Yani bana göre biraz iddialı. Dünyanın en güzel en şiirsel bir kentinin en zarif nev'i şahsına münhasır bir köşesini sizlere tüm özellikleriyle aktarabilmek her halde pek öyle kolay bir şey olmasa gerek.
Bu orada eğer nostaljik bazı vurgulamalarla karşılaşırsanız hiç şaşırmayınız, çünkü her kent özelliklede her "Tarihsel Kent" öncelikle "Kendine benzemeli" ve her türlü gelişimini "Kendi kişiliğini" koruyarak ve güçlendirerek sağlamalıdır.
O nedenle de Kentleşme ve İmar kurallarını belirlerken, kimliğini oluşturan değerleri yitirmemeli ve bu değerlerin yarattığı "Evrensel Kültürünü" sürdürmeyi temel almalıdır. Modernleşme adına kentlerin tarihi katledilmemeli; kimlik yo-kelidmernelidir. Modern mimari ile iş birliğini, taklit eden şehirler, o şehir olmaktan çıkıyor.
Bir şehrin tarihteki yerini koruyabilmek temel ilke olmalıdır. Amma ne yazık ki bu talihsiz kent 1950'li yıllardan bu yana giderek çarpıklaşan kişiliği erozyona uğramış bir kent olmuştur. Pek tabiidir ki Moda gibi nadide bir İstanbul köşesinde bu yozlaşmadan payını almıştır, ve aldı da.
Şimdi şöyle bir etrafınıza bakınız;
Fransız yazar Gerard de Nerval'ın 1820-50 yıllarında tasvir ettiği İstanbul'dan acaba ne görüyorsunuz?
"Bu şehir Avrupa ile Asya'nın birleştiği noktada, güzel bir mühürdür. Uzaktan görünen emsalsiz güzelliğinin yanında, her tarafı yemyeşil tepelerle kaplı İstanbul'un intizamını ve temizliğini Avrupa başkentleriyle mukayese etmek imkanı yoktur. Fakat yakın gelecekte bunlarında tanzim edilebileceği kanaatindeyim. İstanbul'un aşı boyalı şirin evleri, sanki kalaylıymış gibi parlayan kubbeleri, yükselen minareleri, şairane manzarası, her zaman hayranlıkla seyredilebilir. Türklerin, başkentlerini Avrupa'lı medeniyet seviyesine çıkartmak için gösterdikleri çaba takdirle karşılanacak ölçüde. Onlar için hiçbir sanat eseri, hiç bir ıslâhat usulü yabancı değil" der ve dünyadaki yeşillerin en güzelleriyle bezenmiş bu emsali bulunmayan Boğaziçi acaba elli yıl sonra nasıl bir şekil alacak diye de sanki bu günleri o günlerden haber vermiş. Amma biz aymamışız? Felâket bir kâbus gibi üstümüze çöktü. Tüm İstanbullu'lara artık uyanın diyorum. -Gökhan Önce, Moda, 1996 (Önsözden)
Yani bana göre biraz iddialı. Dünyanın en güzel en şiirsel bir kentinin en zarif nev'i şahsına münhasır bir köşesini sizlere tüm özellikleriyle aktarabilmek her halde pek öyle kolay bir şey olmasa gerek.
Bu orada eğer nostaljik bazı vurgulamalarla karşılaşırsanız hiç şaşırmayınız, çünkü her kent özelliklede her "Tarihsel Kent" öncelikle "Kendine benzemeli" ve her türlü gelişimini "Kendi kişiliğini" koruyarak ve güçlendirerek sağlamalıdır.
O nedenle de Kentleşme ve İmar kurallarını belirlerken, kimliğini oluşturan değerleri yitirmemeli ve bu değerlerin yarattığı "Evrensel Kültürünü" sürdürmeyi temel almalıdır. Modernleşme adına kentlerin tarihi katledilmemeli; kimlik yo-kelidmernelidir. Modern mimari ile iş birliğini, taklit eden şehirler, o şehir olmaktan çıkıyor.
Bir şehrin tarihteki yerini koruyabilmek temel ilke olmalıdır. Amma ne yazık ki bu talihsiz kent 1950'li yıllardan bu yana giderek çarpıklaşan kişiliği erozyona uğramış bir kent olmuştur. Pek tabiidir ki Moda gibi nadide bir İstanbul köşesinde bu yozlaşmadan payını almıştır, ve aldı da.
Şimdi şöyle bir etrafınıza bakınız;
Fransız yazar Gerard de Nerval'ın 1820-50 yıllarında tasvir ettiği İstanbul'dan acaba ne görüyorsunuz?
"Bu şehir Avrupa ile Asya'nın birleştiği noktada, güzel bir mühürdür. Uzaktan görünen emsalsiz güzelliğinin yanında, her tarafı yemyeşil tepelerle kaplı İstanbul'un intizamını ve temizliğini Avrupa başkentleriyle mukayese etmek imkanı yoktur. Fakat yakın gelecekte bunlarında tanzim edilebileceği kanaatindeyim. İstanbul'un aşı boyalı şirin evleri, sanki kalaylıymış gibi parlayan kubbeleri, yükselen minareleri, şairane manzarası, her zaman hayranlıkla seyredilebilir. Türklerin, başkentlerini Avrupa'lı medeniyet seviyesine çıkartmak için gösterdikleri çaba takdirle karşılanacak ölçüde. Onlar için hiçbir sanat eseri, hiç bir ıslâhat usulü yabancı değil" der ve dünyadaki yeşillerin en güzelleriyle bezenmiş bu emsali bulunmayan Boğaziçi acaba elli yıl sonra nasıl bir şekil alacak diye de sanki bu günleri o günlerden haber vermiş. Amma biz aymamışız? Felâket bir kâbus gibi üstümüze çöktü. Tüm İstanbullu'lara artık uyanın diyorum. -Gökhan Önce, Moda, 1996 (Önsözden)