#smrgKİTABEVİ Şehrin İtirazı: Gezi Direnişi Öncesi İstanbul Filmlerinde İsyan Eşiği - 2024

Kondisyon:
Yeni
Basıldığı Matbaa:
Yaylacık Matbaacılık
Dizi Adı:
Sanatlar ve İnsan / Sinema
ISBN-10:
9789753429979
Kargoya Teslim Süresi:
4&6
Cilt:
Amerikan Cilt
Stok Kodu:
1199176677
Boyut:
14x20
Sayfa Sayısı:
152 s.
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
3
Basım Tarihi:
2024
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
Enso
Dili:
Türkçe
indirimli
103,66
Havale/EFT ile: 100,55
Bu üründen 1 adet satın alınmıştır.
Siparişiniz 4&6 iş günü arasında kargoda
1199176677
562781
Şehrin İtirazı: Gezi Direnişi Öncesi İstanbul Filmlerinde İsyan Eşiği -        2024
Şehrin İtirazı: Gezi Direnişi Öncesi İstanbul Filmlerinde İsyan Eşiği - 2024 #smrgKİTABEVİ
103.66
İstanbul'un itirazı var: Kamu alanlarının özel çıkara teslim edilmesine, ağacın, suyun ve toprağın yağmalanmasına, birçok dünya şehrinde yapılmış hataların tekrarlandığı sıradan bir kopya haline gelip kişiliğini kaybetmeye, yaşam biçimlerinin gayri insani bir hal almasına ve yaşamın ataerkil değerlerle boğulmasına itirazı var.

Feride Çiçekoğlu Vesikalı Şehir'den yedi yıl sonra bu kez, şehri isyanın eşiğine getiren bu itirazın Gezi Direnişi öncesinde üretilen filmlerdeki izlerini takip ediyor ve bu filmleri daha önceki örneklerle, 68 öncesinin Paris'indeki ve İtalyan Şehirlerindeki imar hareketleriyle ve oradaki değişimin bir kuşak filmlerine yaptığı yansımalarla ilişkilendiriyor: Şehir sıkıntısı, hiçlik, boşluk, değer ve hafıza kaybı, depresyon, değersizlik duygusu ve öfke patlaması.

Gezi Direnişini bugün "kırmızılı" kadın, "dans eden", "sapan atan" kadın imgeleriyle hatırladığımızı ve hem sayıca hem varoluş tarzlarıyla kadınların yoğun katılımını düşündüğümüzde, bu itirazın asıl olarak erkekler şehrine bir karşı çıkış olduğunu anlıyoruz..

“Çok basit gibi görünen zor bir şeyi yapmış yazar. Sinemanın dilini ve bakışını, yaratıcı bir şekilde seferber edip, kavramsal bir çerçeveyle örtüştürüyor. Şehir kültürü üzerine üretilmiş önemli düşünceleri, kilometre taşı gibi önümüze koyuyor.”

(Şehrin İtirazı) yaşadığımız mekânları “hiçbir yer” haline getiren süreçlere ve deneyimlere ışık tutuyor; bizleri “hiçbir kimse” haline getiren baskıları, şiddeti, açmazları bir güzel aydınlatıyor.

Büyük şehirde yaşamanın, rant ve çıkar saldırısına karşı ayakta kalmaya çalışmanın, toplumsal baskılara rağmen hayata tutunma çabasının, 2000'li yıllarda çekilen birçok Türk filminde hangi simgelerle, ne tür araçlarla yansıtıldığını bize göstererek, Çiçekoğlu bazı şeylerin daha iyi farkına varmamızı sağlıyor; sanki bu filmler Gezi direnişine giden yolu belgelemişler gibi, yahut isyanı önceden haber vermişler gibi bir duyguya kapılıyoruz.

Gerçekliğin çok yoğunlaştığı anlarda, hayat kendi filmini çekiyor sanki. Bunun bir de fikirsel planı var, özümseyişimizle ilgili. Sanat (mesela sinema) yahut felsefe bazen hayatın akışına yön de verebiliyor, salt yansıtmanın ötesinde.

Beslenmede nasıl organik olmayı öğrendiysek, düşünce ve analizde de organik olmayı öğreniyoruz. Eskiden “diyalektik” dediğimiz yöntem bunun yanında çok kuru kalıyor. Kadın duyarlılığı artık evrensel bir değere dönüşüyor.

Sanki kara büyü bozuluyor; onun yerine, iyi olan büyü, yani sihir geri dönüyor hayatımıza; paylaşmanın sihri. Gezi tam böyleydi. Çiçekoğlu'nun kitabı da öyle.

Feride Çiçekoğlu'nun sinemacı ve yazar olması bu kitabı açıklamaya yetmiyor. Adeta kamufle bir otobiyografi. Hepimizin otobiyografisiyle kesişiyor. - Nilüfer Kuyaş

KİTAPTAN
2006'nın Mart ayı sonlarında, soğuk bir gece yarısı yine AKM önünden başlayan o dolmuş yolculuğunda arka koltuğa sıralanmış oturan dört kadındık: İkisinin dizleri köşeli, biri hep pencereden bakan, öbürü ben. Ön koltuklardaki erkek yolcuların ve şoförün verdiği geriye itilmişlik duygusu, sokakta gece gezen kadını fahişe diye damgalamaya hazır bir şehrin filmlerine bakmaya yöneltmişti beni. İstanbul filmlerindeki fahişe imgesinin izini sürebilmek için 1920'lere ve dünya sinemasına, geriye doğru yolculuk yapmam gerekmişti.

Bu seferki dolmuş yolculuğu, uyur-uyanık, sarhoş-ayık kıtalararası bir eşik deneyimi olan o önceki dolmuş yolculuğuna hem çok benzer, hem alabildiğine farklı. Yine şehri ve filmleri düşünüyorum, ama hem o eski ben değilim, hem de şehir sakinlerinin kendilerine ve şehre dair algıları değişti. Şehirdeki yaşam alanım gasp edildiği için ben yedi yıl öncesine göre daha öfkeliyim; İstanbul ise artık bu öfkeyi kolektif olarak ifade edebilen , “Ağacıma dokunma!” diyebilen bir şehir. Direniş sürecinde kadınların öne çıktığı, LGBTİ'nin artık daha fazla görünür ve saygı görür olduğu, toplumsal hafızamıza “Yasak ne ayol!” gibi, “Faşizme karşı bacak omuza!” gibi unutulmaz sloganların katıldığı bir şehir. Hayır diyebilen, isyan edebilen bir şehir. (s11-12)

İstanbul'un itirazı var: Kamu alanlarının özel çıkara teslim edilmesine, ağacın, suyun ve toprağın yağmalanmasına, birçok dünya şehrinde yapılmış hataların tekrarlandığı sıradan bir kopya haline gelip kişiliğini kaybetmeye, yaşam biçimlerinin gayri insani bir hal almasına ve yaşamın ataerkil değerlerle boğulmasına itirazı var.

Feride Çiçekoğlu Vesikalı Şehir'den yedi yıl sonra bu kez, şehri isyanın eşiğine getiren bu itirazın Gezi Direnişi öncesinde üretilen filmlerdeki izlerini takip ediyor ve bu filmleri daha önceki örneklerle, 68 öncesinin Paris'indeki ve İtalyan Şehirlerindeki imar hareketleriyle ve oradaki değişimin bir kuşak filmlerine yaptığı yansımalarla ilişkilendiriyor: Şehir sıkıntısı, hiçlik, boşluk, değer ve hafıza kaybı, depresyon, değersizlik duygusu ve öfke patlaması.

Gezi Direnişini bugün "kırmızılı" kadın, "dans eden", "sapan atan" kadın imgeleriyle hatırladığımızı ve hem sayıca hem varoluş tarzlarıyla kadınların yoğun katılımını düşündüğümüzde, bu itirazın asıl olarak erkekler şehrine bir karşı çıkış olduğunu anlıyoruz..

“Çok basit gibi görünen zor bir şeyi yapmış yazar. Sinemanın dilini ve bakışını, yaratıcı bir şekilde seferber edip, kavramsal bir çerçeveyle örtüştürüyor. Şehir kültürü üzerine üretilmiş önemli düşünceleri, kilometre taşı gibi önümüze koyuyor.”

(Şehrin İtirazı) yaşadığımız mekânları “hiçbir yer” haline getiren süreçlere ve deneyimlere ışık tutuyor; bizleri “hiçbir kimse” haline getiren baskıları, şiddeti, açmazları bir güzel aydınlatıyor.

Büyük şehirde yaşamanın, rant ve çıkar saldırısına karşı ayakta kalmaya çalışmanın, toplumsal baskılara rağmen hayata tutunma çabasının, 2000'li yıllarda çekilen birçok Türk filminde hangi simgelerle, ne tür araçlarla yansıtıldığını bize göstererek, Çiçekoğlu bazı şeylerin daha iyi farkına varmamızı sağlıyor; sanki bu filmler Gezi direnişine giden yolu belgelemişler gibi, yahut isyanı önceden haber vermişler gibi bir duyguya kapılıyoruz.

Gerçekliğin çok yoğunlaştığı anlarda, hayat kendi filmini çekiyor sanki. Bunun bir de fikirsel planı var, özümseyişimizle ilgili. Sanat (mesela sinema) yahut felsefe bazen hayatın akışına yön de verebiliyor, salt yansıtmanın ötesinde.

Beslenmede nasıl organik olmayı öğrendiysek, düşünce ve analizde de organik olmayı öğreniyoruz. Eskiden “diyalektik” dediğimiz yöntem bunun yanında çok kuru kalıyor. Kadın duyarlılığı artık evrensel bir değere dönüşüyor.

Sanki kara büyü bozuluyor; onun yerine, iyi olan büyü, yani sihir geri dönüyor hayatımıza; paylaşmanın sihri. Gezi tam böyleydi. Çiçekoğlu'nun kitabı da öyle.

Feride Çiçekoğlu'nun sinemacı ve yazar olması bu kitabı açıklamaya yetmiyor. Adeta kamufle bir otobiyografi. Hepimizin otobiyografisiyle kesişiyor. - Nilüfer Kuyaş

KİTAPTAN
2006'nın Mart ayı sonlarında, soğuk bir gece yarısı yine AKM önünden başlayan o dolmuş yolculuğunda arka koltuğa sıralanmış oturan dört kadındık: İkisinin dizleri köşeli, biri hep pencereden bakan, öbürü ben. Ön koltuklardaki erkek yolcuların ve şoförün verdiği geriye itilmişlik duygusu, sokakta gece gezen kadını fahişe diye damgalamaya hazır bir şehrin filmlerine bakmaya yöneltmişti beni. İstanbul filmlerindeki fahişe imgesinin izini sürebilmek için 1920'lere ve dünya sinemasına, geriye doğru yolculuk yapmam gerekmişti.

Bu seferki dolmuş yolculuğu, uyur-uyanık, sarhoş-ayık kıtalararası bir eşik deneyimi olan o önceki dolmuş yolculuğuna hem çok benzer, hem alabildiğine farklı. Yine şehri ve filmleri düşünüyorum, ama hem o eski ben değilim, hem de şehir sakinlerinin kendilerine ve şehre dair algıları değişti. Şehirdeki yaşam alanım gasp edildiği için ben yedi yıl öncesine göre daha öfkeliyim; İstanbul ise artık bu öfkeyi kolektif olarak ifade edebilen , “Ağacıma dokunma!” diyebilen bir şehir. Direniş sürecinde kadınların öne çıktığı, LGBTİ'nin artık daha fazla görünür ve saygı görür olduğu, toplumsal hafızamıza “Yasak ne ayol!” gibi, “Faşizme karşı bacak omuza!” gibi unutulmaz sloganların katıldığı bir şehir. Hayır diyebilen, isyan edebilen bir şehir. (s11-12)

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat