Bu nedenle Godard, sinemada taklide dayalı gerçekçilik anlayışı yerine, eleştiriye ve sorgalamaya dayalı bir gerçekçilik anlayışını getirir.
Bu noktayla diyalektik bir bağıntı içinde olan ikinci düzlem, estetik uygulamada belirir. Griffith'ten beri yerleşmiş olan klasik sinemanın estetik öğeleri Godard tarafından tersyüz edilmiştir. Godard'ın sinemasındaki estetik uygulama düzleminde beliren dönüşümler şu şekilde özetlenebilir: Öykü çoğu zaman kesintiye uğratılır. Bu, kimi zaman "Hayatın Yaşamak"ta olduğu gibi ara-yazılarla, kimi zaman da, "Jandarmalar"da, "Çinli Kız"da, "Her Şey Yolunda"da ya da "Evli Bir Kadın"da olduğu gibi öyküyle dolaylı ilişkisi olan bir sekansın araya sokulmasıyla gerçekleştirilir. Kimi zaman öykü hiç yoktur. Örneğin, Bilmenin Tadı'nda iki oyuncu siyah bir fon üzerinde birbuçuk saat süreyle tartışırlar. Belirli bir öykünün pek fazla kesintiye uğramadan anlatıldığı filmler ise genellikle "tür" parodisidir. Örneğin, "Serseri Aşıklar" ve "Çete Dışında" Amerikan "kara filmler" türünün birer parodisidirler.”
Estetik uygulama düzleminde bir diğer önemli öge olan oyunculuk da Godard sinemasında klasik sinemadan farklıdır. Godard filmlerinin oyuncuları, rollerim "canlandırmaktan daha çok "gösterirler". Yani rollerin oynarken, sık sık "kendileri olarak" da seyirciyle iletişim kurarlar.
Görsel malzemenin diğer öğelerinden ışık, tür filmlerinin parodisi olan filmlerinin dışında "Serseri Aşıklar", "Çete Dışında" tam aydınlatma şeklinde kullanılır.
Mekânların kullanımında ise Godard doğal-doğal olmayan ayrımı yapmaz. Sokaklar, kahveler, kırlar, evler olduğu kadar düzenlenmiş mekânlar da Godard sinemasanda yer alırlar. Benzer bir şekilde ses kullanımında da doğal ses ve doğal olmayan ses (müzik) açısından esnek bir uygulama söz konusudur. Burada klasik sinemadan farklı olarak seslerin karşıt kullanımı önemli bir estetik işlev görür. Bu aykırılık ya seslerin görüntüyle çatışma yaratmasından ya da örneğin bir Bach partisyonundaki bir cümlenin eksik ya da kesintili olarak verilmesiyle elde edilir.
Esasen estetik düzlemde bütün sinematografik öğeler klasik sinemadaki "uyum" ilkesinin karşıtı olacak şekilde kullanım alam bulurlar. Senaryonun, doğaçlamaya açık kuruluşundan, oyuncuların "özgür" oyunlarına, renklerin doğal-dışılığından (parlak mavi, parlak kırmızı) ses - aksiyon çatışmasına kadar bütün estetik öğeler Godard'm sinemasında, klasik sinemadan farklı bir kullanımın açık göstergeleridirler. Ancak bu farlılık biçimsel bir farklılık olmayıp, gerçeğin farklı bir kavaranışının sunumunda ortaya çıkan güçlüklerin aşılmasına hizmet eden yenilikler bütünüdür.
Tematikler açısından özetlenecek olursa, Godard'ın sineması, meta üretimine dayalı toplumsal örgütlenmenin köklü bir eleştirisini -bizatihi bu örgütlenmenin en önemli iletişim aracı sinema da içinde olmak üzere- getiren temalardan oluşur. Yabancılaşma, tüketim çılgınlığı, evlilik kurumunun çöküşü, kadın-erkek ilişkilerinde çarpıklık, doğal çevrenin tahribatı, kadının metalaşması ve fahişelik, başta sevgi olmak üzere insani duyguların yitirilişi...Bütün bunlar toplumun örgütlenme biçiminin ekonomik ve sosyal düzlemdeki köklü bir eleştirisiyle ortaya konur.
Denebilir ki burjuva toplumunun realitesinin kavranışı ve sunuluşunda getirdiği yepyeni "gerçekçilik" anlayışıyla, bu sosyo-ekonomik yapının böylesine köklü bir eleştirisini bütün filmografisiyle getiren bir başka yönetmen daha yoktur.”
Bu nedenle Godard, sinemada taklide dayalı gerçekçilik anlayışı yerine, eleştiriye ve sorgalamaya dayalı bir gerçekçilik anlayışını getirir.
Bu noktayla diyalektik bir bağıntı içinde olan ikinci düzlem, estetik uygulamada belirir. Griffith'ten beri yerleşmiş olan klasik sinemanın estetik öğeleri Godard tarafından tersyüz edilmiştir. Godard'ın sinemasındaki estetik uygulama düzleminde beliren dönüşümler şu şekilde özetlenebilir: Öykü çoğu zaman kesintiye uğratılır. Bu, kimi zaman "Hayatın Yaşamak"ta olduğu gibi ara-yazılarla, kimi zaman da, "Jandarmalar"da, "Çinli Kız"da, "Her Şey Yolunda"da ya da "Evli Bir Kadın"da olduğu gibi öyküyle dolaylı ilişkisi olan bir sekansın araya sokulmasıyla gerçekleştirilir. Kimi zaman öykü hiç yoktur. Örneğin, Bilmenin Tadı'nda iki oyuncu siyah bir fon üzerinde birbuçuk saat süreyle tartışırlar. Belirli bir öykünün pek fazla kesintiye uğramadan anlatıldığı filmler ise genellikle "tür" parodisidir. Örneğin, "Serseri Aşıklar" ve "Çete Dışında" Amerikan "kara filmler" türünün birer parodisidirler.”
Estetik uygulama düzleminde bir diğer önemli öge olan oyunculuk da Godard sinemasında klasik sinemadan farklıdır. Godard filmlerinin oyuncuları, rollerim "canlandırmaktan daha çok "gösterirler". Yani rollerin oynarken, sık sık "kendileri olarak" da seyirciyle iletişim kurarlar.
Görsel malzemenin diğer öğelerinden ışık, tür filmlerinin parodisi olan filmlerinin dışında "Serseri Aşıklar", "Çete Dışında" tam aydınlatma şeklinde kullanılır.
Mekânların kullanımında ise Godard doğal-doğal olmayan ayrımı yapmaz. Sokaklar, kahveler, kırlar, evler olduğu kadar düzenlenmiş mekânlar da Godard sinemasanda yer alırlar. Benzer bir şekilde ses kullanımında da doğal ses ve doğal olmayan ses (müzik) açısından esnek bir uygulama söz konusudur. Burada klasik sinemadan farklı olarak seslerin karşıt kullanımı önemli bir estetik işlev görür. Bu aykırılık ya seslerin görüntüyle çatışma yaratmasından ya da örneğin bir Bach partisyonundaki bir cümlenin eksik ya da kesintili olarak verilmesiyle elde edilir.
Esasen estetik düzlemde bütün sinematografik öğeler klasik sinemadaki "uyum" ilkesinin karşıtı olacak şekilde kullanım alam bulurlar. Senaryonun, doğaçlamaya açık kuruluşundan, oyuncuların "özgür" oyunlarına, renklerin doğal-dışılığından (parlak mavi, parlak kırmızı) ses - aksiyon çatışmasına kadar bütün estetik öğeler Godard'm sinemasında, klasik sinemadan farklı bir kullanımın açık göstergeleridirler. Ancak bu farlılık biçimsel bir farklılık olmayıp, gerçeğin farklı bir kavaranışının sunumunda ortaya çıkan güçlüklerin aşılmasına hizmet eden yenilikler bütünüdür.
Tematikler açısından özetlenecek olursa, Godard'ın sineması, meta üretimine dayalı toplumsal örgütlenmenin köklü bir eleştirisini -bizatihi bu örgütlenmenin en önemli iletişim aracı sinema da içinde olmak üzere- getiren temalardan oluşur. Yabancılaşma, tüketim çılgınlığı, evlilik kurumunun çöküşü, kadın-erkek ilişkilerinde çarpıklık, doğal çevrenin tahribatı, kadının metalaşması ve fahişelik, başta sevgi olmak üzere insani duyguların yitirilişi...Bütün bunlar toplumun örgütlenme biçiminin ekonomik ve sosyal düzlemdeki köklü bir eleştirisiyle ortaya konur.
Denebilir ki burjuva toplumunun realitesinin kavranışı ve sunuluşunda getirdiği yepyeni "gerçekçilik" anlayışıyla, bu sosyo-ekonomik yapının böylesine köklü bir eleştirisini bütün filmografisiyle getiren bir başka yönetmen daha yoktur.”