1980'li yıllarda ülkedeki sosyal ve ekonomik gelişmeden pay alabilmekten ümidini kesen Anadolu insanı, ümidini ahirete bağladı, dine sarıldı ve anti-laik çalışmalar sürdüren tarikatlara yöneldi. Böylece seçmenler, sosyo-ekonomik kriterlere göre oy kullanmak yerine, kendi tarikatlarına ve din duygularına yakın buldukları partilere oy verir hale geldiler. Bu özellikteki seçmenlerden oy alıp iktidara gelmeyi amaçlayan partiler, türbana can simidine sarılır gibi yapıştılar. Yanlarında türbanlı kadınları taşıyarak, türbanı bir partinin dindarlığını gösteren bir işaret, bir simge, bir sembol haline getirdiler. Atatürk döneminde, kadınların medeni ve siyasal haklara kavuşturulması amaçlanmış ve kadın-erkek eşitliğini en ileri ölçülerde gerçekleştirecek yasal düzenlemeler yapılmıştı. Böylece ülkeye çağdaş uygarlık yolu açılmıştı. Ne yazık ki Atatürk'ten sonra tüm siyasi partiler, eşit hak ve özgürlüklerle donatılmış kadınların önemini göz ardı etmeyi tercih ettiler. Dinci siyasetçiler, kadınlara menfaat sağlayarak ya da moda haline getirerek türban bağlamalarını kendi gelecekleri için faydalı buldular. Türbanlı kadınları kendi amaçlarına ulaşmak için kullanarak onları mağdur ettiler. Atatürk'e sahip çıktığını söyleyen siyasetçiler ise, siyasal erki ve ülke nimetlerini kadınlarla eşit paylaşma yoluna gidemediler. Onun yerine kendi çıkarları için kadınları kullanmayı hüner saydılar ve kadın-erkek el ele uygarlık yolunda ilerlemeyi sağlayamadılar. diyen Gürgün Say, esprili bir dille yaptığı çarpıcı değinmeleriyle, bilinen ama görmezden gelinen gerçekleri yurtsever bir aydına yakışır bir cesaret ve dikkatle okura sunmaktadır.
Yazar, çözümü aydınlanmada ve örgütlü çabalarda görürken, Atatürkçü aydınların, "türbanın bireysel bir hal değil, siyasal bir sembol olduğunu" şiddetle savunması gerektiğini söylüyor. Bununla birlikte laikliği savunduğunu söyleyen kimi partilerin alması gereken önlemlere dikkatleri çekiyor.
Kolay okunabilir, kendi alanında benzersiz, güldürürken düşündüren bir kitap. - Hakan Dursun Cengiz (Arka Kapak)