#smrgSAHAF Ortaçağ Cilt 1: Barbarlar Hıristiyanlar Müslümanlar-
Umberto Eco bu kitapta, farklı disiplinlerde ortaçağ üzerine uzmanlaşmış isimlerle işbirliği yaparak; okuyucusunu sanat, tarih, edebiyat, müzik, felsefe, bilim ve teknik gibi başlıklar altında Avrupa uygarlığının söz konusu dönemdeki hikayesine doğru yolculuğa çıkarıyor. Kitap, Umberto Eco'nun ortaçağın ne olduğunu ya da kendi deyişiyle öncelikle ne olmadığını anlatan giriş yazısıyla başlıyor ve böylelikle kitaptan nasıl yararlanılması gerektiğinin ipuçlarını veriyor. Bu yazıda ortaçağın başlangıç ve bitim tarihlerini de tartışan Eco, dönemin yaygın kabuller (476-1492 yılları) itibarıyla en az 1016 yılı kapsadığını belirtiyor. Girişi izleyen bölümler klasik ansiklopedi formatında düzenlenmiş değil. 'Tarih' başlıklı ilk ana bölümde Laura Barletta'nın 'Giriş' başlıklı yazısını Filippo Carla, Paquale Rosafio, Massimo Pontesilli gibi önemli yazarların dönem anlatımları izliyor.
İkinci ana bölüm olan 'Ekonomi ve Toplum'da kentler, ekonomi modelleri, ormanlar, evcil ve yabani hayvanlar, imalat ve loncalar, ticaret ve ulaşım yolları, limanlar, para, aristokrasiler, yoksullar, hacılar, yardım sistemi, din, savaş ve toplum, kadınlar, gündelik hayat ayrı bölümler halinde farklı yazarlar tarafından ele alınıyor. Üçüncü ana bölüm, Umberto Eco'nun giriş yazısıyla başlayan 'Felsefe', dördüncü ana bölüm 'Bilim ve Teknik', beşinci ana bölüm olan 'Edebiyat ve Tiyatro' kapsamlı biçimde işleniyor.
Bunu; kentleri, mimariyi ve plastik sanatları da kapsayan 'Görsel Sanatlar' ve dansın dahil edildiği 'Müzik' izliyor.
"Ortaçağ Roma İmparatorluğu'nun dağılma döneminde başlayıp, tutkal görevi gören Hıristiyanlığın yardımıyla, Latin kültürünü, imparatorluğu yavaş yavaş istila eden halkların kültürüyle birleştirerek; uluslarıyla, konuşmaya devam ettiğimiz dilleriyle vedeğişimlerden ve devrimlerden sonra bile olsa bizim olmaya devam eden kurumlarıyla günümüzde Avrupa dediğimiz yere hayat veren dönemdir" diyen Eco'nun okuyucusuyla söyleşircesine tutturduğu dili ve üslubu Leyla Tonguç Basmacı'nın çevirisiyle Ortaçağ'ı hem önemli bir başvuru kaynağı hem de keyifli bir tarih okuma deneyimine dönüştürüyor.
"Alfa Yayınları tarafından hazırlanan "Ortaçağ - Barbarlar, Hristiyanlar, Müslümanlar" başlıklı yapıt, dört ciltten oluşan bir ansiklopedi ve çeşitli entelektüel profilden birçok insanın ilgisini çekecek bir çalışma olarak çıkıyor karşımıza.Her açıdan ortaçağı mercek altına alan eser, klasik ansiklopedi mantığından farklı olarak ilerliyor.
Önce 'ansiklopedi' vurgusunu bir yana bırakıp başka bir açıdan yaklaşalım bu kitaba. Bu kadar hacimli bir çalışmanın geniş ilgi görebileceği kanısını öne sürmek, çoğu okura iddialı bir çıkış gibi görünebilir, çünkü birkaç nesildir liseden mezun olan öğrencilere ortaöğrenim yaşamları boyunca en fazla sıkıldıkları, çalışırken en fazla sıkıntı çektikleri dersin ne olduğu sorulduğunda yanıt (en iyimser tahminle yüzde 51 oranında) "Tarih!" olur.
Bu bizim öğrenim sistemimiz ya da sistemin dayattığı müfredattan mı kaynaklanır bilinmez ama elimizdeki kitap, tersi bir eğilimin yayılmasının gayet mümkün olduğunu kanıtlayan en iyi örneklerden biri. Ortaçağ Ansiklopedisi, bibliyografya, dizin, yazar bilgileri gibi bölümler hariç 1.000 sayfayı bulan hacmiyle ciddi bir okur kitlesi için ilk bakışta caydırıcı sayılabilir belki ama kapağını açıp içeriğine göz gezdiren çoğu kişi, en azından 'bulundurulması' gereken bir kaynak olduğu anlayacaktır. (Bir kez daha: 'Ansiklopedi' vurgusu bir yana...) İşte bu noktada, tarih yazınının nasıl okunması gerektiği tartışmasına girebiliriz (ve bundan çıkamayabiliriz) ama bizim asıl yapmamız gereken, tarih okurken neler almayı beklediğimizi irdelemektir. Ortaçağ tarihini aktaran bir çalışmayı boş bir zamanımızı değerlendirmek için koltuğumuza rahatça yerleşip müziğimizi açarak mı okumamız gerekir? Yoksa bunu gündelik gailelerden uzaklaştığımız, kendimizi kaliteli bir okuma seansına hazır hissettiğimiz zamanlarda mı yapmalıyız? Belki de kitabı alır, içeriğine göz gezdirir, sonra da herhangi bir şekilde gerek duyduğumuzda indirmek üzere rafına yerleştiririz.
Ya da (nihayet) kitabı kapsamlı bir tema ansiklopedisinin ilk cildi olarak gelecek nesillere aktarmak üzere alır, ikinci cildi çıkana kadar mevcudiyetini unutabiliriz. Bu kararlar aslında insanın zihnine, bilgi dağarcığına, entelektüel altyapısına katkıda bulunmaya ne kadar zaman ve enerji ayırabileceğine ilişkindir ve değerlendirilme ve hayata geçirilme kişiden kişiye değişir.
Ortaçağ Ansiklopedisi özelinde ilginç olan noktalardan biri, okur profillerini kategorize etmeye, ilgi alanlarını ve bunların yoğunluklarını tartmaya meyilli bir editör açısından birçok kritere yanıt verecek nitelikte olması.
ORTAÇAĞ NEDİR,NE DEĞİLDİR?
Bunun ne anlama geldiğini aşağıdaki paragraflarda biraz daha açacağız ama önemli bir nokta daha var: Yayıncılık ve okur açısından hal böyleyken Ortaçağ Ansiklopedisi, tarih yazınının en önemli kriterlerinden olan doğru 'sistematik' ve 'yöntembilim' anlayışlarının da hakkını veriyor.
Şöyle:
Kitap, Umberto Eco'nun ortaçağın ne olduğunu ya da kendi deyişiyle öncelikle ne olmadığını anlatan bir giriş yazısıyla başlıyor. Bu, belli konuya yoğunlaşan hacimli bir eserin hemen başında kavramların netleştirilmesi gereği açısından kaçınılmaz gelebilir ama Eco, oldukça uzun (büyük formatta 30 sayfa) olan makalesinde bir anlamda kitabın nasıl okunması ya da kitaptan nasıl yararlanılması gerektiğinin ipuçlarını veriyor. Bunu anlamanın en iyi yolu, yazıdaki ara bölüm başlıklarına göz gezdirmek: 'Ortaçağ Ne Değildir', 'Ortaçağ'dan Bize Kalanlar', 'Ortaçağ Hangi Açılardan Zamanımızdan Tamamıyla Farklıydı'.
Umberto Eco kendi yazısında ortaçağın başlangıç ve bitim tarihlerini de tartışıyor, dönemin yaygın kabuller (476-1492 yılları) itibarıyla en az 1016 yılı kapsadığını söylüyor; ardından da karanlık çağlara, dünyanın ve özellikle de Avrupa'nın durumuna dair çarpıcı bilgiler verdikten sonra insanlığın bu dönemden ne gibi etkenlerin yardımıyla çıktığını özetliyor. Eco'nun dili ve üslubu, çoğumuzun bildiği gibi okuru sürekli uyanık tutmaya, satır aralarında değinilen kimi asal değerlendirmelere ve kıyaslamalara geri göndermeye çok yatkındır. İnsanoğlunun 1000 yılına gelinirken kendini (örneğin yaygınlaşma eğilimi gösteren yamyamlık gibi) karanlık edimlerden kurtararak düşünsel ve kültürel bir aydınlanma dönemine sıyırmasında atın kullanımının kolaylaşması misali çok basit etkenlerle, saban ve tekne dümeni türünden bize bugün gayet basit gelen düzeneklerin gündeme gelmesinin rol oynayışını izlemek ilginç bir deneyim oluşturuyor. (Ve bu konuların ileride kapsamlı ele alınarak birer okuma ve bilgilenme macerası haline dönüşeceğinin habercisi oluyor.)
EKONOMİDEN FELSEFEYE, BİLİMDEN TİYATROYA
Girişi izleyen bölümler, az önce de ima ettiğimiz gibi klasik ansiklopedi formatında ya da madde madde düzenlenmiş değil. 'Tarih' başlıklı ilk ana bölümde Laura Barletta'nın 'Giriş' başlıklı yazısını Filippo Carla, Paquale Rosafio, Massimo Pontesilli gibi önemli yazarların dönem anlatımları izliyor. Roma İmparatorluğu, barbar akınları, Germenler, Slav halkları kronolojik bir anlayışla aktarıldıktan sonra Umberto Eco bir kez daha sahne alarak, Step halkları ve Akdeniz bölgesini özetliyor, Hunları, Avarları ve Bulgarları anlatıyor; iki bölüm sonra da Barbar krallıklarını, imparatorluklarını ve prensliklerini kendi üslubuyla ele alarak dönem kavimleri tarihine noktayı koyuyor. Böylece Doğu'ya kayıyor ve elbette Bizans'ı ele alıyoruz. Ancak bu aşamada, "Biraz güneye kayıp yavaş yavaş Arap Yarımadası'nı ziyaret eder miyiz acaba?" derken bir diğer önemli yazar, Ernst Erich Metzner ortaya çıkıyor ve bizi Frank Krallığı'nı anlatmak üzere tekrar Batı'ya çekiyor.
Avrupa'ya uğramışken İtalya ve nihayet İslamiyet, ardından da Emeviler. Konu dinden açılmışken bu kez de Hristiyanlığın yayılması, Roma Kilisesi'nin yükselişi ve Papalar geliyor karşımıza.
1000 yılına kadar olan dönem bu şekilde geçilirken, kronolojik (ama toplumsal değişimleri de konu dışında bırakmayan) bölümler zaman zaman aralanmaya ve Feodalizm (Giuseppe Albertoni), Tikelcilik (Catia Di Girolama), Keşişlik (Anna Benvenuti), Anarşi Döneminde Papalık (Marcella Raiola) gibi bölümlerle dönemin kavram ve kurumları tarihsel diyalektik bağlamda tanımlanıyor, temelleri anlatılıyor.
İkinci ana bölüm, 'EKONOMİ ve TOPLUM' başlığını taşıyor. Kentler, ekonomi modelleri, ormanlar, evcil ve yabani hayvanlar, imalat ve loncalar, ticaret ve ulaşım yolları, limanlar, para, aristokrasilker, yoksullar, hacılar, yardım sistemi, din, savaş ve toplum, kadınlar, gündelik hayat ayrı bölümler halinde farklı yazarlar tarafından ele alınıyor ve burada çok akıcı şekilde aktarılan bilgiler 275 sayfalık önceki bölümü çok iyi tamamlayıp boşlukların dolmasını sağlıyor (ki önceki bölümlerin hepsinin altında bu bilgiler için hangi bölümlere bakılması gerektiği de zaten belirtilmiş).
Üçüncü ana bölüm, Umberto Eco'nun giriş yazısıyla başlayan "FELSEFE", dördüncü ana bölüm "BİLİM ve TEKNİK". Bu dördüncü bölümde tıp, keşifler ve icatlar, tarım, mimarlık gibi başlıklar var ama sanırım el ilgi çekici yazılardan biri Giovanni Di Pasquale'nin 'İslam Teknoloji Kültürü: Yeni Teknikler, Tercümeler ve Üretim Harikaları' başlıklı makalesiyle, coğrafya konulu bölümdeki 'Yeryüzünün Tasviri' başlıklı makalesi. Beşinci ana bölüm olan "EDEBİYAT VE TİYATRO", elbette ki özetlemeye bile yerimizin yetmeyeceği kadar kapsamlı ve ilginç ama Ortaçağ Ansiklopedisi'nde 150 sayfada son derece etkili işlenmiş.
Bunu altıncı ana bölüm olan 'GÖRSEL SANATLAR' izliyor; kentleri, mimariyi ve plastik sanatları da kapsıyor. Son ana bölümse 'MÜZİK' ki içine dans dahil edilmiş.
Ortaçağ Ansiklopedisi hem her düzey için önemli bir başvuru kaynağı oluşturacak, hem bu konulara biraz bile olsa ilgi duyan her insana çok keyifli okuma deneyimleri yaşatacak, hem de gençlere ve sonraki nesillere tarih okuma konusunda farklı bir heves verecek. Rafta unutulmamasının ve birkaç yıl sonra umut kesilerek sahafa doğru sondan bir önceki yolculuğuna uğurlanma tehlikesine uğramamasının tek yoluysa, yayınevinin sonraki ciltleri gün sayacağını düşündüğümüz okurlarına olabildiğince çabuk ulaştırması. - Leylâ Berivan Ak
Umberto Eco bu kitapta, farklı disiplinlerde ortaçağ üzerine uzmanlaşmış isimlerle işbirliği yaparak; okuyucusunu sanat, tarih, edebiyat, müzik, felsefe, bilim ve teknik gibi başlıklar altında Avrupa uygarlığının söz konusu dönemdeki hikayesine doğru yolculuğa çıkarıyor. Kitap, Umberto Eco'nun ortaçağın ne olduğunu ya da kendi deyişiyle öncelikle ne olmadığını anlatan giriş yazısıyla başlıyor ve böylelikle kitaptan nasıl yararlanılması gerektiğinin ipuçlarını veriyor. Bu yazıda ortaçağın başlangıç ve bitim tarihlerini de tartışan Eco, dönemin yaygın kabuller (476-1492 yılları) itibarıyla en az 1016 yılı kapsadığını belirtiyor. Girişi izleyen bölümler klasik ansiklopedi formatında düzenlenmiş değil. 'Tarih' başlıklı ilk ana bölümde Laura Barletta'nın 'Giriş' başlıklı yazısını Filippo Carla, Paquale Rosafio, Massimo Pontesilli gibi önemli yazarların dönem anlatımları izliyor.
İkinci ana bölüm olan 'Ekonomi ve Toplum'da kentler, ekonomi modelleri, ormanlar, evcil ve yabani hayvanlar, imalat ve loncalar, ticaret ve ulaşım yolları, limanlar, para, aristokrasiler, yoksullar, hacılar, yardım sistemi, din, savaş ve toplum, kadınlar, gündelik hayat ayrı bölümler halinde farklı yazarlar tarafından ele alınıyor. Üçüncü ana bölüm, Umberto Eco'nun giriş yazısıyla başlayan 'Felsefe', dördüncü ana bölüm 'Bilim ve Teknik', beşinci ana bölüm olan 'Edebiyat ve Tiyatro' kapsamlı biçimde işleniyor.
Bunu; kentleri, mimariyi ve plastik sanatları da kapsayan 'Görsel Sanatlar' ve dansın dahil edildiği 'Müzik' izliyor.
"Ortaçağ Roma İmparatorluğu'nun dağılma döneminde başlayıp, tutkal görevi gören Hıristiyanlığın yardımıyla, Latin kültürünü, imparatorluğu yavaş yavaş istila eden halkların kültürüyle birleştirerek; uluslarıyla, konuşmaya devam ettiğimiz dilleriyle vedeğişimlerden ve devrimlerden sonra bile olsa bizim olmaya devam eden kurumlarıyla günümüzde Avrupa dediğimiz yere hayat veren dönemdir" diyen Eco'nun okuyucusuyla söyleşircesine tutturduğu dili ve üslubu Leyla Tonguç Basmacı'nın çevirisiyle Ortaçağ'ı hem önemli bir başvuru kaynağı hem de keyifli bir tarih okuma deneyimine dönüştürüyor.
"Alfa Yayınları tarafından hazırlanan "Ortaçağ - Barbarlar, Hristiyanlar, Müslümanlar" başlıklı yapıt, dört ciltten oluşan bir ansiklopedi ve çeşitli entelektüel profilden birçok insanın ilgisini çekecek bir çalışma olarak çıkıyor karşımıza.Her açıdan ortaçağı mercek altına alan eser, klasik ansiklopedi mantığından farklı olarak ilerliyor.
Önce 'ansiklopedi' vurgusunu bir yana bırakıp başka bir açıdan yaklaşalım bu kitaba. Bu kadar hacimli bir çalışmanın geniş ilgi görebileceği kanısını öne sürmek, çoğu okura iddialı bir çıkış gibi görünebilir, çünkü birkaç nesildir liseden mezun olan öğrencilere ortaöğrenim yaşamları boyunca en fazla sıkıldıkları, çalışırken en fazla sıkıntı çektikleri dersin ne olduğu sorulduğunda yanıt (en iyimser tahminle yüzde 51 oranında) "Tarih!" olur.
Bu bizim öğrenim sistemimiz ya da sistemin dayattığı müfredattan mı kaynaklanır bilinmez ama elimizdeki kitap, tersi bir eğilimin yayılmasının gayet mümkün olduğunu kanıtlayan en iyi örneklerden biri. Ortaçağ Ansiklopedisi, bibliyografya, dizin, yazar bilgileri gibi bölümler hariç 1.000 sayfayı bulan hacmiyle ciddi bir okur kitlesi için ilk bakışta caydırıcı sayılabilir belki ama kapağını açıp içeriğine göz gezdiren çoğu kişi, en azından 'bulundurulması' gereken bir kaynak olduğu anlayacaktır. (Bir kez daha: 'Ansiklopedi' vurgusu bir yana...) İşte bu noktada, tarih yazınının nasıl okunması gerektiği tartışmasına girebiliriz (ve bundan çıkamayabiliriz) ama bizim asıl yapmamız gereken, tarih okurken neler almayı beklediğimizi irdelemektir. Ortaçağ tarihini aktaran bir çalışmayı boş bir zamanımızı değerlendirmek için koltuğumuza rahatça yerleşip müziğimizi açarak mı okumamız gerekir? Yoksa bunu gündelik gailelerden uzaklaştığımız, kendimizi kaliteli bir okuma seansına hazır hissettiğimiz zamanlarda mı yapmalıyız? Belki de kitabı alır, içeriğine göz gezdirir, sonra da herhangi bir şekilde gerek duyduğumuzda indirmek üzere rafına yerleştiririz.
Ya da (nihayet) kitabı kapsamlı bir tema ansiklopedisinin ilk cildi olarak gelecek nesillere aktarmak üzere alır, ikinci cildi çıkana kadar mevcudiyetini unutabiliriz. Bu kararlar aslında insanın zihnine, bilgi dağarcığına, entelektüel altyapısına katkıda bulunmaya ne kadar zaman ve enerji ayırabileceğine ilişkindir ve değerlendirilme ve hayata geçirilme kişiden kişiye değişir.
Ortaçağ Ansiklopedisi özelinde ilginç olan noktalardan biri, okur profillerini kategorize etmeye, ilgi alanlarını ve bunların yoğunluklarını tartmaya meyilli bir editör açısından birçok kritere yanıt verecek nitelikte olması.
ORTAÇAĞ NEDİR,NE DEĞİLDİR?
Bunun ne anlama geldiğini aşağıdaki paragraflarda biraz daha açacağız ama önemli bir nokta daha var: Yayıncılık ve okur açısından hal böyleyken Ortaçağ Ansiklopedisi, tarih yazınının en önemli kriterlerinden olan doğru 'sistematik' ve 'yöntembilim' anlayışlarının da hakkını veriyor.
Şöyle:
Kitap, Umberto Eco'nun ortaçağın ne olduğunu ya da kendi deyişiyle öncelikle ne olmadığını anlatan bir giriş yazısıyla başlıyor. Bu, belli konuya yoğunlaşan hacimli bir eserin hemen başında kavramların netleştirilmesi gereği açısından kaçınılmaz gelebilir ama Eco, oldukça uzun (büyük formatta 30 sayfa) olan makalesinde bir anlamda kitabın nasıl okunması ya da kitaptan nasıl yararlanılması gerektiğinin ipuçlarını veriyor. Bunu anlamanın en iyi yolu, yazıdaki ara bölüm başlıklarına göz gezdirmek: 'Ortaçağ Ne Değildir', 'Ortaçağ'dan Bize Kalanlar', 'Ortaçağ Hangi Açılardan Zamanımızdan Tamamıyla Farklıydı'.
Umberto Eco kendi yazısında ortaçağın başlangıç ve bitim tarihlerini de tartışıyor, dönemin yaygın kabuller (476-1492 yılları) itibarıyla en az 1016 yılı kapsadığını söylüyor; ardından da karanlık çağlara, dünyanın ve özellikle de Avrupa'nın durumuna dair çarpıcı bilgiler verdikten sonra insanlığın bu dönemden ne gibi etkenlerin yardımıyla çıktığını özetliyor. Eco'nun dili ve üslubu, çoğumuzun bildiği gibi okuru sürekli uyanık tutmaya, satır aralarında değinilen kimi asal değerlendirmelere ve kıyaslamalara geri göndermeye çok yatkındır. İnsanoğlunun 1000 yılına gelinirken kendini (örneğin yaygınlaşma eğilimi gösteren yamyamlık gibi) karanlık edimlerden kurtararak düşünsel ve kültürel bir aydınlanma dönemine sıyırmasında atın kullanımının kolaylaşması misali çok basit etkenlerle, saban ve tekne dümeni türünden bize bugün gayet basit gelen düzeneklerin gündeme gelmesinin rol oynayışını izlemek ilginç bir deneyim oluşturuyor. (Ve bu konuların ileride kapsamlı ele alınarak birer okuma ve bilgilenme macerası haline dönüşeceğinin habercisi oluyor.)
EKONOMİDEN FELSEFEYE, BİLİMDEN TİYATROYA
Girişi izleyen bölümler, az önce de ima ettiğimiz gibi klasik ansiklopedi formatında ya da madde madde düzenlenmiş değil. 'Tarih' başlıklı ilk ana bölümde Laura Barletta'nın 'Giriş' başlıklı yazısını Filippo Carla, Paquale Rosafio, Massimo Pontesilli gibi önemli yazarların dönem anlatımları izliyor. Roma İmparatorluğu, barbar akınları, Germenler, Slav halkları kronolojik bir anlayışla aktarıldıktan sonra Umberto Eco bir kez daha sahne alarak, Step halkları ve Akdeniz bölgesini özetliyor, Hunları, Avarları ve Bulgarları anlatıyor; iki bölüm sonra da Barbar krallıklarını, imparatorluklarını ve prensliklerini kendi üslubuyla ele alarak dönem kavimleri tarihine noktayı koyuyor. Böylece Doğu'ya kayıyor ve elbette Bizans'ı ele alıyoruz. Ancak bu aşamada, "Biraz güneye kayıp yavaş yavaş Arap Yarımadası'nı ziyaret eder miyiz acaba?" derken bir diğer önemli yazar, Ernst Erich Metzner ortaya çıkıyor ve bizi Frank Krallığı'nı anlatmak üzere tekrar Batı'ya çekiyor.
Avrupa'ya uğramışken İtalya ve nihayet İslamiyet, ardından da Emeviler. Konu dinden açılmışken bu kez de Hristiyanlığın yayılması, Roma Kilisesi'nin yükselişi ve Papalar geliyor karşımıza.
1000 yılına kadar olan dönem bu şekilde geçilirken, kronolojik (ama toplumsal değişimleri de konu dışında bırakmayan) bölümler zaman zaman aralanmaya ve Feodalizm (Giuseppe Albertoni), Tikelcilik (Catia Di Girolama), Keşişlik (Anna Benvenuti), Anarşi Döneminde Papalık (Marcella Raiola) gibi bölümlerle dönemin kavram ve kurumları tarihsel diyalektik bağlamda tanımlanıyor, temelleri anlatılıyor.
İkinci ana bölüm, 'EKONOMİ ve TOPLUM' başlığını taşıyor. Kentler, ekonomi modelleri, ormanlar, evcil ve yabani hayvanlar, imalat ve loncalar, ticaret ve ulaşım yolları, limanlar, para, aristokrasilker, yoksullar, hacılar, yardım sistemi, din, savaş ve toplum, kadınlar, gündelik hayat ayrı bölümler halinde farklı yazarlar tarafından ele alınıyor ve burada çok akıcı şekilde aktarılan bilgiler 275 sayfalık önceki bölümü çok iyi tamamlayıp boşlukların dolmasını sağlıyor (ki önceki bölümlerin hepsinin altında bu bilgiler için hangi bölümlere bakılması gerektiği de zaten belirtilmiş).
Üçüncü ana bölüm, Umberto Eco'nun giriş yazısıyla başlayan "FELSEFE", dördüncü ana bölüm "BİLİM ve TEKNİK". Bu dördüncü bölümde tıp, keşifler ve icatlar, tarım, mimarlık gibi başlıklar var ama sanırım el ilgi çekici yazılardan biri Giovanni Di Pasquale'nin 'İslam Teknoloji Kültürü: Yeni Teknikler, Tercümeler ve Üretim Harikaları' başlıklı makalesiyle, coğrafya konulu bölümdeki 'Yeryüzünün Tasviri' başlıklı makalesi. Beşinci ana bölüm olan "EDEBİYAT VE TİYATRO", elbette ki özetlemeye bile yerimizin yetmeyeceği kadar kapsamlı ve ilginç ama Ortaçağ Ansiklopedisi'nde 150 sayfada son derece etkili işlenmiş.
Bunu altıncı ana bölüm olan 'GÖRSEL SANATLAR' izliyor; kentleri, mimariyi ve plastik sanatları da kapsıyor. Son ana bölümse 'MÜZİK' ki içine dans dahil edilmiş.
Ortaçağ Ansiklopedisi hem her düzey için önemli bir başvuru kaynağı oluşturacak, hem bu konulara biraz bile olsa ilgi duyan her insana çok keyifli okuma deneyimleri yaşatacak, hem de gençlere ve sonraki nesillere tarih okuma konusunda farklı bir heves verecek. Rafta unutulmamasının ve birkaç yıl sonra umut kesilerek sahafa doğru sondan bir önceki yolculuğuna uğurlanma tehlikesine uğramamasının tek yoluysa, yayınevinin sonraki ciltleri gün sayacağını düşündüğümüz okurlarına olabildiğince çabuk ulaştırması. - Leylâ Berivan Ak