Dünyada bilinen diller üç ila dört bin. Yazılanlar ise, birkaç yüz civarı. Kaldı ki her yazılmış dilin edebiyatı da yok. Her dilin bir edebiyatı varsa, dünyada -aşağı yukarı- üç bin sözlü edebiyat var demektir. İnsanlık bu edebiyatların dörtte üçü hakkında hiçbir şey bilmiyor. Geriye kalanları çok mu biliyor sanki! Edebiyatlar, ya Avrupa için yazıya geçirilmiş, ya Avrupalılar tarafından. Hem, sözlü edebiyat ne demek?
“Litteratura”, Latince'de harf, yazı manasına; Çince'de de “wen”, edebiyat ve yazı. Bir soru daha: edebiyat ile edebiyat dışı'nı nasıl ayıracağız? Mukaddes kitaplar edebiyata girecek mi? Yunan edebiyatı tarihlerinde Öklid ile Arşimed var. Oysa matematikçiler, uzun zamandır, edebiyat tarihlerinin dışında. Fransız edebiyatının belli başlı bölümlerinden biri, tarih ile felsefe idi.
Edebiyat mefhumu aynı medeniyet camiası içinde bile her cağda başka turlu anlaşılmış. Onyedinci asırda edebiyat, zeka ürünlerinin bütününü kucaklar. İlimler yavaş yavaş ayrılır edebiyattan. Onsekizinci asır boyunca, ilim ve tabiat felsefesi ayrı birer ihtisas alanıdır. 1810'la 1820 arasında, az sonra pozitif diye vasıflandırılacak olan ilimleri edebiyat çerçevesine sokmak imkansızlaşmıştır. Arkasından, insan ilimleri ile teknikler de kopar edebiyattan, papatya yaprakları gibi. Kesin bir ayrılış mı? Hayır. Bergson, Spengler, Toynbee, Merleau-Ponty.. daha uzun zaman edebiyat tarihlerinde yer alacaklardır. Bununla beraber, edebiyat, estetik bir yaratış olarak anlaşılacaktır daha çok.
Onsekizinci asrın sonlarına kadar yazılı eserlerin estetik yönü söz konusu olunca, edebiyattan fazla şiir kelimesi kullanılıyordu. Gerçek edebiyat şiirdi, bu anlayışa göre; edebiyat ise, teknikten ibaretti.
Oysa şiirle edebiyatı birbirinden ayırmak yanlış. Edebiyatın iki anlamı var günümüzde:
1- Geniş anlam: edebiyat, aktarılan ifadedir. Bazılarına göre, sitenin enkazından fert doğunca, bir kelime ile, Yunan mucizesinden sonra ortaya cıkmış edebiyat. Yanlış. Rig-Veda veya Mezamir gibi uzun bir maşeri geleneğin mahsulü olan şiirleri edebiyattan çıkaracak mıyız? İlk destanlar veya halk masalları parşömene veya kağıda geçirilmeden önce, cağdan cağa şifahi olarak aktarılmışlar, onları da edebiyattan saymayacak mıyız? Esas olan: “aktarılış”tır. Dil vasıtası ile insandan insana ve nesilden nesile aktarılan her beşeri ifade, edebiyattır.
2- Dar anlam: güzel yazılar. Güzel yazı ne demek? İnsan, fert veya topluluk olarak, düşünce ve duygularını dil vasıtasıyla ifade etmek isteyince, karşısına belli bir biçim çıkar. Bu bicim, kendi bicimidir, ifade etmek istediği konuya en uygun olan biçim; hem ifade etmek istediği konuya, hem de uyandırmak istediği etkiye. Bu etki, coşkunluk, hayranlık, inandırma olabilir. Demek ki edebiyatın bir başka yönü var: sanat yönü.
Yazı, ancak, bicimi sayesinde, biçimini bulduğu ölçüde yaşar. Villon'lar, Moliere'ler birçok yazarı taklit etmiş; konularını hatta kelimelerini onlardan almış, ama hepsi unutulmuş modellerin. Villon'la Moliere'i ebedileştiren sır: kendilerine kadar biçimi olmayana, biçim vermiş olmak. Tarih boyunca, insanların uyuşmasına dayanan aralıksız bir ayıklama olur; yaşamaya layık yazılar kalır sadece.
Edep'ten Edebiyata
Edebiyat kelimesi ne Farsca'da var, ne Arapca'da. Fransızca “litterature”u karşılamak için Tanzimat'tan sonra uydurulmuş. Koku: edep. “Edep”le “edebiyat”, Batı ile Doğu'dur; "İrfan”la “kültür” gibi. Edep, insanın bütün davranışlarını kucaklayan bir kelime. Sülâsisi: edb.
Edep:
1- Davet.
2- Ahlak-ı fazılanın mecmuu (iki mana arasında yakın bir münasebet var. Eski Araplar için cömertlik ahlaki faziletlerin başında gelir. Demek ki edip, fazilete davet eden kişi. Edep, fazilet).
3- Hakayık-ı örfiyye. Kısaca, edep, gerek Cahiliye devrinde, gerekse İslamiyet'te, asil ve insani değerlere yönelmek anlamına geliyor. Bir kelam-ı kibara göre, “dinin üçte ikisi”. Mecazi olarak: insanı irfan erbabı ile muaşerete layık mertebeye yükselten eğitim; daha çok, Arap lisanı, edebiyatı ve şiiri ile eski Arap tarihi. Edep kelimesi, Cahiliye devrinde de, İslam'ın ilk asrında da ıstılah olarak kullanılmaz; “ilm-i edeb” yerine “ilm-i arab” denilir. İkinci asırda, üdeba (edibin çoğulu) müeddipler demektir. Müeddip, muallimden daha yüksek bir tabaka. Muallim, sıbyan mekteplerinde ders veren. Müeddip, havas-ı nâsın ve hanedan-ı saltanatın muallimi; tarih, şiir, ulum-u arabiye okutur.
Edep'in iki amacı vardır:
a-Manzum ve mensur söz söylemekte meleke kazanmak,
b- Kur'an'daki ayetlerden ve Peygamberimizin hadislerinden ahkam çıkarmak ve kelam-ı arabın manalarıyla mecazlarını kavramak.
Altıncı asra kadar, ulum-u edebiyenin hudutları müphem: ata binmek, ok atmak, cirit oynamak ve satranç gibi marifetler de edepten sayılmış. Bazı İranlı yazarlara göre (mesela vezir al Haşan b. Sahi), irfan on edepten ibaret: ucu şahracaniye (ud çalmak, satranç, cirit ve cevgan), ucu haşırvaniye (tıp, riyaziyat ve ata binmek), ucu arabiye (şiir, ensab, tarih ve menakıp). Sonuncusu, toplantılarda ve gece sohbetlerinde söylenen hikaye ve fıkralar. Ihvarı-ı Safa'da filoloji, şiir sanatı, riyaziyeden başka kehanet ve simya da edep dallarındandır.
Dünyada bilinen diller üç ila dört bin. Yazılanlar ise, birkaç yüz civarı. Kaldı ki her yazılmış dilin edebiyatı da yok. Her dilin bir edebiyatı varsa, dünyada -aşağı yukarı- üç bin sözlü edebiyat var demektir. İnsanlık bu edebiyatların dörtte üçü hakkında hiçbir şey bilmiyor. Geriye kalanları çok mu biliyor sanki! Edebiyatlar, ya Avrupa için yazıya geçirilmiş, ya Avrupalılar tarafından. Hem, sözlü edebiyat ne demek?
“Litteratura”, Latince'de harf, yazı manasına; Çince'de de “wen”, edebiyat ve yazı. Bir soru daha: edebiyat ile edebiyat dışı'nı nasıl ayıracağız? Mukaddes kitaplar edebiyata girecek mi? Yunan edebiyatı tarihlerinde Öklid ile Arşimed var. Oysa matematikçiler, uzun zamandır, edebiyat tarihlerinin dışında. Fransız edebiyatının belli başlı bölümlerinden biri, tarih ile felsefe idi.
Edebiyat mefhumu aynı medeniyet camiası içinde bile her cağda başka turlu anlaşılmış. Onyedinci asırda edebiyat, zeka ürünlerinin bütününü kucaklar. İlimler yavaş yavaş ayrılır edebiyattan. Onsekizinci asır boyunca, ilim ve tabiat felsefesi ayrı birer ihtisas alanıdır. 1810'la 1820 arasında, az sonra pozitif diye vasıflandırılacak olan ilimleri edebiyat çerçevesine sokmak imkansızlaşmıştır. Arkasından, insan ilimleri ile teknikler de kopar edebiyattan, papatya yaprakları gibi. Kesin bir ayrılış mı? Hayır. Bergson, Spengler, Toynbee, Merleau-Ponty.. daha uzun zaman edebiyat tarihlerinde yer alacaklardır. Bununla beraber, edebiyat, estetik bir yaratış olarak anlaşılacaktır daha çok.
Onsekizinci asrın sonlarına kadar yazılı eserlerin estetik yönü söz konusu olunca, edebiyattan fazla şiir kelimesi kullanılıyordu. Gerçek edebiyat şiirdi, bu anlayışa göre; edebiyat ise, teknikten ibaretti.
Oysa şiirle edebiyatı birbirinden ayırmak yanlış. Edebiyatın iki anlamı var günümüzde:
1- Geniş anlam: edebiyat, aktarılan ifadedir. Bazılarına göre, sitenin enkazından fert doğunca, bir kelime ile, Yunan mucizesinden sonra ortaya cıkmış edebiyat. Yanlış. Rig-Veda veya Mezamir gibi uzun bir maşeri geleneğin mahsulü olan şiirleri edebiyattan çıkaracak mıyız? İlk destanlar veya halk masalları parşömene veya kağıda geçirilmeden önce, cağdan cağa şifahi olarak aktarılmışlar, onları da edebiyattan saymayacak mıyız? Esas olan: “aktarılış”tır. Dil vasıtası ile insandan insana ve nesilden nesile aktarılan her beşeri ifade, edebiyattır.
2- Dar anlam: güzel yazılar. Güzel yazı ne demek? İnsan, fert veya topluluk olarak, düşünce ve duygularını dil vasıtasıyla ifade etmek isteyince, karşısına belli bir biçim çıkar. Bu bicim, kendi bicimidir, ifade etmek istediği konuya en uygun olan biçim; hem ifade etmek istediği konuya, hem de uyandırmak istediği etkiye. Bu etki, coşkunluk, hayranlık, inandırma olabilir. Demek ki edebiyatın bir başka yönü var: sanat yönü.
Yazı, ancak, bicimi sayesinde, biçimini bulduğu ölçüde yaşar. Villon'lar, Moliere'ler birçok yazarı taklit etmiş; konularını hatta kelimelerini onlardan almış, ama hepsi unutulmuş modellerin. Villon'la Moliere'i ebedileştiren sır: kendilerine kadar biçimi olmayana, biçim vermiş olmak. Tarih boyunca, insanların uyuşmasına dayanan aralıksız bir ayıklama olur; yaşamaya layık yazılar kalır sadece.
Edep'ten Edebiyata
Edebiyat kelimesi ne Farsca'da var, ne Arapca'da. Fransızca “litterature”u karşılamak için Tanzimat'tan sonra uydurulmuş. Koku: edep. “Edep”le “edebiyat”, Batı ile Doğu'dur; "İrfan”la “kültür” gibi. Edep, insanın bütün davranışlarını kucaklayan bir kelime. Sülâsisi: edb.
Edep:
1- Davet.
2- Ahlak-ı fazılanın mecmuu (iki mana arasında yakın bir münasebet var. Eski Araplar için cömertlik ahlaki faziletlerin başında gelir. Demek ki edip, fazilete davet eden kişi. Edep, fazilet).
3- Hakayık-ı örfiyye. Kısaca, edep, gerek Cahiliye devrinde, gerekse İslamiyet'te, asil ve insani değerlere yönelmek anlamına geliyor. Bir kelam-ı kibara göre, “dinin üçte ikisi”. Mecazi olarak: insanı irfan erbabı ile muaşerete layık mertebeye yükselten eğitim; daha çok, Arap lisanı, edebiyatı ve şiiri ile eski Arap tarihi. Edep kelimesi, Cahiliye devrinde de, İslam'ın ilk asrında da ıstılah olarak kullanılmaz; “ilm-i edeb” yerine “ilm-i arab” denilir. İkinci asırda, üdeba (edibin çoğulu) müeddipler demektir. Müeddip, muallimden daha yüksek bir tabaka. Muallim, sıbyan mekteplerinde ders veren. Müeddip, havas-ı nâsın ve hanedan-ı saltanatın muallimi; tarih, şiir, ulum-u arabiye okutur.
Edep'in iki amacı vardır:
a-Manzum ve mensur söz söylemekte meleke kazanmak,
b- Kur'an'daki ayetlerden ve Peygamberimizin hadislerinden ahkam çıkarmak ve kelam-ı arabın manalarıyla mecazlarını kavramak.
Altıncı asra kadar, ulum-u edebiyenin hudutları müphem: ata binmek, ok atmak, cirit oynamak ve satranç gibi marifetler de edepten sayılmış. Bazı İranlı yazarlara göre (mesela vezir al Haşan b. Sahi), irfan on edepten ibaret: ucu şahracaniye (ud çalmak, satranç, cirit ve cevgan), ucu haşırvaniye (tıp, riyaziyat ve ata binmek), ucu arabiye (şiir, ensab, tarih ve menakıp). Sonuncusu, toplantılarda ve gece sohbetlerinde söylenen hikaye ve fıkralar. Ihvarı-ı Safa'da filoloji, şiir sanatı, riyaziyeden başka kehanet ve simya da edep dallarındandır.