Bu arada, daha önce yapmış olduğumuz anlaşma gereğince, yeni kitaplarımla, satışta bulunmayan kitaplarımın yeni baskıları, belirli bir sıra içinde, Dünya Kitapları tarafından yayımlanacaktı. Bu sıraya göre, 1981 yılında, yani 25 yıl önce Yazko Yayınları arasında yayımlanmış bulunan Macellos Da Vinci'nin Akıllara Durgunluk Veren Serüvenleri'nin, 2006 başlarında Dünya Kitapları arasında yeniden basımı kararlaştırılmıştı. O sıkıntılı günlerimde, yeni bir kitaba başlayamayacağımı düşünerek, her zaman yaptığım gibi, bu kitabımı da, yeni basıma hazırlamak için gözden geçirmeye başladım.
Yirmi beş yıl önce yayımlanan bu kitapta anlatılanlarla içinde yaşadığımız günler arasındaki şaşırtıcı benzerlik, bu kitaba bir çeşit güncellik kazandırıyordu. Macellos Da Vinci adında Romalı ünlü bir gezgin, Orta Asya'ya yaptığı bir gezi sırasında, Boyuneğmezler adını verdiği bir ulusun başkentine uğruyordu. Ülkede büyük bir kargaşa hüküm sürmekteydi. Macellos Da Vinci'nin Roma İmparatoru'nun elçisi olarak bulunduğu ülkede olan bitenler, gerçekte, ülkemizin 12 Eylül 1980'de bir askeri darbeyle sonuçlanan süreçte yaşadıklarının bir eğretilemesi gibiydi.
Yeniden basım için yaptığım çalışmalar benim için keyifli bir uğraş oldu. Bu arada, kitapta geçen bir tümce dikkatimi çekti. Macellos Da Vinci'nin Orta Asya'daki bu ülkeye gelmeden önce Kudüs'e uğramış olduğu, Hazreti İsa'nın çarmıha gerilişine tanıklık ettiği söyleniyordu.
Macellos Da Vinci - Asya Seferi'ni yazma düşüncesi o zaman aklıma geldi. Oğlum Yiğit Bener'in, Paris'te St. Clous Lisesi'nde okuduğu sırada, aynı zamanda Fransız Komünist Partisi'nin politbüro üyesi olan tarih öğretmeni, Roma tarihini anlatırken, o günlerde en şiddetli dönemini yaşayan Vietnam Savaşı'ndaki ABD'nin emperyalist konumu ile Roma İmparatorluğu'nun Türkmenistan'a kadar uzanan sömürgeci politikaları arasında ilginç koşutluklar bulunduğunu gösteriyordu. Bu fikirden hareketle, ABD'nin son yıllarda iyice su yüzüne çıkan emperyalist politikalarıyla alttan alta benzerlikler bularak, daha önce Roma'nın temsilcisi olduğunu söylediğim Macellos Da Vinci'nin Orta Asya'ya nasıl geldiğini anlatmanın eğlenceli olabileceğini düşündüm.
Başlangıçta, tamamen düşsel bir öykü tasarlamıştım. Yukarıda değindiğim gibi, sağlık durumum ciddi bir araştırma yapmama elverişli değildi. Yazınsal teknik olarak da öyküyü Macellos'un ağzından anlatmayacak, yanında taşıdığı bir yazmanının notlarından yararlanacaktım. Aslında ilk kitapta da dolaylı olarak bu yöntemi kullanmıştım.
Başlangıç noktası olarak, birinci kitapta değindiğim gibi, Macellos'un Hazreti İsa'nın, Kudüs'te, Zeytindağı'nda, Golgota Tepesi'nde çarmıha gerilişini izleyişi sahnesini kullanmayı düşünüyordum.
Ancak, Filistin'in o günlerdeki kargaşası içinde, Macellos'un bu olaya tanıklık edişini mantıklı bir şekilde açıklamak zor geldi bana. O zaman, o bölgede yaşamış olan, Fâtîmâ adında bir kişilik çıkardım ortaya. Giderek, günümüzle eğretileme yoluyla koşutluk kuracağım bütünüyle soyut bir öykü düşünmüşken, ister istemez, dönemle ilgili araştırmalar yapma gereğini duydum. Pek çok kitap, elektronik kayıt, ansiklopedi, atlas geçti elimden. Rastlantı sonucu, yıllar önce görmüş olduğum İsa, Meryem, Maria Magdelena ve Yahuda efsanesini çok değişik açıdan yorumlayan, galiba adı "Vahşete Son Çağrı" olan bir filmi yeniden izleme fırsatı buldum.
Bu arada, son yıllarda moda olan postmodern tarih romanlarını düşündüm. Benim 1981 yılında yayımlanan romanımın kahramanına koyduğum Da Vinci adı, sonradan bir hayli çok satan romana başlık oldu. Onlara öykündüğüm söylenebilir miydi? Oysa benim yazmak istediğim, okuyucunun merakını gıcıklayacak o türden gizemli bir roman değildi.
Dönem, bir yandan eski Grek, öte yandan Roma mitolojisinin yoğun olarak yaşandığı bir dönemdi. İnsanların büyük kısmı pagan tanrılarına inanıyor, taş heykellere tapıyor, doğa olaylarını bu tanrılarla açıklamaya çalışıyordu. Dolayısıyla, anlatacağım öyküde bu efsanelere de yer vermeliydim. Bu konuda, başta Azra Erhat'ın Mitoloji Sözlüğü olmak üzere, Türkçe ve Fransızca birçok kitaptan yararlandım. Macellos Da Vinci'nin Eğilmezler Ülkesi'ne ulaştıktan sonra, kimi Türk ve Doğu mitolojileriyle de tanışması doğal olacaktı. Bu konuda çok fazla kaynak bulamamakla birlikte, Kültür Bakanlığı'nca yayımlanmış Türk Mitolojisi, Dede Korkut Hikâyeleri ve Orhun Kitabeleri kitapları benim için çok yararlı oldu.
Öte yandan, yeniden gözden geçirirken, Macellos'un Eğilmezler Ülkesi'ndeki serüvenleri daha humourlu bir nitelik kazandı. Bir bakıma güncelleşti. Kişilerin adlarını, o yılların bilinen metinlerindeki ve Dede Korkut öykülerindeki adlardan eğretileme yoluyla seçtim.
Araştırdıkça, beklemediğim kaynaklar çıktı karşıma. Yiğit'in Fransa'da okuduğu yıllardaki lise ders kitaplarından Klasik Roma dönemini anlatan G. Hacquard, J. Dautry ve O. Maisani'nin Antik Roma Rehberi de beni bilgilendirdi. Yine o dönemde kullanılan para çeşitleri, birimleri ve birbirlerine olan değiştirme oranları konusunda, eski para uzmanı olan yeğenim Berdan yardımıma koştu.
Macellos'un, bir Grek mitoloji öyküsünün kahramanları olan Argaunotların Yunanistan'dan Gürcistan'a kadar yapmış oldukları varsayılan maceralı gezilerinin izini sürerken, o dönemdeki Ege kıyı kentlerini dolaşmaması olası değildi. Bu bakımdan, Side, Halikarnassos (Bodrum), Dydyma (Didim), Myletos (Milet), Priene, Ephesus (Efes-Kuşadası), Smyrna (İzmir), Phokaia (Foça), Lesbos (Midilli), Assos, Troia (Truva) gibi kıyı kentlerinin iki bin yıl önceki durumlarını da incelemem ve o çağda yaşananları da gerçekten yaşanıyormuş gibi anlatmam gerekti. Bu konuda, Dr. Mübin Beken'in Pamphylia 1 adlı broşüründen, Arkeolog Suzan Bayhan'ın Priene, Milet ve Dydyma adlı kitabından, Seton Lloyd'un Tübitak tarafından Ender Varınlıoğlu'ya çevirtilip yayımlanan Türkiye'nin Tarihi kitabından, ayrıca, Grand Larousse ve Ansiklopedie Britanica'dan ve şu anda aklıma gelmeyen küçüklü büyüklü başka kaynaklardan yararlandım.
Bütün bu kaynak araştırmalarıma karşın, başından beri amacım tarihî bir roman yazmak olmadı. Bu bakımdan roman kurgusunun içine, kimi zaman gerçekten yaşanıyormuş gibi Grek ve Roma mitolojilerinde, Dede Korkut hikâyelerinde yer alan kimi öyküleri de kattığım gibi, bazen sırf muziplik olsun diye, Shakespeare'in Otello öyküsüne bile, değişik bir bakış açısıyla yer vermekten çekinmedim.
Sonuç olarak, iki bin yıl öncesini anlatırken, kimi toplumsal, inançsal ve filozofik düşüncelerimi daha rahat ifade etme olanağını bulduğumu da itiraf etmeliyim. Ama ola ki, okuyucularımın çoğunluğu, bu keyifli yolculuğu izlerken, benim bir ultra-postmodern roman yazdığımı düşüneceklerdir. Doğrusu bu düşünceye de karşı çıkmak niyetinde değilim.
En önemlisi, Macellos Da Vinci'nin bu iki kitabı, benim 2005 yılının boğuntulu havasından kurtulmamı sağladı. Umarım, okuyucularım da, benim yazarken tattığım zevki, okurken tadarlar. (Tanıtım'dan)
Bu arada, daha önce yapmış olduğumuz anlaşma gereğince, yeni kitaplarımla, satışta bulunmayan kitaplarımın yeni baskıları, belirli bir sıra içinde, Dünya Kitapları tarafından yayımlanacaktı. Bu sıraya göre, 1981 yılında, yani 25 yıl önce Yazko Yayınları arasında yayımlanmış bulunan Macellos Da Vinci'nin Akıllara Durgunluk Veren Serüvenleri'nin, 2006 başlarında Dünya Kitapları arasında yeniden basımı kararlaştırılmıştı. O sıkıntılı günlerimde, yeni bir kitaba başlayamayacağımı düşünerek, her zaman yaptığım gibi, bu kitabımı da, yeni basıma hazırlamak için gözden geçirmeye başladım.
Yirmi beş yıl önce yayımlanan bu kitapta anlatılanlarla içinde yaşadığımız günler arasındaki şaşırtıcı benzerlik, bu kitaba bir çeşit güncellik kazandırıyordu. Macellos Da Vinci adında Romalı ünlü bir gezgin, Orta Asya'ya yaptığı bir gezi sırasında, Boyuneğmezler adını verdiği bir ulusun başkentine uğruyordu. Ülkede büyük bir kargaşa hüküm sürmekteydi. Macellos Da Vinci'nin Roma İmparatoru'nun elçisi olarak bulunduğu ülkede olan bitenler, gerçekte, ülkemizin 12 Eylül 1980'de bir askeri darbeyle sonuçlanan süreçte yaşadıklarının bir eğretilemesi gibiydi.
Yeniden basım için yaptığım çalışmalar benim için keyifli bir uğraş oldu. Bu arada, kitapta geçen bir tümce dikkatimi çekti. Macellos Da Vinci'nin Orta Asya'daki bu ülkeye gelmeden önce Kudüs'e uğramış olduğu, Hazreti İsa'nın çarmıha gerilişine tanıklık ettiği söyleniyordu.
Macellos Da Vinci - Asya Seferi'ni yazma düşüncesi o zaman aklıma geldi. Oğlum Yiğit Bener'in, Paris'te St. Clous Lisesi'nde okuduğu sırada, aynı zamanda Fransız Komünist Partisi'nin politbüro üyesi olan tarih öğretmeni, Roma tarihini anlatırken, o günlerde en şiddetli dönemini yaşayan Vietnam Savaşı'ndaki ABD'nin emperyalist konumu ile Roma İmparatorluğu'nun Türkmenistan'a kadar uzanan sömürgeci politikaları arasında ilginç koşutluklar bulunduğunu gösteriyordu. Bu fikirden hareketle, ABD'nin son yıllarda iyice su yüzüne çıkan emperyalist politikalarıyla alttan alta benzerlikler bularak, daha önce Roma'nın temsilcisi olduğunu söylediğim Macellos Da Vinci'nin Orta Asya'ya nasıl geldiğini anlatmanın eğlenceli olabileceğini düşündüm.
Başlangıçta, tamamen düşsel bir öykü tasarlamıştım. Yukarıda değindiğim gibi, sağlık durumum ciddi bir araştırma yapmama elverişli değildi. Yazınsal teknik olarak da öyküyü Macellos'un ağzından anlatmayacak, yanında taşıdığı bir yazmanının notlarından yararlanacaktım. Aslında ilk kitapta da dolaylı olarak bu yöntemi kullanmıştım.
Başlangıç noktası olarak, birinci kitapta değindiğim gibi, Macellos'un Hazreti İsa'nın, Kudüs'te, Zeytindağı'nda, Golgota Tepesi'nde çarmıha gerilişini izleyişi sahnesini kullanmayı düşünüyordum.
Ancak, Filistin'in o günlerdeki kargaşası içinde, Macellos'un bu olaya tanıklık edişini mantıklı bir şekilde açıklamak zor geldi bana. O zaman, o bölgede yaşamış olan, Fâtîmâ adında bir kişilik çıkardım ortaya. Giderek, günümüzle eğretileme yoluyla koşutluk kuracağım bütünüyle soyut bir öykü düşünmüşken, ister istemez, dönemle ilgili araştırmalar yapma gereğini duydum. Pek çok kitap, elektronik kayıt, ansiklopedi, atlas geçti elimden. Rastlantı sonucu, yıllar önce görmüş olduğum İsa, Meryem, Maria Magdelena ve Yahuda efsanesini çok değişik açıdan yorumlayan, galiba adı "Vahşete Son Çağrı" olan bir filmi yeniden izleme fırsatı buldum.
Bu arada, son yıllarda moda olan postmodern tarih romanlarını düşündüm. Benim 1981 yılında yayımlanan romanımın kahramanına koyduğum Da Vinci adı, sonradan bir hayli çok satan romana başlık oldu. Onlara öykündüğüm söylenebilir miydi? Oysa benim yazmak istediğim, okuyucunun merakını gıcıklayacak o türden gizemli bir roman değildi.
Dönem, bir yandan eski Grek, öte yandan Roma mitolojisinin yoğun olarak yaşandığı bir dönemdi. İnsanların büyük kısmı pagan tanrılarına inanıyor, taş heykellere tapıyor, doğa olaylarını bu tanrılarla açıklamaya çalışıyordu. Dolayısıyla, anlatacağım öyküde bu efsanelere de yer vermeliydim. Bu konuda, başta Azra Erhat'ın Mitoloji Sözlüğü olmak üzere, Türkçe ve Fransızca birçok kitaptan yararlandım. Macellos Da Vinci'nin Eğilmezler Ülkesi'ne ulaştıktan sonra, kimi Türk ve Doğu mitolojileriyle de tanışması doğal olacaktı. Bu konuda çok fazla kaynak bulamamakla birlikte, Kültür Bakanlığı'nca yayımlanmış Türk Mitolojisi, Dede Korkut Hikâyeleri ve Orhun Kitabeleri kitapları benim için çok yararlı oldu.
Öte yandan, yeniden gözden geçirirken, Macellos'un Eğilmezler Ülkesi'ndeki serüvenleri daha humourlu bir nitelik kazandı. Bir bakıma güncelleşti. Kişilerin adlarını, o yılların bilinen metinlerindeki ve Dede Korkut öykülerindeki adlardan eğretileme yoluyla seçtim.
Araştırdıkça, beklemediğim kaynaklar çıktı karşıma. Yiğit'in Fransa'da okuduğu yıllardaki lise ders kitaplarından Klasik Roma dönemini anlatan G. Hacquard, J. Dautry ve O. Maisani'nin Antik Roma Rehberi de beni bilgilendirdi. Yine o dönemde kullanılan para çeşitleri, birimleri ve birbirlerine olan değiştirme oranları konusunda, eski para uzmanı olan yeğenim Berdan yardımıma koştu.
Macellos'un, bir Grek mitoloji öyküsünün kahramanları olan Argaunotların Yunanistan'dan Gürcistan'a kadar yapmış oldukları varsayılan maceralı gezilerinin izini sürerken, o dönemdeki Ege kıyı kentlerini dolaşmaması olası değildi. Bu bakımdan, Side, Halikarnassos (Bodrum), Dydyma (Didim), Myletos (Milet), Priene, Ephesus (Efes-Kuşadası), Smyrna (İzmir), Phokaia (Foça), Lesbos (Midilli), Assos, Troia (Truva) gibi kıyı kentlerinin iki bin yıl önceki durumlarını da incelemem ve o çağda yaşananları da gerçekten yaşanıyormuş gibi anlatmam gerekti. Bu konuda, Dr. Mübin Beken'in Pamphylia 1 adlı broşüründen, Arkeolog Suzan Bayhan'ın Priene, Milet ve Dydyma adlı kitabından, Seton Lloyd'un Tübitak tarafından Ender Varınlıoğlu'ya çevirtilip yayımlanan Türkiye'nin Tarihi kitabından, ayrıca, Grand Larousse ve Ansiklopedie Britanica'dan ve şu anda aklıma gelmeyen küçüklü büyüklü başka kaynaklardan yararlandım.
Bütün bu kaynak araştırmalarıma karşın, başından beri amacım tarihî bir roman yazmak olmadı. Bu bakımdan roman kurgusunun içine, kimi zaman gerçekten yaşanıyormuş gibi Grek ve Roma mitolojilerinde, Dede Korkut hikâyelerinde yer alan kimi öyküleri de kattığım gibi, bazen sırf muziplik olsun diye, Shakespeare'in Otello öyküsüne bile, değişik bir bakış açısıyla yer vermekten çekinmedim.
Sonuç olarak, iki bin yıl öncesini anlatırken, kimi toplumsal, inançsal ve filozofik düşüncelerimi daha rahat ifade etme olanağını bulduğumu da itiraf etmeliyim. Ama ola ki, okuyucularımın çoğunluğu, bu keyifli yolculuğu izlerken, benim bir ultra-postmodern roman yazdığımı düşüneceklerdir. Doğrusu bu düşünceye de karşı çıkmak niyetinde değilim.
En önemlisi, Macellos Da Vinci'nin bu iki kitabı, benim 2005 yılının boğuntulu havasından kurtulmamı sağladı. Umarım, okuyucularım da, benim yazarken tattığım zevki, okurken tadarlar. (Tanıtım'dan)