Aydınlanma düşüncesi, özellikle Hıristiyan teolojisinin, insanı Tanrı adına ve insan aklını da ilahi buyruk (teoloji) adına yok saymasına tepki olarak gelişmiştir. Tanrı ve Vahiy (Hıristiyan teolojisi diyebiliriz buna) eksenli düşünme biçimi Batı'da insanın ve insan aklının aşağılanması gibi bir görünüm sergilemişti. Buna tepki olarak gelişen Aydınlanma, Tanrı yerine insanı (hümanizma) Vahiy yerine ise intellect'i (zihin- akıl demiyorum-) koydu. Bu iki yaklaşım biçimi yüzyıllar boyu hesaplaştı. Batı Aydınlanmaya kendi entelektüel ve kültürel havzasının bilincinde olarak ulaştı. Tanrı ve vahiy karşıtlığı belli bir çaba ve alınteri sonucu ulaşılan bir noktaydı. En ateşli tanrıtanımazlar bile kutsal kitabı çok iyi biliyorlardı. Sonraları, Aydınlanmanın temel söylemleri bu çatışma ve entelektüel yoğunluğun doğal seyri olarak sorgulanmaya başlandı. Akıl, bilim ve ilerleme gibi Aydınlanmanın üç ana dayanağı da yoğun eleştirilere uğradı.
Aslında ne dinler ne de ideolojiler insan gerçeğinden kopabildiler. Ne maddeyi inkâr eden yaklaşım kendisini maddeden kurtarabildi, ne manevi olanı inkâr eden yaklaşım -çoğu kere- manevi olanın savunuculuğunu yapmaktan geri durabildi. Bu iki yaklaşım hayat ve insan gerçeği karşısında sürekli çelişkiler yaşadı. Çünkü insanlık tarih boyunca bir yönüyle kendisini bu dünyadan ayrı görmüş (ahlak, sanat, din) diğer yanıyla bu dünyayı anlamaya çalışıp fiziksel olarak rahat etmek istemiştir (bilim).
İslam dünyasının bu çatışmaların yansımalarından etkilenmemesi mümkün değildi. Ancak Batı dünyasının kendine özgü şartları ile İslam dünyasının kendine özgü şartları arasında kimi benzerlikler olmakla birlikte çoğu noktada bir örtüşme bulunmuyordu. Örneğin İslam dünyasında teoloji vardı ama kilise ve seçkin din adamı sınıfı yoktu. Bu özel şartların dikkate alınmaması muhafazakâr/ tutucu eğilim ile modernist/yenilikçi eğilim olarak niteleyebileceğimiz iki eğilimin öne çıkmasına neden oldu.
Muhafazakâr eğilim Batı'nın özgül şartlarında gelişen Aydınlanmanın bütün söylemlerine duygusal bir tepki koydu. Yanı sıra modernist eğilim Batı'daki skolastisizm karşıtı bütün söylemleri aynen kendi toplumlarına tercüme etti. Sonuçta kesif, anlamsız ve haksız bir kördöğüşü yaşanmaya başlandı. Bu durum İslam dünyasının gerçek aydınlanmasına engel oldu ve hâlâ da engel olmaya devam etmekte.”
(Kitap tanıtımından)
Aydınlanma düşüncesi, özellikle Hıristiyan teolojisinin, insanı Tanrı adına ve insan aklını da ilahi buyruk (teoloji) adına yok saymasına tepki olarak gelişmiştir. Tanrı ve Vahiy (Hıristiyan teolojisi diyebiliriz buna) eksenli düşünme biçimi Batı'da insanın ve insan aklının aşağılanması gibi bir görünüm sergilemişti. Buna tepki olarak gelişen Aydınlanma, Tanrı yerine insanı (hümanizma) Vahiy yerine ise intellect'i (zihin- akıl demiyorum-) koydu. Bu iki yaklaşım biçimi yüzyıllar boyu hesaplaştı. Batı Aydınlanmaya kendi entelektüel ve kültürel havzasının bilincinde olarak ulaştı. Tanrı ve vahiy karşıtlığı belli bir çaba ve alınteri sonucu ulaşılan bir noktaydı. En ateşli tanrıtanımazlar bile kutsal kitabı çok iyi biliyorlardı. Sonraları, Aydınlanmanın temel söylemleri bu çatışma ve entelektüel yoğunluğun doğal seyri olarak sorgulanmaya başlandı. Akıl, bilim ve ilerleme gibi Aydınlanmanın üç ana dayanağı da yoğun eleştirilere uğradı.
Aslında ne dinler ne de ideolojiler insan gerçeğinden kopabildiler. Ne maddeyi inkâr eden yaklaşım kendisini maddeden kurtarabildi, ne manevi olanı inkâr eden yaklaşım -çoğu kere- manevi olanın savunuculuğunu yapmaktan geri durabildi. Bu iki yaklaşım hayat ve insan gerçeği karşısında sürekli çelişkiler yaşadı. Çünkü insanlık tarih boyunca bir yönüyle kendisini bu dünyadan ayrı görmüş (ahlak, sanat, din) diğer yanıyla bu dünyayı anlamaya çalışıp fiziksel olarak rahat etmek istemiştir (bilim).
İslam dünyasının bu çatışmaların yansımalarından etkilenmemesi mümkün değildi. Ancak Batı dünyasının kendine özgü şartları ile İslam dünyasının kendine özgü şartları arasında kimi benzerlikler olmakla birlikte çoğu noktada bir örtüşme bulunmuyordu. Örneğin İslam dünyasında teoloji vardı ama kilise ve seçkin din adamı sınıfı yoktu. Bu özel şartların dikkate alınmaması muhafazakâr/ tutucu eğilim ile modernist/yenilikçi eğilim olarak niteleyebileceğimiz iki eğilimin öne çıkmasına neden oldu.
Muhafazakâr eğilim Batı'nın özgül şartlarında gelişen Aydınlanmanın bütün söylemlerine duygusal bir tepki koydu. Yanı sıra modernist eğilim Batı'daki skolastisizm karşıtı bütün söylemleri aynen kendi toplumlarına tercüme etti. Sonuçta kesif, anlamsız ve haksız bir kördöğüşü yaşanmaya başlandı. Bu durum İslam dünyasının gerçek aydınlanmasına engel oldu ve hâlâ da engel olmaya devam etmekte.”
(Kitap tanıtımından)