#smrgKİTABEVİ Türk Tarihinde Savaş Esirleri - 2023
Savaşlar ve çatışmalar, istenmeyen dramatik hadiseler olsalar da insanlık tarihinde savaşsız ve rekabetsiz bir dönem hemen hemen yok gibidir. Genelde zaferler ve mağlubiyetler ekseninde değerlendirilen savaşlarda devletler, şehitler ve gaziler üzerinden bir tarihyazımı gerçekleştirirken esirler, çoğunlukla göz ardı edilmektedir. Hâlbuki her savaşta silahlı çatışma sırasında veya sonrasında rakip tarafından canlı şekilde ele geçirilerek gözaltında tutulan askerler, az veya çok bir esaret hayatı yaşamaktadırlar. Esir alınanlar veya esareti yaşamak zorunda kalanlar bu savaşların belki de en görünmez unsurlarından biridir. Artık onlar ne ölüdürler ne de tam anlamıyla mensup oldukları tarafın bir parçasıdırlar. Siyasi-askeri tarih yazıcılığında genelde sonuca odaklanıldığından, sadece mağluplar için değil galipler için de söz konusu olan esaret, tâlî bir mevzu olarak değerlendirilmiş ve diğer konuların gölgesinde kalmıştır. “Esir kimdir?” sorusuna insan merkeze alınarak cevap verildiğinde konunun ne denli dramatik olduğu görülmektedir. Şöyle ki esirler, esaretin zillet ve hiddeti içlerini kemiren, savaşın ceremesini yüklenen ve çoğu da nisyana mahkûm edilen insanlardır. Esaret, basit bir tutsaklık hadisesi veya hürriyetin tahdidi olarak değerlendirilecek kadar sıradan bir mevzu değildir. Farklı etnik ve dini kökenden gelen esirlerin yaşadıkları ortama dair bizzat müşahedelerine dayanan kıymetli bilgileri kayıt altına aldıkları, hatta ihtidâ suretiyle esaretleri sona erdiğinde idari, sosyal ve kültürel hayata çok önemli katkılar sağladıkları da bilinmektedir. Savaş esirleri sadece milletlerarası hukukun değil aynı zamanda insanlık tarihinin de bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Esir/esaret biraz da mahcubiyet içerdiği için bu konularla ilgili çok fazla yayına ulaşılamamaktadır. Bu alandaki boşluğu doldurmak üzere yapılan bu çalışmada, Türk tarihinde savaş esirleri konusu akademisyenler/uzmanlar tarafından birçok yönüyle incelenmeye çalışılmıştır.
Savaşlar ve çatışmalar, istenmeyen dramatik hadiseler olsalar da insanlık tarihinde savaşsız ve rekabetsiz bir dönem hemen hemen yok gibidir. Genelde zaferler ve mağlubiyetler ekseninde değerlendirilen savaşlarda devletler, şehitler ve gaziler üzerinden bir tarihyazımı gerçekleştirirken esirler, çoğunlukla göz ardı edilmektedir. Hâlbuki her savaşta silahlı çatışma sırasında veya sonrasında rakip tarafından canlı şekilde ele geçirilerek gözaltında tutulan askerler, az veya çok bir esaret hayatı yaşamaktadırlar. Esir alınanlar veya esareti yaşamak zorunda kalanlar bu savaşların belki de en görünmez unsurlarından biridir. Artık onlar ne ölüdürler ne de tam anlamıyla mensup oldukları tarafın bir parçasıdırlar. Siyasi-askeri tarih yazıcılığında genelde sonuca odaklanıldığından, sadece mağluplar için değil galipler için de söz konusu olan esaret, tâlî bir mevzu olarak değerlendirilmiş ve diğer konuların gölgesinde kalmıştır. “Esir kimdir?” sorusuna insan merkeze alınarak cevap verildiğinde konunun ne denli dramatik olduğu görülmektedir. Şöyle ki esirler, esaretin zillet ve hiddeti içlerini kemiren, savaşın ceremesini yüklenen ve çoğu da nisyana mahkûm edilen insanlardır. Esaret, basit bir tutsaklık hadisesi veya hürriyetin tahdidi olarak değerlendirilecek kadar sıradan bir mevzu değildir. Farklı etnik ve dini kökenden gelen esirlerin yaşadıkları ortama dair bizzat müşahedelerine dayanan kıymetli bilgileri kayıt altına aldıkları, hatta ihtidâ suretiyle esaretleri sona erdiğinde idari, sosyal ve kültürel hayata çok önemli katkılar sağladıkları da bilinmektedir. Savaş esirleri sadece milletlerarası hukukun değil aynı zamanda insanlık tarihinin de bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Esir/esaret biraz da mahcubiyet içerdiği için bu konularla ilgili çok fazla yayına ulaşılamamaktadır. Bu alandaki boşluğu doldurmak üzere yapılan bu çalışmada, Türk tarihinde savaş esirleri konusu akademisyenler/uzmanlar tarafından birçok yönüyle incelenmeye çalışılmıştır.