Şair veya yazarların, kendilerinden önce yaşamış ve eser vermiş edebiyatçılarla, çağdaşları olan sanatkârlar hakkındaki fikirleri, tespit veya değerlendirmeleri her zaman ilgi çekici olmuştur. Edebiyat araştırmacısı, her ne kadar ilmî bir disiplin dairesinde, her türlü sözlü yazılı kaynağa başvurarak üzerinde çalıştığı eser veya şahsiyet hakkında birtakım sonuçlara varırsa da, bir sanatkârı en iyi, sanatın demirden leblebisini çiğnemiş olan, eser vermenin güçlüğünü bilen, yaratmanın sancısını çeken şair veya yazarlar idrak ederler.
Bu kişilerin dikkatleri her zaman “doğru” veya “isabetli” değilse de “ilgi çekici” olagelmiştir. Bir şair ya da yazarın, eserini oluştururken içinde bulunduğu “işbâ” hâlini yaşamış ve sanatın sarp yollarından geçmiş olan diğer bir edebiyatçının fikirleri, herhangi bir araştırmacının hükümlerinden ister-istemez farklı olur. Bu, bir şehri dışından görmekle içinde yaşamış olmanın farkı gibidir.
Özellikle şairlerin pek çoğunun kendi şiirini çoğu zaman üstün bulmaları ve her sanatkârda az veya çok bulunan enaniyet duygusu dolayısıyla kimi zaman objektifliğin yitirildiği görülürse de bu, okuyucuyu orijinal ve benzersiz diğer hükümlerden mahrum etmemelidir. Türk edebiyatında, kendisi de şair olan bazı şahsiyetlerin kaleme aldıkları şuara tezkirelerinde karşımıza çıkan orijinal değerlendirmeler, yine Tanzimat sonrası Türk edebiyatında Namık Kemal ve Ziya Paşa'dan başlayarak artan (şairlerin) tenkit faaliyetleri bu hükmümüzü destekler mahiyettedir.
Recaizade Mahmut Ekrem, Muallim Naci, Menemenlizade Mehmed Tahir, Tevfik Fikret, Cenab Şehabeddin, daha yakın dönemde Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar edebî eser sahibi olan ama aynı zamanda tenkidî eserler veren şahsiyetlerin ilk akla gelenlerindendir. Devrinin en renkli, etkili simalarından birisi olan Süleyman Nazif de manzum ve mensur pek çok eser kaleme almış, bunun yanında, hem kendi devrinden önce yaşamış şair ve nâsirlerin, hem de çağdaşı edebiyatçıların eserleri hakkında çeşitli hacimlerde yazı ve kitaplar bırakmış birisidir.