#smrgKİTABEVİ Seyyahların Aynasında İstanbul - Şehirlerin Sultanı - 2010
Prof. Dr. Ümit Meriç, Albaraka tarafından yayımlanan, ‘Seyyahların Aynasında İstanbul' adlı kitabına 670 yılıyla ve ilk seyyah olarak kabul ettiği Galyalı bir Kardinal olan Arkuf'la başlıyor. ‘Konstantino Polis'ten Konstantini'ye' başlığını taşıyan kitabın birinci bölümü 44 tane seyyahın yazılı eserlerinden alınmış seçmelerden oluşuyor. Her seyyah ile ilgili bilgi veriliyor. İstanbul'u bir Hıristiyan şehri olarak tanıyoruz. O dönemde gelen seyyahların düşünceleri de böyle. Seyyahların gözlemiyle bir kısmı ortadan kalkmış ama bugün İstanbul'un bir parçası olan birçok abideyi ve şahsiyeti tanımış oluyoruz. Birinci bölümde abidelere ağırlık verdiğini söyleyen Meriç, ikinci bölümde daha çok insanların sosyal hayatına dair manzaralara yer veriyor. Örneğin, fetih yeni gerçekleşmiş, sıcağı sıcağına İstanbul'u bir İtalyan seyyahtan okumak çok ilginç… Meriç'i etkileyen bir başka şey de, Amerikalı gazeteci Marc Tuven'in bir tekkeyi ziyaret ettiği zaman İslamiyet hakkında bilgisi olmadığı için ne kadar konunun dışında kalmış olduğunu belirtmesi. İstanbul hakkında yazılan 5000 tane seyahatname olduğunu belirten Ümit Meriç, kitapta İstanbul'un fethinden günümüze kadar gelen seyyahların gözlemlerine özellikle yer verdiğini ve bu seçimi yaparken çok zorlandığını söylüyor. Meriç, İstanbul'un en yoğun ilgi gördüğü zamanı, 1501 ile 1551 arasında İran'dan Çin'e kadar gelen seyyahlar tarafından yazılan 901 tane seyahatname olduğuna dikkat çekiyor. 2009'daki seyyahların gözlemlerine kadar mümkün olduğunca farklı gözle gören gözlere kitapta yer veriliyor.
Prof. Dr. Ümit Meriç, bu kitabı yazmadaki amacını, 1950'lerde şimdiki nüfusun onda biri olan İstanbul'a dışarıdan gelip, şehrin nüfusunu bir hayli zenginleştiren insanlarımıza nasıl bir şehirde yaşadıkları bilincini kazandırmak olarak açıklıyor. Hazırlık sürecinin yaklaşık üç yıl sürdüğünü belirten Meriç, “2010'da Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul'u yeniden keşfetmek, yeniden tanımak gerekir. 2010 vesilesiyle bu şehirde yaşayan insanımıza ve dünya insanına İstanbul'un dünya tarihinde ne kadar istisnai bir yere sahip olduğunu anlatmalıyız. Çok farklı gözlemcilerin eserlerine başvurarak İstanbul'un bugünün ve yarının dünyası açısından ehemmiyetine projektör tutmalıyız” diye sözlerini sürdürüyor.
Prof. Dr. Ümit Meriç, farklı perspektiflerden İstanbul'u tanımak açısından bu kitabın çok önemli olduğunu söylerken, İstanbul'da değişen toplumsal hayatı şöyle tasvirliyor: “Her seferinde farklı İstanbul'larla karşılaşıyorum. Bu farklı elbiseler giyen bir insan gibi. İstanbul'un üstündeki elbiseler değişiyor ama İstanbul hep güzel. Elbiselerin değişmesi onun güzelliğini değiştirmiyor.” En çok dikkatini çeken gözlemlerden birini ise Meriç şöyle anlatıyor: “İlk avluda aynı anda ceylanlar ile aslanlar serbest dolaşıyor. Elçiler bunu görünce dehşete düşüyor. Ceylan aslandan korkmuyor, aslan da ceylana saldırmıyor. Bu aslında sembolik manada, birbirinden çok farklı özellikleri olan kavimleri bir arada sulh ve sükûn içinde yaşatan bir devlet olma anlamına geliyor. Her ikisinin de ihtiyaçları verildiği için barış içinde yaşıyorlar. Bugünle de çok bağlantılı bir hikâye bu.”
Prof. Dr. Ümit Meriç, Albaraka tarafından yayımlanan, ‘Seyyahların Aynasında İstanbul' adlı kitabına 670 yılıyla ve ilk seyyah olarak kabul ettiği Galyalı bir Kardinal olan Arkuf'la başlıyor. ‘Konstantino Polis'ten Konstantini'ye' başlığını taşıyan kitabın birinci bölümü 44 tane seyyahın yazılı eserlerinden alınmış seçmelerden oluşuyor. Her seyyah ile ilgili bilgi veriliyor. İstanbul'u bir Hıristiyan şehri olarak tanıyoruz. O dönemde gelen seyyahların düşünceleri de böyle. Seyyahların gözlemiyle bir kısmı ortadan kalkmış ama bugün İstanbul'un bir parçası olan birçok abideyi ve şahsiyeti tanımış oluyoruz. Birinci bölümde abidelere ağırlık verdiğini söyleyen Meriç, ikinci bölümde daha çok insanların sosyal hayatına dair manzaralara yer veriyor. Örneğin, fetih yeni gerçekleşmiş, sıcağı sıcağına İstanbul'u bir İtalyan seyyahtan okumak çok ilginç… Meriç'i etkileyen bir başka şey de, Amerikalı gazeteci Marc Tuven'in bir tekkeyi ziyaret ettiği zaman İslamiyet hakkında bilgisi olmadığı için ne kadar konunun dışında kalmış olduğunu belirtmesi. İstanbul hakkında yazılan 5000 tane seyahatname olduğunu belirten Ümit Meriç, kitapta İstanbul'un fethinden günümüze kadar gelen seyyahların gözlemlerine özellikle yer verdiğini ve bu seçimi yaparken çok zorlandığını söylüyor. Meriç, İstanbul'un en yoğun ilgi gördüğü zamanı, 1501 ile 1551 arasında İran'dan Çin'e kadar gelen seyyahlar tarafından yazılan 901 tane seyahatname olduğuna dikkat çekiyor. 2009'daki seyyahların gözlemlerine kadar mümkün olduğunca farklı gözle gören gözlere kitapta yer veriliyor.
Prof. Dr. Ümit Meriç, bu kitabı yazmadaki amacını, 1950'lerde şimdiki nüfusun onda biri olan İstanbul'a dışarıdan gelip, şehrin nüfusunu bir hayli zenginleştiren insanlarımıza nasıl bir şehirde yaşadıkları bilincini kazandırmak olarak açıklıyor. Hazırlık sürecinin yaklaşık üç yıl sürdüğünü belirten Meriç, “2010'da Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul'u yeniden keşfetmek, yeniden tanımak gerekir. 2010 vesilesiyle bu şehirde yaşayan insanımıza ve dünya insanına İstanbul'un dünya tarihinde ne kadar istisnai bir yere sahip olduğunu anlatmalıyız. Çok farklı gözlemcilerin eserlerine başvurarak İstanbul'un bugünün ve yarının dünyası açısından ehemmiyetine projektör tutmalıyız” diye sözlerini sürdürüyor.
Prof. Dr. Ümit Meriç, farklı perspektiflerden İstanbul'u tanımak açısından bu kitabın çok önemli olduğunu söylerken, İstanbul'da değişen toplumsal hayatı şöyle tasvirliyor: “Her seferinde farklı İstanbul'larla karşılaşıyorum. Bu farklı elbiseler giyen bir insan gibi. İstanbul'un üstündeki elbiseler değişiyor ama İstanbul hep güzel. Elbiselerin değişmesi onun güzelliğini değiştirmiyor.” En çok dikkatini çeken gözlemlerden birini ise Meriç şöyle anlatıyor: “İlk avluda aynı anda ceylanlar ile aslanlar serbest dolaşıyor. Elçiler bunu görünce dehşete düşüyor. Ceylan aslandan korkmuyor, aslan da ceylana saldırmıyor. Bu aslında sembolik manada, birbirinden çok farklı özellikleri olan kavimleri bir arada sulh ve sükûn içinde yaşatan bir devlet olma anlamına geliyor. Her ikisinin de ihtiyaçları verildiği için barış içinde yaşıyorlar. Bugünle de çok bağlantılı bir hikâye bu.”