir reaksiyon olarak gelişmiştir. Kürt siyasallaşması aynı zamanda Alevi kimlik siyasallaşmasını da kolaylaştırmıştır. Bu çalışmada Alevi ve Kürt kimlik siyasetinin arka planı ele alınmakta ve konu ile ilgili Malatya'da yapılan bir anket çalışmasının sonuçları değerlendirilmektedir.