"Göstergebilimin ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla, özellikle de Max Bense'nin ve Stuttgart Okulu'nun çalışmalarıyla, mimarlıkta anlam yaratma olgusunu, göstergebilim ve iletişim kuramlarıyla açıklama denemelerine Almanya'da da girişildi, üstelik bu denemeler çok ilginç sonuçlar da verdi. Bu bağlamda, göstergenin üçlü yapısının çok basitleştirilerek mimari dile 'biçim ve düzenleme', 'anlam' ve 'etki' olarak çevrildiğine de değinmek isterim. Ayrıca göstergenin çift işlevliliği de ele alındı, gösterge belli bir nesneye gönderme yapmanın (düzanlam) yanı sıra, duygusal imgeleri de çağrıştırabiliyordu (yananlamlar). İçinde bulunduğu bağlam da göstergeyi etkiliyordu, yani bir gösterge nerede bulunduğuna bağlı olarak kendisi hiç değişmediği halde, bambaşka anlamlar kazanabiliyordu. Bu durum için klasik örneği Umberto Eco verir: Bir kentte yürüyen bir insan kitlesinin önündeki kırmızı bayrakla, kıyıdaki bir teknenin direğine çekilmiş kırmızı bayrak bambaşka anlamlar taşır.
Almanya'daki bu girişimler gene de oldukça soyut bir düzlemde kaldı, mimara seslenebilecek bir dile çevrilemedi. Ayrıca bu çeşit saptamaların proje üretme sürecinde somut olarak ne işe yarayacakları da sınanmadı.
İşte Günther Fischer'in çalışmasını farklı kılan, mimarlıkla mimari pratik arasında kurduğu bağlantılardır. Kendisi de mimar olan Fischer, kuramlara eleştirel bir gözle bakıyor, kuramların, mimarın çalışmasına katabileceği değerleri araştırıyor. Fischer geniş bir alana yayılıyor, göstergebilim, dilbilim ve algı psikolojisi üzerinde duruyor ve pek çok somut örnek vererek dille mimarlık arasında yapısal benzerlikler bulunduğunu ileri süren tezleri geliştiriyor."
"Göstergebilimin ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla, özellikle de Max Bense'nin ve Stuttgart Okulu'nun çalışmalarıyla, mimarlıkta anlam yaratma olgusunu, göstergebilim ve iletişim kuramlarıyla açıklama denemelerine Almanya'da da girişildi, üstelik bu denemeler çok ilginç sonuçlar da verdi. Bu bağlamda, göstergenin üçlü yapısının çok basitleştirilerek mimari dile 'biçim ve düzenleme', 'anlam' ve 'etki' olarak çevrildiğine de değinmek isterim. Ayrıca göstergenin çift işlevliliği de ele alındı, gösterge belli bir nesneye gönderme yapmanın (düzanlam) yanı sıra, duygusal imgeleri de çağrıştırabiliyordu (yananlamlar). İçinde bulunduğu bağlam da göstergeyi etkiliyordu, yani bir gösterge nerede bulunduğuna bağlı olarak kendisi hiç değişmediği halde, bambaşka anlamlar kazanabiliyordu. Bu durum için klasik örneği Umberto Eco verir: Bir kentte yürüyen bir insan kitlesinin önündeki kırmızı bayrakla, kıyıdaki bir teknenin direğine çekilmiş kırmızı bayrak bambaşka anlamlar taşır.
Almanya'daki bu girişimler gene de oldukça soyut bir düzlemde kaldı, mimara seslenebilecek bir dile çevrilemedi. Ayrıca bu çeşit saptamaların proje üretme sürecinde somut olarak ne işe yarayacakları da sınanmadı.
İşte Günther Fischer'in çalışmasını farklı kılan, mimarlıkla mimari pratik arasında kurduğu bağlantılardır. Kendisi de mimar olan Fischer, kuramlara eleştirel bir gözle bakıyor, kuramların, mimarın çalışmasına katabileceği değerleri araştırıyor. Fischer geniş bir alana yayılıyor, göstergebilim, dilbilim ve algı psikolojisi üzerinde duruyor ve pek çok somut örnek vererek dille mimarlık arasında yapısal benzerlikler bulunduğunu ileri süren tezleri geliştiriyor."