“Gülerek çantamdan bildirileri çıkartıp arkadaşlara dağıttım. ‘Yoluna canımı koyduğum TİP'e âşık oldum. Onun için köy köy dolaşıyorum. Karımı, çocuklarımı bırakmış sabah akşam adam bulmak için çırpınıyorum. Buna aşk denmez de ne denir? Beni bir gün bu yolda öldürürler bunu böyle bilin.' Seyfettin Çavuş: ‘Senin dinin, Allah'ın var mı? Biz de bu adam kudurmuş mu da âşık olduğunu anlatıyor, diye kafamız allak bullak oldu. Kendini biraz frenle, bu kadar kaptırma,' diye çıkıştı.”Hamdi Doğan diye kimse bilmez onu. Hamdoş diye bilinir. 1965 seçimlerinden önce Türkiye İşçi Partisi adına yaptığı radyo konuşmasında takdim edildiği gibi: “Gaziantep'in Çapalı köyünden Azap Ali'nin oğlu Hamdoş…” Kitabi şemalara sığmayan bir hikâyesi var Hamdoş'un. Sosyalist bir ağanın tesirine kapılıyor, sonra Türkiye İşçi Partisi'nin militanı olarak kendini politik mücadeleye adıyor. 1970'lerde Sosyalist Devrim Partisi'nde sürdürüyor bu uğraşı; 12 Eylül 1980'den sonra da elden geldiğince, her zeminde, -arada ÖDP'ye de uğrayarak- devam ediyor.
Hamdoş'un hikâyesi, sadece “resmî” politika sahasında değil hayatın her alanında fakir fukaranın derdini kovalayan, bu arada güler yüzü hiç düşmeyen, sosyalizme aşkla bağlanmış bir fedainin hikâyesi. Dava adamıyla gönül adamının şahsında birleştiği bir isimsiz kahraman...
Hamdoş, bu kitapta hikâyesini tamamen kendi tecrübesinin içinden, kendi lisanıyla anlatıyor. Türkiye'de sol/sosyalist hareketin toplumsal tarihine olağanüstü canlı bir ışık tutan bir yaşam hikâyesi…