Türkiye'nin en önemli sorununun Kürt meselesi olduğunu değerlendiren BİLGESAM bu kitapta; gerçekleştirdiği niteliksel ve niceliksel çalışmaların temel bulguları sunmakta, toplumsal kesimlerin birlikte yaşama arzuları yanında ayrımcılık algıları ve bazı kesimlerin ayrılıkçı temeldeki görüşlerini ortaya koymaktadır. Kitap, bölgedeki sorunların tespiti ve nedenlerinin ortaya konulmasında alan çalışmalarına duyulan ihtiyacı gidermeyi hedeflemekte, Kürt meselesinin çözümüne katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
. SUNUŞ
Güneydoğu sorununa bakıldığında, öncelikle bir tanımlama ve isimlendirme probleminin yaGandığını görmek mümkündür. Siyasiler, akademisyenler veya bizzat bölge insanı; yaGanan problemleri, hangi gerekçeye dayanırsa dayansın “Kürt Sorunu” “Demokratikleşme Sorunu” veya her ikisi olarak algılama ve tanımlama hakkına sahiptir. Ancak, isimlendirmeler ve tanımlamalar üzerinden tartışmaya girildiğinde, kimsenin kimseyi ikna etmesi veya gerçek problemi masaya getirmesi de mümkün görülmemektedir.
Öncelikle, yaşanan problemin temelinde bir güven sorununun olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Kendilerini Kürtlerin temsilcileri olarak takdim edenler, son 90 yıllık süreçte Kürtlerin haklarının gasp edildiği, verilen sözlerin tutulmadığı ve bir asimilasyon politikasıyla kimlik ve dilin inkâr edildiği argümanıyla devlete güvensizliğini beyan ederken; Devlet veya devlet adına konuşan bir kesim, tarihteki isyanlarla özdeşleştirdiği Kürt toplumunu güç kullanımı dışında yönetilmesi zor, problemli bir halk kitlesi olarak görmektedir. Bu algılar her iki taraf için de, bir iletişim problemi yanında, gerçekte güven sorunu olarak karGımıza çıkmaktadır. Bu noktada dikkat çekici olan, problemi isimlendirenlerin de, tanımlayanların da gerçek halk değil onların adına konuşanlar olmasıdır.
20. yüzyılın ilk yarısında bölgedeki huzursuzluk ve ayaklanmaları, feodal yapının temsilcileriyle Cumhuriyet arasındaki bir güç ve nüfuz paylaşım kavgası olarak niteleyebiliriz. Bölgede yerel nüfuz sahibi olanlar, Osmanlı döneminde sahip oldukları güçleri ve özerkliği kaybetmişlerdir. Cumhuriyetin felsefesi ve yönetim anlayışı, bölgedeki feodal yapıyı ülke için bir tehdit olarak görmüş, ancak bunun tasfiyesine yönelik gerekli adımları da dönemin ve ülkenin şartları içerisinde atamamıştır. Bölgenin sosyal yapısında bir dönüşüm gerçekleştiremese de, Cumhuriyet yönetimleri bölge üzerinde otoritesini bir şekilde sağlamıştır.
Türkiye'nin en önemli sorununun Kürt meselesi olduğunu değerlendiren BİLGESAM bu kitapta; gerçekleştirdiği niteliksel ve niceliksel çalışmaların temel bulguları sunmakta, toplumsal kesimlerin birlikte yaşama arzuları yanında ayrımcılık algıları ve bazı kesimlerin ayrılıkçı temeldeki görüşlerini ortaya koymaktadır. Kitap, bölgedeki sorunların tespiti ve nedenlerinin ortaya konulmasında alan çalışmalarına duyulan ihtiyacı gidermeyi hedeflemekte, Kürt meselesinin çözümüne katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
. SUNUŞ
Güneydoğu sorununa bakıldığında, öncelikle bir tanımlama ve isimlendirme probleminin yaGandığını görmek mümkündür. Siyasiler, akademisyenler veya bizzat bölge insanı; yaGanan problemleri, hangi gerekçeye dayanırsa dayansın “Kürt Sorunu” “Demokratikleşme Sorunu” veya her ikisi olarak algılama ve tanımlama hakkına sahiptir. Ancak, isimlendirmeler ve tanımlamalar üzerinden tartışmaya girildiğinde, kimsenin kimseyi ikna etmesi veya gerçek problemi masaya getirmesi de mümkün görülmemektedir.
Öncelikle, yaşanan problemin temelinde bir güven sorununun olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Kendilerini Kürtlerin temsilcileri olarak takdim edenler, son 90 yıllık süreçte Kürtlerin haklarının gasp edildiği, verilen sözlerin tutulmadığı ve bir asimilasyon politikasıyla kimlik ve dilin inkâr edildiği argümanıyla devlete güvensizliğini beyan ederken; Devlet veya devlet adına konuşan bir kesim, tarihteki isyanlarla özdeşleştirdiği Kürt toplumunu güç kullanımı dışında yönetilmesi zor, problemli bir halk kitlesi olarak görmektedir. Bu algılar her iki taraf için de, bir iletişim problemi yanında, gerçekte güven sorunu olarak karGımıza çıkmaktadır. Bu noktada dikkat çekici olan, problemi isimlendirenlerin de, tanımlayanların da gerçek halk değil onların adına konuşanlar olmasıdır.
20. yüzyılın ilk yarısında bölgedeki huzursuzluk ve ayaklanmaları, feodal yapının temsilcileriyle Cumhuriyet arasındaki bir güç ve nüfuz paylaşım kavgası olarak niteleyebiliriz. Bölgede yerel nüfuz sahibi olanlar, Osmanlı döneminde sahip oldukları güçleri ve özerkliği kaybetmişlerdir. Cumhuriyetin felsefesi ve yönetim anlayışı, bölgedeki feodal yapıyı ülke için bir tehdit olarak görmüş, ancak bunun tasfiyesine yönelik gerekli adımları da dönemin ve ülkenin şartları içerisinde atamamıştır. Bölgenin sosyal yapısında bir dönüşüm gerçekleştiremese de, Cumhuriyet yönetimleri bölge üzerinde otoritesini bir şekilde sağlamıştır.