#smrgSAHAF Notlar 17: Islamophobia Konuşmaları -

Basıldığı Matbaa:
Elma Basım
Dizi Adı:
Küresel Araştırmalar Merkezi: 1
Hazırlayan:
Sevinç Alkan Özcan
Stok Kodu:
1199144479
Boyut:
15x23
Sayfa Sayısı:
55 s.
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2009
Çeviren:
Melahat Yalçın, Talha Üstündağ, Gülnur Kılıçoğlu
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
1. Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
0,00
1199144479
530649
Notlar 17: Islamophobia Konuşmaları -
Notlar 17: Islamophobia Konuşmaları - #smrgSAHAF
0.00
Sunuş: “Islamophobia” kavramı 1980'li yıllarda kullanılmaya başlandı ancak daha popüler bir biçim alması 1997 yılında İngiltere'de yayınlanan Runnymede Raporu ile oldu. Müslümanlara karşı ayrımcılık ve dışlamaya varan temelsiz nefret ve korkuyu ifade eden Islamofobya terimi, Runnymede Raporu'nda birbiriyle ilişkili sekiz algılama etrafında tanımlanıyordu. Bu algılamalara göre İslam, “değişime direnç gösteren statik ve yekpare bir blok” olarak görülüyor, başka kültürlerle ortak hiçbir değeri paylaşmayan “öteki” olarak tanımlanıyordu. İslam medeniyeti tarihte hiçbir kültürle etkileşime girmemiş, onları etkilemediği gibi onlardan da etkilenmemişti. “Barbar, irrasyonel ve ilkel bir din” olarak algılanan İslam, Batı medeniyetinin üstünlüğü karşısında daha alçak olanı temsil ediyordu. Bu algılamalarda “şiddet yanlısı, saldırgan ve terörizm üreten” bir din olarak sunuluyor, medeniyetlerarası çatışmada bir tarafı temsil ediyordu. Tüm bu algılamalardan dolayı Müslümanlara karşı yapılan ayrımcılıklar meşru hale geliyor, Müslümanlar toplumdan dışlanıyordu. Dolayısıyla Müslümanlara karşı oluşturulan düşmanlık da doğal ve normaldi. Runnymede Trust'ın yayınladığı bu raporun ardından 2000'li yıllarda, Avrupa'da islamofobya'nın yükselişine dikkat çeken başka raporlar da yayınlandı. International Helsinki Federation for Human Rights (2005), USA Today Gallup Poll (2006), Washington Human Rights First (2007), UN Special Rapporteur, European Union Monitoring Center (2006) ve İslam Konferansı Örgütü (2007-2008) tarafından hazırlanan raporlar uluslararası toplumun söz konusu yükselen trend konusundaki duyarlılığının arttığını göstermektedir. Ancak yayınlanan raporlar Avrupa'da giderek artan İslam karşıtlığı ile mücadele konusunda elbette ki yeterli değildir. Uluslararası toplum bu konuda kararlı bir siyasi iradenin eksikliğinin yanı sıra etkili hukuki mekanizma ve araçlardan da yoksundur. Hâlbuki islamofobya olgusu bugün özellikle Avrupa ve Amerika'da yaşayan Müslümanların hayatlarının bir parçası haline gelmiştir. Bugün Avrupa'daki Müslümanların sorunları ve İslam karşıtlığı problemi tartışılmadan demokrasi, insan hakları, çokkültürlülük ve çoğulculuk gibi kavramların tartışılması mümkün değildir. Bugün dünyada çokça tartışılan Batı'da İslam olgusu, İslam'ın modernleşme ile ilişkisi, Batı toplumlarının modernleşme ve sekülerleşme serüvenleri, tüm bu süreçlerin yaratmış olduğu problem alanları hiç kuşkusuz yalnızca Batı'nın değil İslam dünyası ve diğer medeniyetlerin de cevap vermek zorunda kaldığı problemlerdir. Kısacası ortak problem alanlarıdır. Birinin diğerini dışlayarak karşı karşıya bulunduğu meydan okumalara uygun cevaplar geliştirmesi mümkün değildir. İslamofobya da belki bu problem alanlarının en belirgini ve en acil bir biçimde cevap verilmesi gerekendir. Yayınlanan raporların yanı sıra konuya dikkat çekmek ve mücadele yöntemleri geliştirmek üzere çeşitli uluslararası inisiyatiflerin gerçekleştirildiğini söylemek de mümkün. Birleşmiş Milletler Medeniyetler İttifakı, Avrupa Konseyi ve İslam Konferansı Örgütü'nün, Avrupalı ve Müslüman gençlik örgülerinin bu konu üzerinde birlikte çalışabilecekleri platformlar oluşturmaya çalıştıklarını söyleyebiliriz. Geçtiğimiz iki yıl içinde tüm bu uluslararası örgütler Avrupa ve İslam ülkelerinden gençlik örgütleri temsilcilerini islamofobya, ırkçılık, ayrımcılık, şiddet, radikalleşme, inanç ve ifade özgürlüğü gibi tüm insanlığı ilgilendiren pek çok ortak problemi tartışmak ve ortak çözüm önerileri oluşturmak amacıyla bir araya getirdi. Nitekim uluslararası örgütler kadar devletler düzeyinde yapılan açıklamalarda da dinler ve kültürler arası diyalog, hoşgörü, çokkültürlülük, bir arada yaşama gibi pek çok kulağa hoş gelen ifadeyi çok sık duyar olduk. Ancak pratikte neler yapılıyor ya da bu çağrıların yeterince dünya kamuoyu üzerinde etkisi var mı, ya da devletlerin iç ve dış politikaları bu çağrıları ile örtüşüyor mu gibi sorular sorulduğunda çok da pembe bir tablo ortaya çıkmamaktadır. Zira uluslararası inisiyatiflerin artışına paralel bir biçimde İslam karşıtı söylemler ve tutumlarda da bir yükseliş söz konusudur. Bu açıdan bakıldığında gittikçe artan islamofobya tehdidi, Batı ve İslam dünyası arasında diyalog kurulmasının önündeki en önemli engeldir. Bu tehdide uygun bir biçimde cevaplar üretilmezse dünya barışının sağlanması mümkün olmayacaktır. Batı'da İslam karşıtlığının artışında siyasi liderlerin ve medya kuruluşlarının önemli payları bulunmaktadır. İslamofobya sorunu üzerine çalışan pek çok insan özellikle bu iki unsurun rolüne dikkat çekmektedir. Müslümanlarla ilgili medyada çıkan tek taraflı haber ve yorumlar islamofobik söylem ve davranışları tetiklemekte ve onlara meşruiyet kazandırmaktadır. İslam ve Müslümanlar hakkındaki olumsuz imajlara televizyon tartışmalarında, siyasi ve dini söylemlerde sık sık rastlamak mümkündür. Bilim ve Sanat Vakfı Küresel Araştırmalar Merkezi'nin “İslamophobia Konuşmaları” başlığı altında yayınladığı Notlar, son dönemde konu üzerine yapılan tartışmalara dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. 2007-2008 yıllarında Küresel Araştırmalar Merkezi'nin davet ettiği Prof. Hans Koechler, Dr. Saied Reza Ameli ve Shenaz Bunglawala'nın Vakıf'ta yapmış oldukları konuşmaları içeren bu çalışma, islamofobyanın çok yönlü doğasını anlamak açısından önemli açılımlar sağlamaktadır. Insbruck Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden Prof. Hans Koechler “İslamofobya ve Avrupa'nın Çelişkileri” başlıklı konuşmasında, kavramın tarihi arka planı, terminolojisindeki problemler, çok yönlü doğası ve “Avrupa'nın çokkültürlülük ikilemi” olarak tanımladığı çelişkilerine yoğunlaşmaktadır. Koechler'in özellikle terminolojiye yönelik olarak getirdiği eleştiriler önemlidir. Ona göre “Islamophobia” olgusu, terimin ifade ettiği masum bir korku ve endişe durumundan çok daha karmaşık toplumsal, siyasal ve psikolojik boyutları içermektedir. Aslında bu terim yerine var olan realiteyi tam olarak tanımlamak için “anti-islamism” kavramını kullanmak daha uygundur. Tahran Üniversitesi Medya Enstitüsü'nden Dr. Saied Reza Ameli ise islamofobya olgusunu “çifte ayrımcılık” kavramsallaştırması etrafında ele almakta ve çifte ayrımcılık nedir? Nasıl ve neden ortaya çıkar? Ayrımcılığın olduğu bir ortamda azınlık ile çoğunluk arasındaki ilişki nasıl olmalıdır? Çifte ayrımcılıktan karşılıklı tanınmaya ve karşılıklı saygıya nasıl geçebiliriz? Çifte ayrımcılık neden önemlidir? sorularına cevap aramaktadır. Ameli, Çifte ayrımcılığın oluşmasında medya imajlarının ürettiği “sanal gerçeklikler”i sorgulamakta ve bunların zihinlerde oluşturduğu ayrımcılığa dikkat çekmektedir. London School of Economics'den Shenaz Bunglawala ise “İngiltere Müslümanları: Kimlik ve Siyasi Angajman” başlıklı konuşmasında 7 Temmuz olayları sonrasında İngiliz hükümetinin teröre karşı önlemler çerçevesinde Müslümanlarla etkileşimi artırma yönünde geliştirdiği politikalarını değerlendirmektedir. İngiliz hükümetlerinin başarılı bir entegrasyon için mutlaka Müslümanların depolitize edilmesi gerektiği şeklindeki yaklaşımlarının, Müslümanlar tarafından sorgulandığını söyleyen Bunglawala, hükümetin söz konusu müdahalelerinin Müslümanları yabancılaştırdığını ileri sürmektedir. Küresel Araştırmalar Merkezi islamofobya gibi önemli bir sorunun tartışıldığı bu üç farklı konuşmayı Notlar vasıtasıyla sizlerle paylaşmaktan büyük mutluluk duymaktadır. Davetimizi kabul edip fikirlerini bizlerle paylaşan Prof. Hans Koechler, Dr. Saied Reza Ameli ve Shenaz Bunglawala'ya bu vesileyle bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyoruz. Konuşma metinlerini titizlikle tercüme eden arkadaşlarımız Melahat Yalçın, Talha Üstündağ ve Gülnur Kılıçoğlu'na da katkılarından dolayı duyduğumuz memnuniyeti burada ifade etmek isteriz. Ayrıca bu metinleri yayına hazırlayan arkadaşımız Sevinç Alkan Özcan'a da teşekkür ederiz Daha nice Notlar'da buluşmak dileğiyle.. Küresel Araştırmalar Merkezi
Sunuş: “Islamophobia” kavramı 1980'li yıllarda kullanılmaya başlandı ancak daha popüler bir biçim alması 1997 yılında İngiltere'de yayınlanan Runnymede Raporu ile oldu. Müslümanlara karşı ayrımcılık ve dışlamaya varan temelsiz nefret ve korkuyu ifade eden Islamofobya terimi, Runnymede Raporu'nda birbiriyle ilişkili sekiz algılama etrafında tanımlanıyordu. Bu algılamalara göre İslam, “değişime direnç gösteren statik ve yekpare bir blok” olarak görülüyor, başka kültürlerle ortak hiçbir değeri paylaşmayan “öteki” olarak tanımlanıyordu. İslam medeniyeti tarihte hiçbir kültürle etkileşime girmemiş, onları etkilemediği gibi onlardan da etkilenmemişti. “Barbar, irrasyonel ve ilkel bir din” olarak algılanan İslam, Batı medeniyetinin üstünlüğü karşısında daha alçak olanı temsil ediyordu. Bu algılamalarda “şiddet yanlısı, saldırgan ve terörizm üreten” bir din olarak sunuluyor, medeniyetlerarası çatışmada bir tarafı temsil ediyordu. Tüm bu algılamalardan dolayı Müslümanlara karşı yapılan ayrımcılıklar meşru hale geliyor, Müslümanlar toplumdan dışlanıyordu. Dolayısıyla Müslümanlara karşı oluşturulan düşmanlık da doğal ve normaldi. Runnymede Trust'ın yayınladığı bu raporun ardından 2000'li yıllarda, Avrupa'da islamofobya'nın yükselişine dikkat çeken başka raporlar da yayınlandı. International Helsinki Federation for Human Rights (2005), USA Today Gallup Poll (2006), Washington Human Rights First (2007), UN Special Rapporteur, European Union Monitoring Center (2006) ve İslam Konferansı Örgütü (2007-2008) tarafından hazırlanan raporlar uluslararası toplumun söz konusu yükselen trend konusundaki duyarlılığının arttığını göstermektedir. Ancak yayınlanan raporlar Avrupa'da giderek artan İslam karşıtlığı ile mücadele konusunda elbette ki yeterli değildir. Uluslararası toplum bu konuda kararlı bir siyasi iradenin eksikliğinin yanı sıra etkili hukuki mekanizma ve araçlardan da yoksundur. Hâlbuki islamofobya olgusu bugün özellikle Avrupa ve Amerika'da yaşayan Müslümanların hayatlarının bir parçası haline gelmiştir. Bugün Avrupa'daki Müslümanların sorunları ve İslam karşıtlığı problemi tartışılmadan demokrasi, insan hakları, çokkültürlülük ve çoğulculuk gibi kavramların tartışılması mümkün değildir. Bugün dünyada çokça tartışılan Batı'da İslam olgusu, İslam'ın modernleşme ile ilişkisi, Batı toplumlarının modernleşme ve sekülerleşme serüvenleri, tüm bu süreçlerin yaratmış olduğu problem alanları hiç kuşkusuz yalnızca Batı'nın değil İslam dünyası ve diğer medeniyetlerin de cevap vermek zorunda kaldığı problemlerdir. Kısacası ortak problem alanlarıdır. Birinin diğerini dışlayarak karşı karşıya bulunduğu meydan okumalara uygun cevaplar geliştirmesi mümkün değildir. İslamofobya da belki bu problem alanlarının en belirgini ve en acil bir biçimde cevap verilmesi gerekendir. Yayınlanan raporların yanı sıra konuya dikkat çekmek ve mücadele yöntemleri geliştirmek üzere çeşitli uluslararası inisiyatiflerin gerçekleştirildiğini söylemek de mümkün. Birleşmiş Milletler Medeniyetler İttifakı, Avrupa Konseyi ve İslam Konferansı Örgütü'nün, Avrupalı ve Müslüman gençlik örgülerinin bu konu üzerinde birlikte çalışabilecekleri platformlar oluşturmaya çalıştıklarını söyleyebiliriz. Geçtiğimiz iki yıl içinde tüm bu uluslararası örgütler Avrupa ve İslam ülkelerinden gençlik örgütleri temsilcilerini islamofobya, ırkçılık, ayrımcılık, şiddet, radikalleşme, inanç ve ifade özgürlüğü gibi tüm insanlığı ilgilendiren pek çok ortak problemi tartışmak ve ortak çözüm önerileri oluşturmak amacıyla bir araya getirdi. Nitekim uluslararası örgütler kadar devletler düzeyinde yapılan açıklamalarda da dinler ve kültürler arası diyalog, hoşgörü, çokkültürlülük, bir arada yaşama gibi pek çok kulağa hoş gelen ifadeyi çok sık duyar olduk. Ancak pratikte neler yapılıyor ya da bu çağrıların yeterince dünya kamuoyu üzerinde etkisi var mı, ya da devletlerin iç ve dış politikaları bu çağrıları ile örtüşüyor mu gibi sorular sorulduğunda çok da pembe bir tablo ortaya çıkmamaktadır. Zira uluslararası inisiyatiflerin artışına paralel bir biçimde İslam karşıtı söylemler ve tutumlarda da bir yükseliş söz konusudur. Bu açıdan bakıldığında gittikçe artan islamofobya tehdidi, Batı ve İslam dünyası arasında diyalog kurulmasının önündeki en önemli engeldir. Bu tehdide uygun bir biçimde cevaplar üretilmezse dünya barışının sağlanması mümkün olmayacaktır. Batı'da İslam karşıtlığının artışında siyasi liderlerin ve medya kuruluşlarının önemli payları bulunmaktadır. İslamofobya sorunu üzerine çalışan pek çok insan özellikle bu iki unsurun rolüne dikkat çekmektedir. Müslümanlarla ilgili medyada çıkan tek taraflı haber ve yorumlar islamofobik söylem ve davranışları tetiklemekte ve onlara meşruiyet kazandırmaktadır. İslam ve Müslümanlar hakkındaki olumsuz imajlara televizyon tartışmalarında, siyasi ve dini söylemlerde sık sık rastlamak mümkündür. Bilim ve Sanat Vakfı Küresel Araştırmalar Merkezi'nin “İslamophobia Konuşmaları” başlığı altında yayınladığı Notlar, son dönemde konu üzerine yapılan tartışmalara dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. 2007-2008 yıllarında Küresel Araştırmalar Merkezi'nin davet ettiği Prof. Hans Koechler, Dr. Saied Reza Ameli ve Shenaz Bunglawala'nın Vakıf'ta yapmış oldukları konuşmaları içeren bu çalışma, islamofobyanın çok yönlü doğasını anlamak açısından önemli açılımlar sağlamaktadır. Insbruck Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden Prof. Hans Koechler “İslamofobya ve Avrupa'nın Çelişkileri” başlıklı konuşmasında, kavramın tarihi arka planı, terminolojisindeki problemler, çok yönlü doğası ve “Avrupa'nın çokkültürlülük ikilemi” olarak tanımladığı çelişkilerine yoğunlaşmaktadır. Koechler'in özellikle terminolojiye yönelik olarak getirdiği eleştiriler önemlidir. Ona göre “Islamophobia” olgusu, terimin ifade ettiği masum bir korku ve endişe durumundan çok daha karmaşık toplumsal, siyasal ve psikolojik boyutları içermektedir. Aslında bu terim yerine var olan realiteyi tam olarak tanımlamak için “anti-islamism” kavramını kullanmak daha uygundur. Tahran Üniversitesi Medya Enstitüsü'nden Dr. Saied Reza Ameli ise islamofobya olgusunu “çifte ayrımcılık” kavramsallaştırması etrafında ele almakta ve çifte ayrımcılık nedir? Nasıl ve neden ortaya çıkar? Ayrımcılığın olduğu bir ortamda azınlık ile çoğunluk arasındaki ilişki nasıl olmalıdır? Çifte ayrımcılıktan karşılıklı tanınmaya ve karşılıklı saygıya nasıl geçebiliriz? Çifte ayrımcılık neden önemlidir? sorularına cevap aramaktadır. Ameli, Çifte ayrımcılığın oluşmasında medya imajlarının ürettiği “sanal gerçeklikler”i sorgulamakta ve bunların zihinlerde oluşturduğu ayrımcılığa dikkat çekmektedir. London School of Economics'den Shenaz Bunglawala ise “İngiltere Müslümanları: Kimlik ve Siyasi Angajman” başlıklı konuşmasında 7 Temmuz olayları sonrasında İngiliz hükümetinin teröre karşı önlemler çerçevesinde Müslümanlarla etkileşimi artırma yönünde geliştirdiği politikalarını değerlendirmektedir. İngiliz hükümetlerinin başarılı bir entegrasyon için mutlaka Müslümanların depolitize edilmesi gerektiği şeklindeki yaklaşımlarının, Müslümanlar tarafından sorgulandığını söyleyen Bunglawala, hükümetin söz konusu müdahalelerinin Müslümanları yabancılaştırdığını ileri sürmektedir. Küresel Araştırmalar Merkezi islamofobya gibi önemli bir sorunun tartışıldığı bu üç farklı konuşmayı Notlar vasıtasıyla sizlerle paylaşmaktan büyük mutluluk duymaktadır. Davetimizi kabul edip fikirlerini bizlerle paylaşan Prof. Hans Koechler, Dr. Saied Reza Ameli ve Shenaz Bunglawala'ya bu vesileyle bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyoruz. Konuşma metinlerini titizlikle tercüme eden arkadaşlarımız Melahat Yalçın, Talha Üstündağ ve Gülnur Kılıçoğlu'na da katkılarından dolayı duyduğumuz memnuniyeti burada ifade etmek isteriz. Ayrıca bu metinleri yayına hazırlayan arkadaşımız Sevinç Alkan Özcan'a da teşekkür ederiz Daha nice Notlar'da buluşmak dileğiyle.. Küresel Araştırmalar Merkezi
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat