#smrgKİTABEVİ Türkiye - İtalya Siyasi İlişkileri (1928 - 1940) - 2023
Türkiye Cumhuriyeti, Musul meselesinin halledilmesi sonrasında çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak için ihtiyaç duyduğu teknoloji ve finansmana sahip olan Batılı devletlerle ilişkilerini geliştirmek istemektedir. Bu dönemde Faşist İtalya ile Türkiye arasında karşılıklı çabaların bir ürünü olarak, 30 Mayıs 1928 tarihinde “Tarafsızlık, Uzlaştırma ve Yargısal Çözüm Antlaşması” imzalanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin Batılı büyük devletlerden birisiyle imzaladığı bu ilk siyasal antlaşma sonrasında Türkiye ile İtalya arasında 1928-1932 yılları arasında “ilişkilerin altın çağı” olarak nitelendirilen bir dönem başlamıştır.
Bu dönemde ticari ilişkilerde olumlu gelişmeler yaşanacak ve Türk donanmasının ihtiyaç duyduğu modern savaş gemilerinin yapımı ihalesini İtalyan tersaneleri kazanacaktır. Kendisini Roma İmparatorluğu'nun varisi olarak görmekte olan ve Akdeniz'i Mare Nostrum (Bizim Deniz) olarak değerlendiren Faşist İtalya'nın özellikle Balkanlar ve Doğu Akdeniz'de izlediği “mütecaviz politika” Türkiye tarafından dikkatle izlenmektedir. Mussolini, İtalya'nın ana hedeflerinin “Asya ve Afrika” olduğunu ve bu hedefleri İtalyan nesillerine emanet ettiğini açıklamaktadır. Bu hedeflerin arasında şüphesiz olarak Doğu Akdeniz ve Anadolu toprakları da bulunmaktadır. Bu politikanın bir yansıması olarak İtalya, Menteşe Adaları'nda (Rodos, 12 Ada ve Meis) tesis ettiği deniz ve hava üsleri ile Anadolu için sürekli ve önemli bir tehdit meydana getirmektedir. Bu tehdit, Balkan Paktı'nın kuruluş sürecini hızlandıran en önemli etmenlerden birisi olacaktır. İtalya'nın Habeşistan'a saldırısı ve Akdeniz'deki dengenin değişmesi sonucunda Türkiye, İtalya'nın saldırgan politikalarına karşılık olarak İngiltere ve Fransa ile yakınlaşmaya başlayacaktır. Avrupa'nın iki ana bloka ayrılarak hızla İkinci Dünya Savaşı'na sürüklenmekte olduğu yıllarda Türkiye'nin izleyeceği dış politikayı doğrudan etkileyen esas olay ise İtalya'nın Arnavutluk'u işgal ederek ve sonraki stratejik hareketleri için Balkanlarda bir köprübaşı tesis etmesi olacaktır. Türkiye tarafından bu işgal, kendisine karşı “açık ve kesin bir tehdit” olarak algılanacaktır. Türkiye, yaklaşan savaşın yarattığı uluslararası ortam içinde geleneksel tarafsızlık politikasından ayrılarak, İngiltere ve Fransa ile ittifak içine girecektir. Bu dönemde oldukça güçlenmiş olan Nazi Almanyası ile “paralel savaş” yürütmek isteyen Mussolini ise Çelik Pakt (Patto di Acciaio) olarak adlandırılan “İtalya-Almanya Dostluk ve İttifak Antlaşması”nın imzalanmasıyla İtalya'nın bütün kaderini Almanya'ya, Hitler ve onun vereceği kararlara bağlamıştır.
Böylece Türkiye ve İtalya, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa'da meydana gelen bloklarda kesinlikle karşı taraflarda yer almış bulunmaktadırlar. Almanya'nın Polonya'ya saldırısıyla Avrupa'da savaşın başlaması sonrasında başlangıçta non-belligerent (gayri muharip) kalan Mussolini ve Faşist İtalya, “bekle, gör ve durumdan kazançlı çık” felsefesinin yansıması olarak Fransa'nın savaşı kaybedeceğinin kesinleşmesinin ardından, 10 Haziran 1940 tarihinde İngiltere ve Fransa'ya savaş ilan etmiştir.
İtalya'nın da savaşa girmesiyle Türkiye bakımından en kötü senaryo gerçekleşmiş oluyordu. İngiltere ve Fransa'nın, Türkiye'nin Üçlü İttifak Antlaşması gereği İtalya'ya karşı savaşa girmesini talep etmeleri karşısında Türk Hükûmeti, Üçlü İttifak Antlaşması'nda yer alan “Sovyet Çekincesi”ni gerekçe olarak kullanarak, non-belligerent (gayri muharip) durumunu devam ettirecek ve savaşa dahil olmayacaktır.
İncelediğimiz dönemde Faşist İtalya'nın Akdeniz ve Balkanlarda yarattığı tehdit ve Türk dış politikası üzerinde meydana getirdiği etkilerin, İkinci Dünya Savaşı sonunda belirginleşen ve Türkiye'nin Batı dünyasına eklemlenmesine yol açan Sovyet tehdidi ile kıyaslanması mümkündür.
Türkiye Cumhuriyeti, Musul meselesinin halledilmesi sonrasında çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak için ihtiyaç duyduğu teknoloji ve finansmana sahip olan Batılı devletlerle ilişkilerini geliştirmek istemektedir. Bu dönemde Faşist İtalya ile Türkiye arasında karşılıklı çabaların bir ürünü olarak, 30 Mayıs 1928 tarihinde “Tarafsızlık, Uzlaştırma ve Yargısal Çözüm Antlaşması” imzalanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin Batılı büyük devletlerden birisiyle imzaladığı bu ilk siyasal antlaşma sonrasında Türkiye ile İtalya arasında 1928-1932 yılları arasında “ilişkilerin altın çağı” olarak nitelendirilen bir dönem başlamıştır.
Bu dönemde ticari ilişkilerde olumlu gelişmeler yaşanacak ve Türk donanmasının ihtiyaç duyduğu modern savaş gemilerinin yapımı ihalesini İtalyan tersaneleri kazanacaktır. Kendisini Roma İmparatorluğu'nun varisi olarak görmekte olan ve Akdeniz'i Mare Nostrum (Bizim Deniz) olarak değerlendiren Faşist İtalya'nın özellikle Balkanlar ve Doğu Akdeniz'de izlediği “mütecaviz politika” Türkiye tarafından dikkatle izlenmektedir. Mussolini, İtalya'nın ana hedeflerinin “Asya ve Afrika” olduğunu ve bu hedefleri İtalyan nesillerine emanet ettiğini açıklamaktadır. Bu hedeflerin arasında şüphesiz olarak Doğu Akdeniz ve Anadolu toprakları da bulunmaktadır. Bu politikanın bir yansıması olarak İtalya, Menteşe Adaları'nda (Rodos, 12 Ada ve Meis) tesis ettiği deniz ve hava üsleri ile Anadolu için sürekli ve önemli bir tehdit meydana getirmektedir. Bu tehdit, Balkan Paktı'nın kuruluş sürecini hızlandıran en önemli etmenlerden birisi olacaktır. İtalya'nın Habeşistan'a saldırısı ve Akdeniz'deki dengenin değişmesi sonucunda Türkiye, İtalya'nın saldırgan politikalarına karşılık olarak İngiltere ve Fransa ile yakınlaşmaya başlayacaktır. Avrupa'nın iki ana bloka ayrılarak hızla İkinci Dünya Savaşı'na sürüklenmekte olduğu yıllarda Türkiye'nin izleyeceği dış politikayı doğrudan etkileyen esas olay ise İtalya'nın Arnavutluk'u işgal ederek ve sonraki stratejik hareketleri için Balkanlarda bir köprübaşı tesis etmesi olacaktır. Türkiye tarafından bu işgal, kendisine karşı “açık ve kesin bir tehdit” olarak algılanacaktır. Türkiye, yaklaşan savaşın yarattığı uluslararası ortam içinde geleneksel tarafsızlık politikasından ayrılarak, İngiltere ve Fransa ile ittifak içine girecektir. Bu dönemde oldukça güçlenmiş olan Nazi Almanyası ile “paralel savaş” yürütmek isteyen Mussolini ise Çelik Pakt (Patto di Acciaio) olarak adlandırılan “İtalya-Almanya Dostluk ve İttifak Antlaşması”nın imzalanmasıyla İtalya'nın bütün kaderini Almanya'ya, Hitler ve onun vereceği kararlara bağlamıştır.
Böylece Türkiye ve İtalya, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa'da meydana gelen bloklarda kesinlikle karşı taraflarda yer almış bulunmaktadırlar. Almanya'nın Polonya'ya saldırısıyla Avrupa'da savaşın başlaması sonrasında başlangıçta non-belligerent (gayri muharip) kalan Mussolini ve Faşist İtalya, “bekle, gör ve durumdan kazançlı çık” felsefesinin yansıması olarak Fransa'nın savaşı kaybedeceğinin kesinleşmesinin ardından, 10 Haziran 1940 tarihinde İngiltere ve Fransa'ya savaş ilan etmiştir.
İtalya'nın da savaşa girmesiyle Türkiye bakımından en kötü senaryo gerçekleşmiş oluyordu. İngiltere ve Fransa'nın, Türkiye'nin Üçlü İttifak Antlaşması gereği İtalya'ya karşı savaşa girmesini talep etmeleri karşısında Türk Hükûmeti, Üçlü İttifak Antlaşması'nda yer alan “Sovyet Çekincesi”ni gerekçe olarak kullanarak, non-belligerent (gayri muharip) durumunu devam ettirecek ve savaşa dahil olmayacaktır.
İncelediğimiz dönemde Faşist İtalya'nın Akdeniz ve Balkanlarda yarattığı tehdit ve Türk dış politikası üzerinde meydana getirdiği etkilerin, İkinci Dünya Savaşı sonunda belirginleşen ve Türkiye'nin Batı dünyasına eklemlenmesine yol açan Sovyet tehdidi ile kıyaslanması mümkündür.