#smrgDERGİ Küçük Mecmua 3 Cilt TAKIM (Çevrimyazı) - Haziran 2022
Ziya Gökalp ve onun düşünceleri, Cumhuriyetin kuruluş felsefesine olan katkıları bakımından son derece önemlidir. Bu yüzden, 1922'de Diyarbakır'da her ay bir sayı olmak üzere 33 sayı olarak çıkardığı Küçük Mecmua adlı Osmanlı derginin bugünkü Türkçemize çeviriyazısını hazırlamıştım. İlk baskısı 2009'da yeniden Antalya'da bulunan Anadolu ve Müdafaa-i Hukuk Yayınları tarafından üç cilt halinde yayımlanmıştı. İlk baskısı tükendikten uzun yıllar sonra ikinci ve gözden geçirilmiş baskısı pek yakında Pankuş Yayınları tarafından Türk okuruna sunulacaktır.
Küçük Mecmua, Ziya Gökalp'in editörlüğü ve yönetiminde çıkmıştır. Gökalp , hemen her sayıda en az bir kaç makale ile dergiye katkıda bulunmuştur. "Tek kişilik üniversite" olan Gökalp, ekonomiden tarihe, felsefeden siyaset ve kültür bilimlerine ve sosyolojiye kadar hemen bütün insan bilimlerinde nasıl yetkin olduğunu göstermektedir. Bence günümüzde bazı yönleriyle hâlâ aşılabilmiş değildir.
Bununla birlikte yazılarını temel alarak bir çözümleme yaptım. Eleştirdim ve neden bazı düşüncelerini eleştirdiğimi kısaca bu yazıda açıkladım. İleri sürdüğü düşünce ve iddialarını yaklaşık 600 sayfayı aşkın Küçük mecmua'yı tarayarak tespit ettim. Ayrıntılar için Pankuş Yayınları'nın ikinci baskısını biraz beklemek gerekecektir. Küçük Mecmua dünün, bugünün ve hatta yarının Türkiyesini anlamak bakımından son derece vazgeçilmez ana kaynaktır.
Bu eleştirel yazı, Küçük Mecmua'nın önemine dikkat çekmeyi amaçlamaktadır.
Türk Felsefesine dair izlerini Ziya Gökalp'ın Küçük Mecmua'daki yazılarından hareketle ana çizgileriyle takip edebiliriz.
Kürtlerle Türkler, hem fiziki hem ruhi yapıları bakımından birbirinin eşidir. Hiçbir farklılıkları yoktur. Eğer farklılık ille de ırki ise, bu, "iki ırk, tek millet" oldukları gerçeğini değiştirmez.
Gökalp, Türklerle Kürtler arasındaki çok yönlü bağın siyasi olarak tahkimine feda ettiği için, İslam tarihinde Babekiye ve Bâtıniye gibi felsefi-tasavvufi hareketleri, dinsiz sayar. Esasen sonraki yazılarında bu akımlarla benzerlik gösteren Türk düşüncesine ait sima ve görüşleri yüceltmek suretiyle bu kez de siyasi söylem yerine felsefi ve ilmi görüşü yeğler.
Türklerin Babekiye'ye, Kürtlerin de Selahattin Eyyubi önderliğinde Rafızî Fatımilere karşı mücadelelerinde ortak mezhep ve yazgıda birleştiklerini savunurken, Türk kökenli Safevi Kızılbaşlarını eleştirir; Kızılbaşlığı İslam'a sonradan eklenen sapkın bir görüş olarak nitelendirir. Kürtlerle Türklerin tarihin bu dönemlerinde Sünnilikte birleştiklerini ve bundan böyle de birleşmeleri gerektiği mesajını verirken Sünniliği İslam'a en uygun yorum tarzı olarak görür. Türk düşüncesinin bugüne kadar yaşayan çelişkisini, Gökalp'ın daha çok Arap kültürüne yakın Sünniliği, Türk kültürüne yakın olan Safevi Kızılbaşlığına tercih etmesi, Türk düşüncesinin temel tarihsel çelişkisi ve bunalımından kaynaklanmaktadır. Türk kültürüne rağmen Arap kültürünün merkezi dini hermeneutiği (yorumbilimsel yöntem) olan Sünniliği savunması filozofumuzu Türkçü fikirleriyle çelişkili duruma sokmaktadır. Gökalp dinin siyasete alet edilmemesini çeşitli vesilelerle vurgulamasına rağmen, dini konularda kendisi de felsefi ve ilmi tutumdan çok siyasal tutum öne çıkarmaktadır.
Türklerle Kürtleri birleştirdiği düşünülen ve uğruna, Türk kültürünü daha çok temsil eden Alevilik ve Kızılbaşlığın dışlandığı Sünnilik, bugün Türklerle Kürtlerin tek millet olmaktan uzaklaşma sürecini durdurmaya bile yetememektedir.
Türklerle Kürtlere bu açıdan yaklaşması, iyi niyetli olsa da, tümüyle yerinde bir sosyolojik ve teolojik çözümleme değeri taşımaz.
Gökalp, pozitif bilimi belki içerik olarak değil, ama yöntem olarak tüm bilgi alanları ve bilim disiplinleri için genelleştirir. Tüm doğru ve yanlışları, ona göre, bu yöntemle belirleriz. Sadece ussal ve deneysel bilimler değil, tinsel, beşeri ve manevi bütün bilimler pozitif bilimin yöntemiyle ancak maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı karşılar. Filozofumuz Türk toplum bilincine bu yöntemin vazgeçilmezliğini yerleştirmede büyük rol oynamıştır. Bu yöntemin somutlaştığı biricik penceresi sosyolojidir.
Kıta Felsefesi ya da Eleştiri Felsefesi, pozitif bilim anlayış ve yöntemine karşı ciddi eleştiriler yöneltmiştir. Oysa Gökalp, pozitivist yönteminin etkisi altındaki sosyolojinin dar alanından çıkıp felsefesini bu eleştiri geleneğini izleyerek devam ettirseydi kuşkusuz Türk felsefesi için büyük şans ortaya çıkmış olurdu. Gökalp doğalcı-nesnelci varlık ve bilgi anlayışının keskinleştiği pozitivist yöntemi, felsefi ve bilimsel bir süreklilikle savunmaktan çok, pratik siyasi söylem ve amaçlarla sonuçlandırmış görünmektedir: "Çünkü çağdaş devlet, bir halk hükümeti olduğu kadar bir ilim hükümetidir." Bir başka deyişle, " hayatta en hakiki mürşit ilimdir."
Dehaya doğru yazısında Ziya Gökalp Türk seçkinler ve aydınları değerlendirir. Alafranga seçkinler eski Enderun'da, alafranga seçkinler (havas) ise limonlukta yetişen çiçekler gibidir. Bizde seçkin ve orijinal sanat eserleri ve sanatkârlar yoktur. Halkı küçük gören seçkinler vardır. Asıl orijinal sanat, halk içinden doğar. Milli kültürün temeli milli ahlak olunca, sanat da bu milli ahlaka bağlı olarak orijinal olur.
İlim ahlakla birlikte olmalıdır. Hukuk da ahlaka dayanmalıdır. Sanatın dâhileri olduğu gibi ahlakın da dâhileri vardır.
Yine Gökalp'a göre din, her türlü mefkûrenin (ülkünün) üstündedir. İktisat bu sıralamanın en altındadır. İktisat da dâhil, hepsini belirleyen ve yöneten ilke, dindir.
Gökalp, dini tüm ilke ve ideaların belirleyicisi kabul edince, bunun doğal sonucu olarak ümmet birliğini millet birliğinden daha güçlü görür. Kafası karışıktır.
Diğer yandan, bu iddiasına bir ihtiyat payı koymak için dinin idari değil, ilmi bir velayete dayalı olduğunu ileri sürer. Dine ilmi bir yolla gitmek gerekir, derken, dinin siyasete alet edilmesine karşı çıktığını yineler. Bunun için İslam âleminde "medreseler birliği"nin kurulmasını önerir. Ne var ki medreseler çoktan çökmüş ve tarih sahnesinden çekilmiştir. Batı'yı en iyi izleyen ve bilenler arasında bulunan Ziya Gökalp'in medreseler birliği önerisi ikna edici ve akılcı bir öneri olarak görülemez. Yüzü Batı'ya dönük ve modern dünyayı dikkatle izleyen bir filozof olarak Ziya Gökalp'in medreseler birliğini önermesi, en iyimser tahminle, "Tevhid-i tedrisat" devrimine teknik olarak hazırlık ilhamını vermiştir diyebiliriz.
Felsefi düşünce hiçbir pratiği ve çıkarı hedeflemez. Sadece kendisi içindir. Yarar değil, haz ve dinginlik hedeflenir. Felsefe, akıl-kalp ortaklığıyla mükemmele doğru gidiştir. Bunu yapabilene filozof denir. Gökalp bu düşünceleriyle fenomenolojiyi ve Varoluşçuluğu çağrıştırır.
İktisada gelince: Avrupa'da iktisadi hayat iş bölümü ve uzmanlığa dayanır. Bizde henüz bu ayrım oturmamıştır. Gökalp, iktisadı en alt sıraya koyar ama hayatın idamesi, hatta kültür, bilim, din gibi üst değerlerin var olması için başta geldiğini söyler. Bununla birlikte Marksizm'in iktisadı haddinden fazla abartarak Tarihsel Maddeciliğe kadar götürdüğünden yakınır. Buradaki çelişkileri de gözden kaçmaz.
Tarih kavramı ve felsefesine gelince, Gökalp'a göre, diğer bilimler gibi tarih bilimi de sosyolojiye dayanır. Tarih bilimi ve tarih felsefesi açısından Türk düşüncesi hedeflenen noktada bulunmamaktadır. Bu tespit, bugün için de geçerliliğini korumaktadır. Emile Durkheim'dan hareketle, tarih bilimin, şey'i yani objektif tarih(nesnel), milli tarih (öznel, ideolojik) diye ikiye ayıran filozofumuz, ilkini insanlığın ortak belleği, ikincisini ait olduğu milletin vicdanı olarak nitelemektedir. Bilimsel anlamda objektif tarihe, bir milletin fertlerinin vicdanını eğitmek anlamında da milli tarihe ihtiyaç olduğunu belirtir. Ergenekon, Boğahan, Oğuzhan ve Karahan destanlarını sadece milli tarihin unsurları olarak görmek gerektiğini, bunlara sonradan objektif tarih vasfı yüklemenin, iki tip tarihi birbirine karıştırmak demek olacağını bildirerek uyarıda bulunmayı ihmal etmez.
Küçük Mecmua bugün din, kültür, siyaset ve bilimde yaşadığımız çelişki ve kafa karışıklıklarının tarihsel köklerini vermektedir. Küçük Mecmua'yı okuyan, burada özetlediğim eleştirel hususların ayrıntısıyla karşılaşınca, tespit edilen sorunların çözümünde alacağımız mesafenin hala uzun olduğunu görecek ve yarına çelişkisiz bir Cumhuriyet ve Türk felsefe ile bakabilecektir.
Ziya Gökalp ve onun düşünceleri, Cumhuriyetin kuruluş felsefesine olan katkıları bakımından son derece önemlidir. Bu yüzden, 1922'de Diyarbakır'da her ay bir sayı olmak üzere 33 sayı olarak çıkardığı Küçük Mecmua adlı Osmanlı derginin bugünkü Türkçemize çeviriyazısını hazırlamıştım. İlk baskısı 2009'da yeniden Antalya'da bulunan Anadolu ve Müdafaa-i Hukuk Yayınları tarafından üç cilt halinde yayımlanmıştı. İlk baskısı tükendikten uzun yıllar sonra ikinci ve gözden geçirilmiş baskısı pek yakında Pankuş Yayınları tarafından Türk okuruna sunulacaktır.
Küçük Mecmua, Ziya Gökalp'in editörlüğü ve yönetiminde çıkmıştır. Gökalp , hemen her sayıda en az bir kaç makale ile dergiye katkıda bulunmuştur. "Tek kişilik üniversite" olan Gökalp, ekonomiden tarihe, felsefeden siyaset ve kültür bilimlerine ve sosyolojiye kadar hemen bütün insan bilimlerinde nasıl yetkin olduğunu göstermektedir. Bence günümüzde bazı yönleriyle hâlâ aşılabilmiş değildir.
Bununla birlikte yazılarını temel alarak bir çözümleme yaptım. Eleştirdim ve neden bazı düşüncelerini eleştirdiğimi kısaca bu yazıda açıkladım. İleri sürdüğü düşünce ve iddialarını yaklaşık 600 sayfayı aşkın Küçük mecmua'yı tarayarak tespit ettim. Ayrıntılar için Pankuş Yayınları'nın ikinci baskısını biraz beklemek gerekecektir. Küçük Mecmua dünün, bugünün ve hatta yarının Türkiyesini anlamak bakımından son derece vazgeçilmez ana kaynaktır.
Bu eleştirel yazı, Küçük Mecmua'nın önemine dikkat çekmeyi amaçlamaktadır.
Türk Felsefesine dair izlerini Ziya Gökalp'ın Küçük Mecmua'daki yazılarından hareketle ana çizgileriyle takip edebiliriz.
Kürtlerle Türkler, hem fiziki hem ruhi yapıları bakımından birbirinin eşidir. Hiçbir farklılıkları yoktur. Eğer farklılık ille de ırki ise, bu, "iki ırk, tek millet" oldukları gerçeğini değiştirmez.
Gökalp, Türklerle Kürtler arasındaki çok yönlü bağın siyasi olarak tahkimine feda ettiği için, İslam tarihinde Babekiye ve Bâtıniye gibi felsefi-tasavvufi hareketleri, dinsiz sayar. Esasen sonraki yazılarında bu akımlarla benzerlik gösteren Türk düşüncesine ait sima ve görüşleri yüceltmek suretiyle bu kez de siyasi söylem yerine felsefi ve ilmi görüşü yeğler.
Türklerin Babekiye'ye, Kürtlerin de Selahattin Eyyubi önderliğinde Rafızî Fatımilere karşı mücadelelerinde ortak mezhep ve yazgıda birleştiklerini savunurken, Türk kökenli Safevi Kızılbaşlarını eleştirir; Kızılbaşlığı İslam'a sonradan eklenen sapkın bir görüş olarak nitelendirir. Kürtlerle Türklerin tarihin bu dönemlerinde Sünnilikte birleştiklerini ve bundan böyle de birleşmeleri gerektiği mesajını verirken Sünniliği İslam'a en uygun yorum tarzı olarak görür. Türk düşüncesinin bugüne kadar yaşayan çelişkisini, Gökalp'ın daha çok Arap kültürüne yakın Sünniliği, Türk kültürüne yakın olan Safevi Kızılbaşlığına tercih etmesi, Türk düşüncesinin temel tarihsel çelişkisi ve bunalımından kaynaklanmaktadır. Türk kültürüne rağmen Arap kültürünün merkezi dini hermeneutiği (yorumbilimsel yöntem) olan Sünniliği savunması filozofumuzu Türkçü fikirleriyle çelişkili duruma sokmaktadır. Gökalp dinin siyasete alet edilmemesini çeşitli vesilelerle vurgulamasına rağmen, dini konularda kendisi de felsefi ve ilmi tutumdan çok siyasal tutum öne çıkarmaktadır.
Türklerle Kürtleri birleştirdiği düşünülen ve uğruna, Türk kültürünü daha çok temsil eden Alevilik ve Kızılbaşlığın dışlandığı Sünnilik, bugün Türklerle Kürtlerin tek millet olmaktan uzaklaşma sürecini durdurmaya bile yetememektedir.
Türklerle Kürtlere bu açıdan yaklaşması, iyi niyetli olsa da, tümüyle yerinde bir sosyolojik ve teolojik çözümleme değeri taşımaz.
Gökalp, pozitif bilimi belki içerik olarak değil, ama yöntem olarak tüm bilgi alanları ve bilim disiplinleri için genelleştirir. Tüm doğru ve yanlışları, ona göre, bu yöntemle belirleriz. Sadece ussal ve deneysel bilimler değil, tinsel, beşeri ve manevi bütün bilimler pozitif bilimin yöntemiyle ancak maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı karşılar. Filozofumuz Türk toplum bilincine bu yöntemin vazgeçilmezliğini yerleştirmede büyük rol oynamıştır. Bu yöntemin somutlaştığı biricik penceresi sosyolojidir.
Kıta Felsefesi ya da Eleştiri Felsefesi, pozitif bilim anlayış ve yöntemine karşı ciddi eleştiriler yöneltmiştir. Oysa Gökalp, pozitivist yönteminin etkisi altındaki sosyolojinin dar alanından çıkıp felsefesini bu eleştiri geleneğini izleyerek devam ettirseydi kuşkusuz Türk felsefesi için büyük şans ortaya çıkmış olurdu. Gökalp doğalcı-nesnelci varlık ve bilgi anlayışının keskinleştiği pozitivist yöntemi, felsefi ve bilimsel bir süreklilikle savunmaktan çok, pratik siyasi söylem ve amaçlarla sonuçlandırmış görünmektedir: "Çünkü çağdaş devlet, bir halk hükümeti olduğu kadar bir ilim hükümetidir." Bir başka deyişle, " hayatta en hakiki mürşit ilimdir."
Dehaya doğru yazısında Ziya Gökalp Türk seçkinler ve aydınları değerlendirir. Alafranga seçkinler eski Enderun'da, alafranga seçkinler (havas) ise limonlukta yetişen çiçekler gibidir. Bizde seçkin ve orijinal sanat eserleri ve sanatkârlar yoktur. Halkı küçük gören seçkinler vardır. Asıl orijinal sanat, halk içinden doğar. Milli kültürün temeli milli ahlak olunca, sanat da bu milli ahlaka bağlı olarak orijinal olur.
İlim ahlakla birlikte olmalıdır. Hukuk da ahlaka dayanmalıdır. Sanatın dâhileri olduğu gibi ahlakın da dâhileri vardır.
Yine Gökalp'a göre din, her türlü mefkûrenin (ülkünün) üstündedir. İktisat bu sıralamanın en altındadır. İktisat da dâhil, hepsini belirleyen ve yöneten ilke, dindir.
Gökalp, dini tüm ilke ve ideaların belirleyicisi kabul edince, bunun doğal sonucu olarak ümmet birliğini millet birliğinden daha güçlü görür. Kafası karışıktır.
Diğer yandan, bu iddiasına bir ihtiyat payı koymak için dinin idari değil, ilmi bir velayete dayalı olduğunu ileri sürer. Dine ilmi bir yolla gitmek gerekir, derken, dinin siyasete alet edilmesine karşı çıktığını yineler. Bunun için İslam âleminde "medreseler birliği"nin kurulmasını önerir. Ne var ki medreseler çoktan çökmüş ve tarih sahnesinden çekilmiştir. Batı'yı en iyi izleyen ve bilenler arasında bulunan Ziya Gökalp'in medreseler birliği önerisi ikna edici ve akılcı bir öneri olarak görülemez. Yüzü Batı'ya dönük ve modern dünyayı dikkatle izleyen bir filozof olarak Ziya Gökalp'in medreseler birliğini önermesi, en iyimser tahminle, "Tevhid-i tedrisat" devrimine teknik olarak hazırlık ilhamını vermiştir diyebiliriz.
Felsefi düşünce hiçbir pratiği ve çıkarı hedeflemez. Sadece kendisi içindir. Yarar değil, haz ve dinginlik hedeflenir. Felsefe, akıl-kalp ortaklığıyla mükemmele doğru gidiştir. Bunu yapabilene filozof denir. Gökalp bu düşünceleriyle fenomenolojiyi ve Varoluşçuluğu çağrıştırır.
İktisada gelince: Avrupa'da iktisadi hayat iş bölümü ve uzmanlığa dayanır. Bizde henüz bu ayrım oturmamıştır. Gökalp, iktisadı en alt sıraya koyar ama hayatın idamesi, hatta kültür, bilim, din gibi üst değerlerin var olması için başta geldiğini söyler. Bununla birlikte Marksizm'in iktisadı haddinden fazla abartarak Tarihsel Maddeciliğe kadar götürdüğünden yakınır. Buradaki çelişkileri de gözden kaçmaz.
Tarih kavramı ve felsefesine gelince, Gökalp'a göre, diğer bilimler gibi tarih bilimi de sosyolojiye dayanır. Tarih bilimi ve tarih felsefesi açısından Türk düşüncesi hedeflenen noktada bulunmamaktadır. Bu tespit, bugün için de geçerliliğini korumaktadır. Emile Durkheim'dan hareketle, tarih bilimin, şey'i yani objektif tarih(nesnel), milli tarih (öznel, ideolojik) diye ikiye ayıran filozofumuz, ilkini insanlığın ortak belleği, ikincisini ait olduğu milletin vicdanı olarak nitelemektedir. Bilimsel anlamda objektif tarihe, bir milletin fertlerinin vicdanını eğitmek anlamında da milli tarihe ihtiyaç olduğunu belirtir. Ergenekon, Boğahan, Oğuzhan ve Karahan destanlarını sadece milli tarihin unsurları olarak görmek gerektiğini, bunlara sonradan objektif tarih vasfı yüklemenin, iki tip tarihi birbirine karıştırmak demek olacağını bildirerek uyarıda bulunmayı ihmal etmez.
Küçük Mecmua bugün din, kültür, siyaset ve bilimde yaşadığımız çelişki ve kafa karışıklıklarının tarihsel köklerini vermektedir. Küçük Mecmua'yı okuyan, burada özetlediğim eleştirel hususların ayrıntısıyla karşılaşınca, tespit edilen sorunların çözümünde alacağımız mesafenin hala uzun olduğunu görecek ve yarına çelişkisiz bir Cumhuriyet ve Türk felsefe ile bakabilecektir.