“Yeşillenmiş parklarını, çam ağaçlarını, çınarlarını, ıhlamurlarını, pürtelaş insanların artık kullanmadıkları eski tencerelerinde, göstermelik yoğurt kaplarında, göstermelik salça yahut nebati yağ kutularında yetiştirdikleri mis kokulu fesleğenleri, hanımellerini, genel karamsarlığını, hödüklüğünü, yıkılmaya mahkûm binalarını, telle çevrili özel arazilerini, muhatapsız haykırışlarını falan iyi bildiğim bu çevreden birileri, ne bileyim huyları olduğu üzere canlı cenaze misali sana yanaşır ve yapay bir coşkuyla saati ya da bulamadığı yolu, ana caddeyi, çoktan unutulmuş, maziye karışmış bir sokağı, bilmem kaçıncı devlet büyüğünün adının verildiği bir bulvarı sorar ya hep, gerçekten damdan düşer gibi alakasız birileriyle muhabbete zorlanırsın ya hep.”
İlk altı romanının tersine bu eserinde Semra Topal, kahramanlarının tanıdık atipikliğinden çok çevrelerindeki olayların, olay-sözlerin ve söz-yerlerin nitelikli çoğunluğuna yer veriyor. Bu anlamda yazar, çağdaşlarıyla hem boy ölçüşüyor hem de zamanının yazısının tüm pozitif niteliklerini derdest ediyor. Özetle, “Yalı çapkını” Dr. Nehâr'ın da sorduğu gibi: “Gerçekten her şey yolunda mı?..”
Bir nefeste, söz ve betim labirentlerinde yalpa yalpa -nefessiz- okunan bir roman MARİ FONEÇKA. Romanın adından başka hiçbir yerde rastlayamayacağımız bu perde-kahraman kitap bittikten sonra Semra Topal'ın kendisi olacak mı?
Son nefes, okurun.