Sonra içimde kilitli bir kapı aralanır; yeniden yazmaya başlarım. Kelimeler arkasına saklandıkları şeyleri iterek usul usul başlarını çıkarırlar endişeli de olsa. Meğer saklanmalarının nedeni başka kelimelere duydukları özlemmiş. Rüyamda art arda bir sürü cümle görürüm, evet görürüm; onların da vücut bulduğu bazı haller vardır. Ne dedikleri belli olmasa da tuhaf bir melodiyle arka arkaya dizilip kulağıma fısıldanırlar sihirli bir ruh tarafından. Kar taneleri gibi hiçbiri birbirine değmeden üzerime yağar. Bana düşen, nazikçe birikmelerini bekleyip onlara şekil vermektir. Bazen yere düşmelerini beklemeden sanki kalbimdeki bir sokak lambasının ışığında seyreder ve zihnimde şekillendiririm onları. Bazen de işte böyle saklanır, uzun süre bekletirler. Ama her şeyin olduğu gibi bunun da bir nedeni vardır.
Yine de en çok beni uykudan uyandırmalarını severim. Uykusunda dudakları kuruduğu için baş ucuna su koyan biri gibi baş ucuma kâğıt kalem koymayı. Düzeltmeye ihtiyaç duymadan içimden -gerçekten içimden, tam şuramdan- geldiği gibi yazmayı dünyadaki her şeyden çok severim. Dönen salıncağa binen ve ayaklarını şımarıkça sallayan bir çocuğu seyretmekten, saçlarımda rüzgârın esintisini hissetmekten, eve doğru çıkan yokuşta ansızın bir akordeon sesi duymaktan daha çok…