#smrgKİTABEVİ Türkiyenin Ruhu: Direnmenin Trajedisi 3. Kitap -
Bir gün nereli olduğumu sordular. Babam Siverek'lidir dedim. Siverek adına şaşırdılar, hiç duymamışlar. "Nerededir bu Siverek?" dediler. Siverek Napoli'nin kazasıdır dedim.
Düşündüler bir süre, birbirlerine bakındılar. Biz İtalya'yı çok iyi biliriz. Yanlışınız olmasın. Napoli'nin böyle bir kazası yoktur. Siverek İtalya'da olsa bileceklerdi. Siverek Urfa'nın bir kazasıydı. Urfa'da Türkiye'de bir şehirdi.
Bizim memleketin insanları iyidir, akıllıları çoktur; İtalya'yı bilirler, Fransa'yı bilirler. Çinistanı, Falanistanı bilirler, lakin kendi yurtlarını bilmezler. Dünyanın öte ucundaki ülkelerin yardımına koşmak için can atarlar. Bilmem nerde ki deprem için yırtınırlar, Varto depremi olunca "bunlar adam olmaz" diye yardım etmekten yüksünürler. Öte diyarların insanları için şiirler yazar, onlar için ağıt yakarlar. Falanistan köylüsünün acısını anlatan kitaplar kapışılır, benim memleketimin insanlarına sırtları dönüktür, onları görmezler, göremezler.
Onun için ben de işin abecesini anlattım burada, toplumsal eşkıyalık nedir diye, çünkü memlekette ahalinin hali hal değil, Amerika'nın tankı tüfeği, Paris'in modası gündemdedir. Buradaki insanı batılıya anlatabilirsin, bilmez merak eder ve dinler çünkü. Ama buranın akıllısı, bilmez, merak etmez, ne dersen bilmediği halde tersini söyler, bu halka da inanmaz çünkü. Hangi değerden erdemden söz etsen, altında bir bit yeniği arar. Herhalde kendini iyi bildiği tanıdığı için olmalı. Eşkıyalığı anlatıyorum, çünkü onları filmlerimde anlattım.
(...)
"Hürriyet gazetesine ilan verin, o gelir, sizi bulur, telefon numarası da yazın".
Gülmüşler bana, İsveç'te yaşadığına yemin edenler var. Sabah kalktım, koğuş kapısı açıldı, gardiyan geldi, "Yılmaz abi doktor bey sizi bekliyor, midenizi kontrol edecekmiş." Bir şikâyetim falan yoktu, görüş günü falan değil, gittim, revire yönlendirdiler beni. Karşımda İhtiyar, hapishane müdürüne bir gömlek getirmiş, doktora bir şişe viski, bir şişede bana, yoldan geçen bir adam gibi giyinmiş.
"Beni arıyormuşsun?"
"Demek okudun Hürriyet'i,"
"Yoook, doktor söyledi."
"Hangi doktor?"
"Ayıp ettin abi, beni ezme", yüzüm kızardı, doktordan özür diledim, anlamadım ben,
"Nedir ne değildir?"
"Ben İsveç'te yaşıyorum, Yılmaz. Oradan para buldum, Avrupa'dan Türkiye'ye gelen karayollarını, Türkiye'de E5'i boydan boya geçerek bir film çekiyorum, ekibimle geldim, Yılmaz'a uğramadan İzmit'ten geçilmez kuralına biz de boyun eğdik mecburiyetten, eli boş da gelinmez, bilirsin işte." (Tanıtım Bülteninden)
Bir gün nereli olduğumu sordular. Babam Siverek'lidir dedim. Siverek adına şaşırdılar, hiç duymamışlar. "Nerededir bu Siverek?" dediler. Siverek Napoli'nin kazasıdır dedim.
Düşündüler bir süre, birbirlerine bakındılar. Biz İtalya'yı çok iyi biliriz. Yanlışınız olmasın. Napoli'nin böyle bir kazası yoktur. Siverek İtalya'da olsa bileceklerdi. Siverek Urfa'nın bir kazasıydı. Urfa'da Türkiye'de bir şehirdi.
Bizim memleketin insanları iyidir, akıllıları çoktur; İtalya'yı bilirler, Fransa'yı bilirler. Çinistanı, Falanistanı bilirler, lakin kendi yurtlarını bilmezler. Dünyanın öte ucundaki ülkelerin yardımına koşmak için can atarlar. Bilmem nerde ki deprem için yırtınırlar, Varto depremi olunca "bunlar adam olmaz" diye yardım etmekten yüksünürler. Öte diyarların insanları için şiirler yazar, onlar için ağıt yakarlar. Falanistan köylüsünün acısını anlatan kitaplar kapışılır, benim memleketimin insanlarına sırtları dönüktür, onları görmezler, göremezler.
Onun için ben de işin abecesini anlattım burada, toplumsal eşkıyalık nedir diye, çünkü memlekette ahalinin hali hal değil, Amerika'nın tankı tüfeği, Paris'in modası gündemdedir. Buradaki insanı batılıya anlatabilirsin, bilmez merak eder ve dinler çünkü. Ama buranın akıllısı, bilmez, merak etmez, ne dersen bilmediği halde tersini söyler, bu halka da inanmaz çünkü. Hangi değerden erdemden söz etsen, altında bir bit yeniği arar. Herhalde kendini iyi bildiği tanıdığı için olmalı. Eşkıyalığı anlatıyorum, çünkü onları filmlerimde anlattım.
(...)
"Hürriyet gazetesine ilan verin, o gelir, sizi bulur, telefon numarası da yazın".
Gülmüşler bana, İsveç'te yaşadığına yemin edenler var. Sabah kalktım, koğuş kapısı açıldı, gardiyan geldi, "Yılmaz abi doktor bey sizi bekliyor, midenizi kontrol edecekmiş." Bir şikâyetim falan yoktu, görüş günü falan değil, gittim, revire yönlendirdiler beni. Karşımda İhtiyar, hapishane müdürüne bir gömlek getirmiş, doktora bir şişe viski, bir şişede bana, yoldan geçen bir adam gibi giyinmiş.
"Beni arıyormuşsun?"
"Demek okudun Hürriyet'i,"
"Yoook, doktor söyledi."
"Hangi doktor?"
"Ayıp ettin abi, beni ezme", yüzüm kızardı, doktordan özür diledim, anlamadım ben,
"Nedir ne değildir?"
"Ben İsveç'te yaşıyorum, Yılmaz. Oradan para buldum, Avrupa'dan Türkiye'ye gelen karayollarını, Türkiye'de E5'i boydan boya geçerek bir film çekiyorum, ekibimle geldim, Yılmaz'a uğramadan İzmit'ten geçilmez kuralına biz de boyun eğdik mecburiyetten, eli boş da gelinmez, bilirsin işte." (Tanıtım Bülteninden)