#smrgKİTABEVİ Minyeli Abdullah - 50. Yıl ÖZEL BASKI -
1960'lı yıllarda üç büyük fikir hareketi vardı. Türkçüler, dindarlar ve dine karşı olanlar. Herkes kitap yoluyla davasını anlatıyordu. Dindarların kitapları ise sadece ilmihallerden oluşuyordu. Durmadan ilmihal basılıyordu. İnsanlara, İslam'ı hakikatiyle anlatmak gerekiyordu. Usûl yanlıştı. Sokaktaki adama hitap etmemiz gerekiyordu, bunun bir yolunu bulmalıydık.
Bu ihtiyaçla ‘ben' dedim ‘roman yazacağım.' En iyi yolun roman olduğuna karar verdim. Çünkü Avrupa'yı ayağa kaldıran romanlardı. İdeolojiler ancak edebiyatla anlatılabilirdi, bu kesindi.
Felsefe Natürizmdi. Yani ‘Allah' kelimesinin yerine ‘tabiat' kelimesi konmuştu. Halk yanıyordu. Ebeveyn ‘Allah' diyor, öğretmen ‘tabiat' diyor; çocuk anarşist oluyordu. Halk yanıyordu. Ekonomi kapitalistti. Bankalar ekonomiyi yönetiyordu. Halk faize düşmandı, yine yanıyordu. Minyeli Abdullah bu yangını söndürmeye çıktı.” - Hekimoğlu İsmail
Kitaptan
Evet, şu sandalyeye yığılmış et-kemik külçesinin gönlünü tasvir etmek mümkün müydü? Sevgiyi, ıstırabı, korkuyu, acıyı anlatmaya imkân var mı? Bir kadın çığlığı duysan, yahut bir erkeğin asık suratında gözyaşı görsen, bunlarla, ıstırabın şiddetini anlayabilir misin? Yoksa geçmiş ıstıraplarının biriyle mukayese eder, geçer misin?
İnsan dudaklarından dökülen kelimelerin kapsadığı mana o kadar büyük, o kadar derin ki, medeniyetin zirvesine ulaşan insanlık, bu noktada çok geridir. Denizlerin en derin yerini keşfedebilirsiniz. Dağların en yüksek noktasını ölçebilirsiniz. Fakat kimsenin, hiç kimsenin ıstırabını yahut sevincini ölçemezsiniz ve bunların gönülde meydana getirdiği halleri tahmin edemezsiniz. Değil başkasını, kendi geçmiş ıstıraplarınızın şiddetini, o ıstırapla içine düştüğünüz hâli lâyıkıyla hatırlayamazsınız. Sadece ıstıraplarınızın geçtiğine sevinir, sevinçli anlarınızın gittiğine üzülürsünüz. Burada da ıstırabın bir nevi saadet tohumu taşıdığı ve saadetin dahi bir nevi ıstırap tohumuna sahip olduğu meydana çıkar. İlâhî nizamın girift ve hâkim hali!..
İnsanlık tarihinde, hayatı bir çürük diş kabul edenlerin sayısı az değildir, demeyin ki, hayatı kötülüyorsun. Hayır! Biz mes'elelere, müsbet veya menfî sahada bir kıymet biçmiyoruz, sadece tasvir ediyoruz. Mesela, siz biraz evvel niçin iç geçirdiniz? Niçin (of) dediniz? Niçin bir sakatın yahut delinin önünden geçerken Allah'a sığındınız? Ve niçin çocuğunuz düşünce çığlık attınız? Bu (niçin)leri daha arttıralım mı?..
Evet, biz iddia ediyoruz ki, dertsiz insan olamaz. Buna (hayır) diyenlerden müsaade isteyip (evet) diyenlere şunu arz edelim ki: Dert iki cihetten gelir, biri, ulvî, diğeri süflî meselelerden...
Müslüman olmanın saadeti, İslamiyet'i yaşayamamanın ıstırabı ile kıvrananlarla; izzet-i nefis sahibi olmanın sahte izzetini taşıyan ve nefsine hakaret gördüğü için ıstırap çeken müsavi midir?
Dinine hakaret edildiği halde ses çıkarmayan, kendine hakaret edilince ejderha kesilen bedbaht, İslâm tarihini yapan mücahidlerin hangisinin ayak tozu kadar değer taşır?
1960'lı yıllarda üç büyük fikir hareketi vardı. Türkçüler, dindarlar ve dine karşı olanlar. Herkes kitap yoluyla davasını anlatıyordu. Dindarların kitapları ise sadece ilmihallerden oluşuyordu. Durmadan ilmihal basılıyordu. İnsanlara, İslam'ı hakikatiyle anlatmak gerekiyordu. Usûl yanlıştı. Sokaktaki adama hitap etmemiz gerekiyordu, bunun bir yolunu bulmalıydık.
Bu ihtiyaçla ‘ben' dedim ‘roman yazacağım.' En iyi yolun roman olduğuna karar verdim. Çünkü Avrupa'yı ayağa kaldıran romanlardı. İdeolojiler ancak edebiyatla anlatılabilirdi, bu kesindi.
Felsefe Natürizmdi. Yani ‘Allah' kelimesinin yerine ‘tabiat' kelimesi konmuştu. Halk yanıyordu. Ebeveyn ‘Allah' diyor, öğretmen ‘tabiat' diyor; çocuk anarşist oluyordu. Halk yanıyordu. Ekonomi kapitalistti. Bankalar ekonomiyi yönetiyordu. Halk faize düşmandı, yine yanıyordu. Minyeli Abdullah bu yangını söndürmeye çıktı.” - Hekimoğlu İsmail
Kitaptan
Evet, şu sandalyeye yığılmış et-kemik külçesinin gönlünü tasvir etmek mümkün müydü? Sevgiyi, ıstırabı, korkuyu, acıyı anlatmaya imkân var mı? Bir kadın çığlığı duysan, yahut bir erkeğin asık suratında gözyaşı görsen, bunlarla, ıstırabın şiddetini anlayabilir misin? Yoksa geçmiş ıstıraplarının biriyle mukayese eder, geçer misin?
İnsan dudaklarından dökülen kelimelerin kapsadığı mana o kadar büyük, o kadar derin ki, medeniyetin zirvesine ulaşan insanlık, bu noktada çok geridir. Denizlerin en derin yerini keşfedebilirsiniz. Dağların en yüksek noktasını ölçebilirsiniz. Fakat kimsenin, hiç kimsenin ıstırabını yahut sevincini ölçemezsiniz ve bunların gönülde meydana getirdiği halleri tahmin edemezsiniz. Değil başkasını, kendi geçmiş ıstıraplarınızın şiddetini, o ıstırapla içine düştüğünüz hâli lâyıkıyla hatırlayamazsınız. Sadece ıstıraplarınızın geçtiğine sevinir, sevinçli anlarınızın gittiğine üzülürsünüz. Burada da ıstırabın bir nevi saadet tohumu taşıdığı ve saadetin dahi bir nevi ıstırap tohumuna sahip olduğu meydana çıkar. İlâhî nizamın girift ve hâkim hali!..
İnsanlık tarihinde, hayatı bir çürük diş kabul edenlerin sayısı az değildir, demeyin ki, hayatı kötülüyorsun. Hayır! Biz mes'elelere, müsbet veya menfî sahada bir kıymet biçmiyoruz, sadece tasvir ediyoruz. Mesela, siz biraz evvel niçin iç geçirdiniz? Niçin (of) dediniz? Niçin bir sakatın yahut delinin önünden geçerken Allah'a sığındınız? Ve niçin çocuğunuz düşünce çığlık attınız? Bu (niçin)leri daha arttıralım mı?..
Evet, biz iddia ediyoruz ki, dertsiz insan olamaz. Buna (hayır) diyenlerden müsaade isteyip (evet) diyenlere şunu arz edelim ki: Dert iki cihetten gelir, biri, ulvî, diğeri süflî meselelerden...
Müslüman olmanın saadeti, İslamiyet'i yaşayamamanın ıstırabı ile kıvrananlarla; izzet-i nefis sahibi olmanın sahte izzetini taşıyan ve nefsine hakaret gördüğü için ıstırap çeken müsavi midir?
Dinine hakaret edildiği halde ses çıkarmayan, kendine hakaret edilince ejderha kesilen bedbaht, İslâm tarihini yapan mücahidlerin hangisinin ayak tozu kadar değer taşır?