#smrgKİTABEVİ Türkçem Mahzun Ben Mahzun - 2010

Kondisyon:
Yeni
Basıldığı Matbaa:
Dizi Adı:
Deneme
ISBN-10:
9755334521
Kargoya Teslim Süresi:
4&6
Stok Kodu:
1199066079
Boyut:
14x20
Sayfa Sayısı:
136 s.
Basım Yeri:
Ankara
Baskı:
2
Basım Tarihi:
2010
Kapak Türü:
Karton Kapak
Kağıt Türü:
3. Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
indirimli
67,50
Havale/EFT ile: 65,48
Siparişiniz 4&6 iş günü arasında kargoda
1199066079
452012
Türkçem Mahzun Ben Mahzun -        2010
Türkçem Mahzun Ben Mahzun - 2010 #smrgKİTABEVİ
67.50
Vaktiyle TRT'de güneş tutulmasını anlatan bir program izlemiştim. Spiker konuştuğu gökbilimci konuğa evrenin bir sınırı, ulaşabileceğimiz bir sonu olup olmadığını sormuştu. Gökbilimci uzman şöyle bir gülümsedi. "Biz varsaydığımız sınırlarına yaklaştıkça, o sınır bizden uzaklaşır." diye açıkladı bu karışık durumu. Yani evrenin sınırları var, ama biz yaklaştıkça uzaklaşan bir sınır bu. Evren için yapılan bu açıklama, dil için de geçerlidir. Biz dilimizin sınırlarına yürüdükçe, o sınırlar bizden uzaklaşır. Sürekli genişleyen, uçsuz bucaksız, seslerle, sözcüklerle dolu bir balon düşünün. Bu balon sürekli şişebilir de, sönebilir de... Başka dillerin yoğun baskısıyla sönebilecek bir balon gibidir dil, ancak kendi olanaklarını harekete geçirerek (edebiyatta, bilimde, eğitimde) sınırlarına doğru yürürseniz, bu esnek ve canlı evren genişler.

Geride bıraktığımız kocaman bir tarihten hiç ders almamış gibi görünen iki anlayış, eğitim ve bilim kurumlarımızı zorluyor.

Bunlardan birincisi, önce tercüman, sonra bilim adamı olmamızı istiyor. Onlara göre varsa yoksa İngilizce... Makalelerinizi İngilizce yazarsanız on beş puan, Türkçe yazarsanız beş puan. Bu, açıkça kendi dilimizi cezalandırmak değil mi? İkinci anlayış ise, önce imam, sonra bilim adamı, öğretmen, gazeteci, bankacı olmamızı istiyor. Onlara göre Osmanlıcayı, Arapça ve Farsçayı herkes öğrenmeli. Türkçe iki cepheden böyle zorlanıyor.

Bu durumda "Türkçem mahzun, ben mahzun!" demez misiniz?

Bu iki anlayışa karşı ses bayrağımızı dalgalandıracak üçüncü bir gücü canlandırmak zorundayız. (Arka kapaktan)

Vaktiyle TRT'de güneş tutulmasını anlatan bir program izlemiştim. Spiker konuştuğu gökbilimci konuğa evrenin bir sınırı, ulaşabileceğimiz bir sonu olup olmadığını sormuştu. Gökbilimci uzman şöyle bir gülümsedi. "Biz varsaydığımız sınırlarına yaklaştıkça, o sınır bizden uzaklaşır." diye açıkladı bu karışık durumu. Yani evrenin sınırları var, ama biz yaklaştıkça uzaklaşan bir sınır bu. Evren için yapılan bu açıklama, dil için de geçerlidir. Biz dilimizin sınırlarına yürüdükçe, o sınırlar bizden uzaklaşır. Sürekli genişleyen, uçsuz bucaksız, seslerle, sözcüklerle dolu bir balon düşünün. Bu balon sürekli şişebilir de, sönebilir de... Başka dillerin yoğun baskısıyla sönebilecek bir balon gibidir dil, ancak kendi olanaklarını harekete geçirerek (edebiyatta, bilimde, eğitimde) sınırlarına doğru yürürseniz, bu esnek ve canlı evren genişler.

Geride bıraktığımız kocaman bir tarihten hiç ders almamış gibi görünen iki anlayış, eğitim ve bilim kurumlarımızı zorluyor.

Bunlardan birincisi, önce tercüman, sonra bilim adamı olmamızı istiyor. Onlara göre varsa yoksa İngilizce... Makalelerinizi İngilizce yazarsanız on beş puan, Türkçe yazarsanız beş puan. Bu, açıkça kendi dilimizi cezalandırmak değil mi? İkinci anlayış ise, önce imam, sonra bilim adamı, öğretmen, gazeteci, bankacı olmamızı istiyor. Onlara göre Osmanlıcayı, Arapça ve Farsçayı herkes öğrenmeli. Türkçe iki cepheden böyle zorlanıyor.

Bu durumda "Türkçem mahzun, ben mahzun!" demez misiniz?

Bu iki anlayışa karşı ses bayrağımızı dalgalandıracak üçüncü bir gücü canlandırmak zorundayız. (Arka kapaktan)

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat