“Bunların tamamı Ermenilerden arta kalan mallar, öldürdüklerimizin üzerini arar ne çıkarsa bunlara el koyardık. Çoğu zaman üzerlerinden pek bir şey çıkmazdı, bizden önce soyulmuş ya da soyulacak korkusuyla bir kısmını yanlarına almayarak saklamış ve kaçırmışlardı. Bizim payımıza pek bir şey kaldığı söylenemezdi, cesetlerin üzerinde çıkanları toplar başındaki miralaylara verirdik. Bir kısmı Osmanlı paşalarına pay edilir kalanı ise kendilerine alırlardı. Arada ganimet iyiyse bize de ufak tefek bir şeyler verilirdi. Tabi bazen süvariler, miralayların yokluğundan yararlanıp ölülerin üzerinden çıkanları kendi aralarında pay ederlerdi. Ben de bu yolla birkaç değerli parça ve bir miktar nakit edindim. Onların hepsini sırf bu kadın uğruna kendi ellerimle kaptırdım, geriye sadece küçük bir hançer kaldı.”
Weysi'nin anlattıkları üç gözlü evin karanlık küçük arka odasında yankılanıyor, eşi benzeri olmayan bir işkenceye dönüşüyordu. Zavallı kadın, bedensel acıları yetmiyormuş gibi bir de ruhsal şiddette maruz kalıyordu. Çünkü akşamdan beri anlatılanlar, kıyıma, yıkıma, talana uğramış kendi halkının, dahası tanıdıkları, arkadaşları, sevdikleri ve ailesinin vahşete maruz kalan gerçeğiydi…