Felsefecilerin "insan"ı anlama uğraşlarını trajediye odaklanarak sürdürmeleri âdettendir; bu da yarı şaka yarı ciddi, Aristoteles'in komedi hakkındaki kitabının kaybolmuş olmasına bağlanır. Hegel, Bergson, Freud ve Nietzsche gibi istisnalar dışında komedi pek de üzerinde felsefe yapmaya değer bir faaliyet olarak görülmemiş, kısmen bu boşluğun sonucu olsa gerek, komedi hakkındaki düşünceler çoğu zaman bir dizi ideolojik klişenin etkisi altında biçimlenmiştir. Bu bakış açısıyla komedi bir emniyet subabı olarak görülmüştür: İnsanı "sadece insan" olduğu, kusurlu, zaaflı, sonlu bir varlık olduğu fikriyle barıştıran, her türlü ideolojik katılığa karşı sırf varlığıyla bir emniyet subabı işlevi gören bir tür.
Zupancic, "sonlunun metafiziği" adını verdiği bu ideolojik bakış açısıyla hesaplaşıyor esas olarak. Komediyi önemli bir düşünce nesnesi haline getirerek, felsefe ile psikanalizin insana dair kavrayışlarında komediden neler öğrenebileceklerini gösteren yazar şöyle diyor: "İnsanlar 'sadece insan' olsaydı, komedi diye bir şey olmazdı. Tam da komedinin ve komik olanın varlığı, insanın asla sadece insan olmadığını ve insanın sonluluğunun tam da insanın ve sonluluğunun kumaşına göre kesilmemiş olan bir ihtirasla fena halde aşındırıldığını söylemez mi bize?"
Durmadan "kendimizi iyi hissetmemizi" ve yaşanabilecek her tür olumsuzluğa "gülüp geçmemizi" telkin eden bir biyoahlakın yaygınlaştığı bir dünyaya karşı Zupancic, gülmenin ve mizahın ideolojiyle çok yakın ittifak içinde de olabileceği uyarısını yapıyor ve komediyi "sonsuzun fiziği" olarak gören alternatif bir yaklaşım geliştiriyor.