#smrgKİTABEVİ Şeyh Bedreddin ve Vâridat - 2011
Kondisyon:
Yeni
Basıldığı Matbaa:
Özener Matbaası
Dizi Adı:
ISBN-10:
9789758612390
Kargoya Teslim Süresi:
4&6
Boyut:
16x24
Sayfa Sayısı:
312 s.
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
3
Basım Tarihi:
2011
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
3. Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
indirimli
206,25
Havale/EFT ile:
200,06
Siparişiniz 4&6 iş günü arasında kargoda
1199080926
466804
https://www.simurgkitabevi.com/seyh-bedreddin-ve-varidat-2011
Şeyh Bedreddin ve Vâridat - 2011 #smrgKİTABEVİ
206.25
Tarih üzerine düşünmek, ölmüş-gitmiş olanlarımızı yeniden aramıza taşıma işidir. Bu yolla tarihe sahip çıkma girişimidir. Bunu sağlıklı yapamazsak ölmüş-gitmiş kimi alçakların “oyuncağı” olabiliriz; çünkü tarih, yalnızca dürüstlerin değil, alçakların da tarihidir, ortak tarihtir ya da tarih içinde tarihtir. Eksikliği yaşam “bağışlamaz”, “boşluk” da tanımaz; ne olup ne bitiyor demeye fırsat bulamadan tarih “egemenin hizmeti”ne girer ya da bizler bu tarihin “hizmetçisi” oluruz. Böylesi bir son yakalandığında, “ölüler yaşayanları bir bir gömmeye” başlar. Yaşamın geleceğine egemen olmak istiyorsak “zamanı yutmak”, kendimize egemen olmak istiyorsak “yutulan zamanı gözlemek” durumundayız. Geçmiş olayların tarihsel özelliği, ancak “geleceğe” katkıları ortaya çıktığında tam olarak anlaşılabilir: Aradan altıyüz yıla yakın süre geçti, tam anlamıyla “gelecek zaman”da sayılırız; bilmek için “yeterli zaman” geçmiştir. Kaynaklar, boş bir evde duran “hayaletler” gibidir; tarihle sulanabilirse sulanıp canlandırılabilirse “hayalet” olmaktan çıkıp aramıza katılabilirler. Hayaletlerin aramıza katılması “geçmişimizle çiftleşmek” anlamına gelir ki “doğum” kaçınılmazdır. Bizler Şeyh Bedreddini Nazım Hikmet'in “Şeyh Bedreddin Destanı”ndan öğrendik: Nazım Hikmet, isyanın geçtiği tarih kesitine, koğuşun demir parmaklıklarına yanaşan ve Tornacı Şefik'in gömleğini giyen Börklüce Mustafa'nın dervişlerinden birinin “ruhu” ile yolculuk etmişti. Biz ise Bedreddin'in kavga/düşünce dünyasına, “yaşamın sonuncu kaynağı olduğuna inanılan ve canı taşıdığı kabul edilen”, ondan bize ulaşan tek “kanıt” durumunda bulunan “kemikleri” ile seyahat edeceğiz. Kemiklerden oluşan “iskelet”, geriye taşındığında “bin bir can edinir, bin bir dona bürünür”; geçmişin orasında-burasında “bedensiz dolaşan ve beden beden” diye çığrışan Bedreddin müridlerini “uçurup” aramıza taşıyıverir. Bu aslında “söze gelmek/ sözle gelmek”, yeni bedenlerde “yorumlanmak”, yani “davranışa dönüşmek”, bu yolla geleceğe taşınıp “ölümsüzleşmek/ ölmeden evvel ölmek ya da yaşarken dirilmek” demektir. Nazım Hikmet'in Şeyh Bedreddin Destanı'nın sonuna eklediği Ahmed'in öyküsü, bu tasarıma çarpıcı bir örnektir. Ahmed'in dedesi ile muhabbet eden erenler, tok ve kararlı bir sesle şöyle der: -“İsa peygamberin ölüsü etiyle, kemiğiyle, sakalıyla dirilecekmiş. Bu yalandır. Bedreddin'in ölüsü, kemiksiz, sakalsız, bıyıksız, gözün bakışı, dilin sözü, göğsün soluğu gibi dirilecek. Bunu bilirim işte….. Bedreddin yine gelecek diyorsak, sözü, bakışı, soluğu bizim aramızdan çıkıp gelecektir, diyoruz..”
Tarih üzerine düşünmek, ölmüş-gitmiş olanlarımızı yeniden aramıza taşıma işidir. Bu yolla tarihe sahip çıkma girişimidir. Bunu sağlıklı yapamazsak ölmüş-gitmiş kimi alçakların “oyuncağı” olabiliriz; çünkü tarih, yalnızca dürüstlerin değil, alçakların da tarihidir, ortak tarihtir ya da tarih içinde tarihtir. Eksikliği yaşam “bağışlamaz”, “boşluk” da tanımaz; ne olup ne bitiyor demeye fırsat bulamadan tarih “egemenin hizmeti”ne girer ya da bizler bu tarihin “hizmetçisi” oluruz. Böylesi bir son yakalandığında, “ölüler yaşayanları bir bir gömmeye” başlar. Yaşamın geleceğine egemen olmak istiyorsak “zamanı yutmak”, kendimize egemen olmak istiyorsak “yutulan zamanı gözlemek” durumundayız. Geçmiş olayların tarihsel özelliği, ancak “geleceğe” katkıları ortaya çıktığında tam olarak anlaşılabilir: Aradan altıyüz yıla yakın süre geçti, tam anlamıyla “gelecek zaman”da sayılırız; bilmek için “yeterli zaman” geçmiştir. Kaynaklar, boş bir evde duran “hayaletler” gibidir; tarihle sulanabilirse sulanıp canlandırılabilirse “hayalet” olmaktan çıkıp aramıza katılabilirler. Hayaletlerin aramıza katılması “geçmişimizle çiftleşmek” anlamına gelir ki “doğum” kaçınılmazdır. Bizler Şeyh Bedreddini Nazım Hikmet'in “Şeyh Bedreddin Destanı”ndan öğrendik: Nazım Hikmet, isyanın geçtiği tarih kesitine, koğuşun demir parmaklıklarına yanaşan ve Tornacı Şefik'in gömleğini giyen Börklüce Mustafa'nın dervişlerinden birinin “ruhu” ile yolculuk etmişti. Biz ise Bedreddin'in kavga/düşünce dünyasına, “yaşamın sonuncu kaynağı olduğuna inanılan ve canı taşıdığı kabul edilen”, ondan bize ulaşan tek “kanıt” durumunda bulunan “kemikleri” ile seyahat edeceğiz. Kemiklerden oluşan “iskelet”, geriye taşındığında “bin bir can edinir, bin bir dona bürünür”; geçmişin orasında-burasında “bedensiz dolaşan ve beden beden” diye çığrışan Bedreddin müridlerini “uçurup” aramıza taşıyıverir. Bu aslında “söze gelmek/ sözle gelmek”, yeni bedenlerde “yorumlanmak”, yani “davranışa dönüşmek”, bu yolla geleceğe taşınıp “ölümsüzleşmek/ ölmeden evvel ölmek ya da yaşarken dirilmek” demektir. Nazım Hikmet'in Şeyh Bedreddin Destanı'nın sonuna eklediği Ahmed'in öyküsü, bu tasarıma çarpıcı bir örnektir. Ahmed'in dedesi ile muhabbet eden erenler, tok ve kararlı bir sesle şöyle der: -“İsa peygamberin ölüsü etiyle, kemiğiyle, sakalıyla dirilecekmiş. Bu yalandır. Bedreddin'in ölüsü, kemiksiz, sakalsız, bıyıksız, gözün bakışı, dilin sözü, göğsün soluğu gibi dirilecek. Bunu bilirim işte….. Bedreddin yine gelecek diyorsak, sözü, bakışı, soluğu bizim aramızdan çıkıp gelecektir, diyoruz..”
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.