Varsayılanın aksine, Saray Rejimi düşünüldüğünden de zayıftır. Kuvvetlerin tümünü kendi etrafında toplama hamleleri; darbe girişimini Cumhurbaşkanı'nın eniştesinden, Başbakan'ın da ‘eşinden, dostundan' öğrenmesi ile sonuçlanmıştır. ‘Sır küpü' olarak görülen kurum ve kişiler bile bu en zor anda Saray'ın yanında yer almamış ya da alamamıştır. Diğer bir ifadeyle, her şeyi kontrol etmek isteyenlerin hiçbir şeyi kontrol edemedikleri görülmüştür. Ancak düşünüldüğünden zayıf olması, onun daha da saldırganlaşmayacağı anlamına gelmez.
Evet, Saray OHAL ilan etti; evet, bunu bir dikta fırsatına çevirmek istiyor. Buna karşın her dikta hamlesi; zor aygıtları içinde ve toplum üzerinde her sıkılaştırma girişimi Saray'ı daha da kırılgan ve zayıf hale getiriyor. Ortada bir büyük devlet krizi var ve bunu devlet içindeki farklı otoriterlik formülleriyle aşmak mümkün görünmüyor.”
1950'li yılların başında Türkiye'yi Atlantik İttifakı'na, NATO'ya sokmak için Kore'ye Mehmetçik'i gönderen, 70'lerde Gladyo'nun Türkiye'de sopası olanlar, Kontrgerilla'yı örgütleyenler, ABD ve emperyalizm karşısında kuzu olanlar, Türkiye topraklarını yabancı askeri üslerle donatanlar,“Ben Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanıyım” diyenler; Türkiye'yi ABD ve NATO projelerinde görevli hale getirenler, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABD'nin “Ilımlı İslam” siyasetini topluma dayatarak, hem kendi iktidarlarını devam ettirmeye hem de emperyalist güçlerin emellerini uygulamaya çalışmışlardır.
Son günlerde başkanlık tartışması ve aceleyle yapılan anayasa değişikliğiyle gündemi işgal eden bu siyaset, 50'li yıllardan bu yana devam ederek günümüze kadar gelen işbirlikçi politikalar dışında değildir.
Deniz Yıldırım, Saray Rejimi olarak adlandırdığı bu yeni oluşumun geçmişten gelen politikalara zincirleme bir şekilde bağlı bulunduğunu, gittikçe daha saldırgan yöntemlerle uygulanmaya çalışılan neoliberal ekonomik politikanın, memleketi yağmayla, dinle, sopayla bir arada tutma, yönetmeye çalışan ve topluma tek seçenek gibi sunulan, Saray Rejimi'nin aslında ne kadar kırılgan, dağılıp parçalanarak kaçınılmaz sona gitmesinin ne kadar yakın olduğunu kuramsal bir bakışla inceliyor, somut çözümler için önerilerde bulunuyor.
1950'li yılların başında Türkiye'yi Atlantik İttifakı'na, NATO'ya sokmak için Kore'ye Mehmetçik'i gönderen, 70'lerde Gladyo'nun Türkiye'de sopası olanlar, Kontrgerilla'yı örgütleyenler, ABD ve emperyalizm karşısında kuzu olanlar, Türkiye topraklarını yabancı askeri üslerle donatanlar,“Ben Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanıyım” diyenler; Türkiye'yi ABD ve NATO projelerinde görevli hale getirenler, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABD'nin “Ilımlı İslam” siyasetini topluma dayatarak, hem kendi iktidarlarını devam ettirmeye hem de emperyalist güçlerin emellerini uygulamaya çalışmışlardır.
Varsayılanın aksine, Saray Rejimi düşünüldüğünden de zayıftır. Kuvvetlerin tümünü kendi etrafında toplama hamleleri; darbe girişimini Cumhurbaşkanı'nın eniştesinden, Başbakan'ın da ‘eşinden, dostundan' öğrenmesi ile sonuçlanmıştır. ‘Sır küpü' olarak görülen kurum ve kişiler bile bu en zor anda Saray'ın yanında yer almamış ya da alamamıştır. Diğer bir ifadeyle, her şeyi kontrol etmek isteyenlerin hiçbir şeyi kontrol edemedikleri görülmüştür. Ancak düşünüldüğünden zayıf olması, onun daha da saldırganlaşmayacağı anlamına gelmez.
Evet, Saray OHAL ilan etti; evet, bunu bir dikta fırsatına çevirmek istiyor. Buna karşın her dikta hamlesi; zor aygıtları içinde ve toplum üzerinde her sıkılaştırma girişimi Saray'ı daha da kırılgan ve zayıf hale getiriyor. Ortada bir büyük devlet krizi var ve bunu devlet içindeki farklı otoriterlik formülleriyle aşmak mümkün görünmüyor.”
1950'li yılların başında Türkiye'yi Atlantik İttifakı'na, NATO'ya sokmak için Kore'ye Mehmetçik'i gönderen, 70'lerde Gladyo'nun Türkiye'de sopası olanlar, Kontrgerilla'yı örgütleyenler, ABD ve emperyalizm karşısında kuzu olanlar, Türkiye topraklarını yabancı askeri üslerle donatanlar,“Ben Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanıyım” diyenler; Türkiye'yi ABD ve NATO projelerinde görevli hale getirenler, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABD'nin “Ilımlı İslam” siyasetini topluma dayatarak, hem kendi iktidarlarını devam ettirmeye hem de emperyalist güçlerin emellerini uygulamaya çalışmışlardır.
Son günlerde başkanlık tartışması ve aceleyle yapılan anayasa değişikliğiyle gündemi işgal eden bu siyaset, 50'li yıllardan bu yana devam ederek günümüze kadar gelen işbirlikçi politikalar dışında değildir.
Deniz Yıldırım, Saray Rejimi olarak adlandırdığı bu yeni oluşumun geçmişten gelen politikalara zincirleme bir şekilde bağlı bulunduğunu, gittikçe daha saldırgan yöntemlerle uygulanmaya çalışılan neoliberal ekonomik politikanın, memleketi yağmayla, dinle, sopayla bir arada tutma, yönetmeye çalışan ve topluma tek seçenek gibi sunulan, Saray Rejimi'nin aslında ne kadar kırılgan, dağılıp parçalanarak kaçınılmaz sona gitmesinin ne kadar yakın olduğunu kuramsal bir bakışla inceliyor, somut çözümler için önerilerde bulunuyor.
1950'li yılların başında Türkiye'yi Atlantik İttifakı'na, NATO'ya sokmak için Kore'ye Mehmetçik'i gönderen, 70'lerde Gladyo'nun Türkiye'de sopası olanlar, Kontrgerilla'yı örgütleyenler, ABD ve emperyalizm karşısında kuzu olanlar, Türkiye topraklarını yabancı askeri üslerle donatanlar,“Ben Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanıyım” diyenler; Türkiye'yi ABD ve NATO projelerinde görevli hale getirenler, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABD'nin “Ilımlı İslam” siyasetini topluma dayatarak, hem kendi iktidarlarını devam ettirmeye hem de emperyalist güçlerin emellerini uygulamaya çalışmışlardır.