Merih için:
Lime lime olmuş bir Tutunamayanlar'ın arasında bulduğum bu notları Oğuz Atay'ın kahramanlarından biri unutmuş sanıyorum (belki de okyanusa şişe atmış). "Mesleğimiz bu vıcık vıcık yaraya bakmak mı?" sorusu yazılmış ilk satıra; her harfin üstünden dört -beş geçilmiş. Yazı bütünlüğü yok aktardığım notların. Ama anlam taşıdıkları kesin: yırtıldığı için yırtıcı bir aydının parçaları. - 1980
"içirndeki yarayı seyre durduğum zaman, yani saatin durduğu, geçmişin ya da hayalin vakti değil -hiç olmadı-, o yaranın herşey olduğu, oluşun yarası kanadığı zaman...
Olmamamın zamanında, görünmediklerimden olduğum zaman... Şiirdi o. Şiir yalnız güzellik mi? Acı, tutku, sıkıntı, istek, kahkaha, Çığlık... Evet, şiirdik onunla, Günlük gerçeğin dışlamak istediği yoğunluk, kaldıramadığı gönül yeğnilmesi. Oysa aynı gerçeğin yüzeyselliği çok ağır bir yük oldu benim için. Ezilmemeye çalıştım, direndim...
Kendi Yumruğuna tutunan deli...
Şiirdi. Kendini kapatmaya, insanı kıstırmaya çalışsın gerçek, açık kalır ucu: şiir başlar.
Yaşadığım değildi. Kalabalık içindeki gizli sürgünlüğüm. Şiir: yaşama olasılığımız, belki de olanağımız. Bir kadın mı sözkonusu? Merkezde bir kadın var. Bir kadının aslı olmayan ama aslından türetilmiş suretinin çevresinde bir karmaşa. Kadının yüzü tek sökülen beti. Bu yüzden, resmin kadından başlayarak çizildiği söylenebilir, bir aşk serüvenine indirgenebilir Mürntaz'ın acıklı hikayesi. Ama resme önce karmaşadan başlanmadığı, kadın yüzüne zorunlu olarak varılmadığını kim söyleyebilir?
İnanmıyorum. Kafa kağıdını, kavramlar, adlar... Oysa ben ...oğlu, köklüdür ailem. Galatasaray'da, Stanford'da "okutuldum" ben.
Ruhen katılmadım hiç. Olduğumu olmadım. Bana verdikleri malzemeden istemeyecekleri bir adam yaptım: hiççi, kargaşacı, bulanık...
Sakin görünüşümün ardında işleyen, ancak gözlerime yansıyan delilik! .Oysa savunmadayım hep, Don Kişot gibi. Yaşadığıma inandıramazlar beni. Olduğum yerde olmayanım ben.
"Olmayacak duaya amin demeyiniz". Ne gerçekçi olabildim ne de akılcı.Oysa olanagı vardır yaşamanın, hep vardır kendinde boğulmamanın bir yolu... Bu toplumda bile aydınlara dar ama bir yer ayrılmıştır. "Sohbeti söndürmemek" için didindikleri bir köşe... Söyleştiklerine inanmak zorundadırlar çünkü Oysa izin verildiği ölçüde soruşulmaktadır hep, hep işlerirniz vardır bizi birbirimizden dışlayan.
Ben kendimi kendimden kurtaramadım. Tanımlarnalıyım kendimi. Aşağıladım kirnliğimi: şu olmayan bütünü.
Yeniden yapmalıyız kendimizi... Cellâtı olmalıyız kendi kendimizin.
Çektikçe üreyen çile. Nirvana değil Karma.
Hangi sınıf benden yana, hangi grup? Ben, olmayan günlerin olmayan adamı. "Tarihi bir başıma ağladım". Geleceği gönlümde kurmaya çalıştım. Gerçeklik adlandıramadı gerçeğimi, adlandırsaydı... olmazdım.
Yanlışladığırna göre yanlışım. Reddetmişim uzlaşmayı. Kahraman Kalb! Değillemenin azgın atını koşturdum kendimdeki dünyaya karşı!
Usun iç ezikliğini dengeleyeceği, uslamlamaların kimliğimi bagışlatacağı bir çağda kendim olamadığım için yedim kendi kendimi.
Terkettiler... Hepsinin işi vardı. Benim de işim olabilirdi. Anlasalar... O kadar çok işim olabilirdi ki kendimi dinlemeye vakit bırakmazdırn.
Kendim: zaman ve mekânın birbirine dolaşan boyutları: dügüm.
Anlasanıza! O yara terketmez sizi. Ben yaraya kovulmuşum. Hiçbir fotografımda çıkmayanım ben.
Ben: bir dölüt olasılığı?
Bu topraklarda yaşayanlar vardı, yaşadıklarını sananların ataları. Bastıkları yeri, ettikleri sözü bilirlerdi. Evlerini yapmayı başkalarından öğrenmemişlerdi. Belki de yoktu bu kişiler. Olduklarını düşünmek bana güç veriyor, zoraki kimliğime karşı.
Mümtaz bir kenti yeniden düzenledi gönlünde, tek başına oturmayacağını sanarak...
Hayır! Hiçbir şey mümkün değil daha, reddetmeden, reddin yangınıyle geleceğe yer açmaktan, içimde büyüyen ölüme evet demekten başka! Zaman sana uymazsa sen zamana hiç uyma!
O siyah-beyaz filmi hiç unutmadım - yönetmenin intihar ettiğini de. Yakışıklı jön Tarabya'daki terastan inmiş, Beyoğlu'nun en iç sokaklarına kadar inmiş, altmışlık bir orospunun elini öpmüştü, hanımefendi diye selânılamıştı pörsük et ve incik boncuk yığınını. Nedendir dence çekiciliği? Gönlüm hep onlara aktı: atılanlara, suriçlerinde, köprüaltlarında, parklarda insanlıktan çıkmış yaşayanlara. İnsanlığın inkâr edildiğini görüyorum bu aslını yitirmiş suratlarda. Deliliklerinde, kendi kendilerine ettikleri küfürlerde insanın kendi dışkısında boğulduğunu görüyorum.
Direnen ruhun güzelliğini mi arıyorum bu sefaletin arasında? Ruhun yokluğunu görüyorum oysa, ruhun yokedilebileceğini. Deliliğin damarlarımı yokladığı geceler korkuyorum itirazımın büyiiklüğünden.
Onlarda, insan müsveddelerinde, insanın aşağılandığını görüyorum. Mistifiye edebilirim gördüğümü: hepsi, sanki tanrısal bir içgüdüyle direndiler insanı köle alan insana karşı. Kendilerini ufalayarak ufaladılar düşmanı. Kendilerinde aşağıladılar insanı. Ya da: bunlar düzenin içyüzüdür, düzenin herkes için olmadığının resmidir. Bunlar, "yap yoksa böyle olursun" demek için öldürühneyen öcülerdir.
Ruhumun kirinden korkuyorum.
Ey alkol! Dilimi çözen, kalbime hayat veren özsu! Sende rahatlıyorum ancak. Keyif değil sende bulduğum: kendimi boğuyorum sende. Hacıhüsrevli çiçekçi kızdan kıpkırmızı bir gül alıp "Göğe bakma durağı"nı okuduğum gece, bir çingene dilberini ucuza ve katıksız yediğim gece, hastane pahasına dövüştüğüm gece, içkiden çıkıp Pansiyon bilmemkaça girdiğim gece... Son vapura hiç yetişemedim - yetişmek istedim mi ki? O güzelim yaz geceleri parkta sızınca kendimden sıyrılıyorum. Ben, içki masasında bir kahraman: en güzel romanları yazan, ülkeye çekidüzen veren. Sanki sağlıklı oluyorum içki masasında, inanıyorum karşundakiyle sahiden dost olduğumuza.
Gene neyi tıngırdatıyor o kör, yaşlı, pasaklı udçu? Gene hangi hiçkırık yükseliyor tâ içimden? Nedir boğazımda düğümlenen? Nedir beni bende tutan? Alemdar gibi patlamak korkusu mu?
Hüngür hüngür ağlayan sarhoşlar gördüm. Peçete yetiştirdim sümüklerin. "Ben bu hallere düşecek adam nnydım!" Babasından kalma İstiklal madalyasını çıkarıp öprnüştü. 'Meşrutiyet ve Cumhuriyet! Ben içki sofralarında insanınızı gördüm.
Ben, okulu bitirdiği gün "umum müdür"lük teklif edilen zeka! Gelin görün beni, evi barkı serveti kudreti nasıl inkâr ettiğimi, en sinsi düşmanınızı görün... Şeytandır tanrının en büyük âşığı.
Yakaladılar bizi, komşunun bahçesinden gül çalarken yakaladılar, seks romanı okurken, ihtilal taslağı çizerken, şapkamızı çıkarmış yürürken yakaladılar...
Sahi! Kaç kişiydik biz! Kaç kişi kaldı benden başka? Ben tek çocuksuz, tek bekar arkadaşlarımın arasında... "Hala bir düzen kuramadın kendine". Evet, düzeni kurdurtrnadım zihnimde, açık bıraktım gönlümün pencerelerini.
Üşüyorum, çok üşüyorum. Bilir misiniz, bir türlü ısınmaz bekar odası, yüzü gülmez, aynalan pencereleri silinmez. Ben mi yansıyorum odaya, odanın yansısı mıyım yoksa?
"Salt yalnızlığı"nda kalan bir dostum var, kırkyıldabir gördüğüm. Daha fazla göremediğim, birbirimize baktıkça yalnızlıklarımızdan ürküyoruz çünkü. Oysa muhtacız bir başkasına. Ama kendimizden başkasını bulamıyoruz birbirimizde... Ama direniyoruz, diş sıkıyoruz çaresizlikte, mutsuzlukta... Bir gün mutlaka... Hayır, biz gün göremeyiz artık. İşığa inanmayacak kadar gördük.
And içtiler: Sosyalizm gelecek (bir araba, bir televizyon, bir kadın, Ada'da Moda'da bugüne kadar oturmamışlar oturacak). Inanmadım hep beraber sınıf atlamaya ve homo economicus'a. "Aramızda kalmanı isterdik". İllegal biraderim, ben sizden de koymak zorundayım kendimi, hiçbir yer bulamamak pahasına! Ben urnutluluğu zayıflık saydım çünkü. Umutsuz ve inançsız nasıl yaşanabilir? Yazarak der, dilimi terbiyeye koyulabilirdim. Ama onlar var, ölümü ertelemektense hemen yaratanlar...
Bir yengi mi ölüm?... İntiharda ölen ile öldüren örtüşmediği için mi hayır diyorum... Öldüren, yani yenen... Yani itirazımın haklılığı... Ama bağlasam kendimi dinamit lokumlanna, biliyorum, dirim kıpır-dayacak son anda... Dirim bırakmayacak beni. Dirimi tüketmek: j'aclore la decadence: insanın yaşamadığını ve yaşamayabileceğini ispat etmek.
Ben münevver! Sokaktakilerin gülüp geçtiği zamane peygamberi! Benim huzursuzluğumda, doyumsuzluğumda, ışıksızlığımda sahneye konmaktadır kültürün trajedisi! Karanlığın karanlığında beleren göz, al beni!.. Ey kutsal yenilgi! Teslim olmaktansa öldüğüm yerden geçiyor mu gelecek? ? ?
Ey insan! Oğlunu babandan kıırtar."
.......................
TRT'nin 1970 Roman Ödülü'nü kazanan Tutunamayanlar, yazarının ilk eseri olmasına rağmen, bir ilk eserde rastalayabileceğimiz acemiliklerden arınmış, olgun ve çarpıcı bir roman olarak karşımıza çıkıyor. Geniş bir kültürün ve zengin bir duyarlığın ürünü olan bu romanın edebiyatımızda büyük yankılar yaratacağına inanıyoruz. - Arka kapak
Merih için:
Lime lime olmuş bir Tutunamayanlar'ın arasında bulduğum bu notları Oğuz Atay'ın kahramanlarından biri unutmuş sanıyorum (belki de okyanusa şişe atmış). "Mesleğimiz bu vıcık vıcık yaraya bakmak mı?" sorusu yazılmış ilk satıra; her harfin üstünden dört -beş geçilmiş. Yazı bütünlüğü yok aktardığım notların. Ama anlam taşıdıkları kesin: yırtıldığı için yırtıcı bir aydının parçaları. - 1980
"içirndeki yarayı seyre durduğum zaman, yani saatin durduğu, geçmişin ya da hayalin vakti değil -hiç olmadı-, o yaranın herşey olduğu, oluşun yarası kanadığı zaman...
Olmamamın zamanında, görünmediklerimden olduğum zaman... Şiirdi o. Şiir yalnız güzellik mi? Acı, tutku, sıkıntı, istek, kahkaha, Çığlık... Evet, şiirdik onunla, Günlük gerçeğin dışlamak istediği yoğunluk, kaldıramadığı gönül yeğnilmesi. Oysa aynı gerçeğin yüzeyselliği çok ağır bir yük oldu benim için. Ezilmemeye çalıştım, direndim...
Kendi Yumruğuna tutunan deli...
Şiirdi. Kendini kapatmaya, insanı kıstırmaya çalışsın gerçek, açık kalır ucu: şiir başlar.
Yaşadığım değildi. Kalabalık içindeki gizli sürgünlüğüm. Şiir: yaşama olasılığımız, belki de olanağımız. Bir kadın mı sözkonusu? Merkezde bir kadın var. Bir kadının aslı olmayan ama aslından türetilmiş suretinin çevresinde bir karmaşa. Kadının yüzü tek sökülen beti. Bu yüzden, resmin kadından başlayarak çizildiği söylenebilir, bir aşk serüvenine indirgenebilir Mürntaz'ın acıklı hikayesi. Ama resme önce karmaşadan başlanmadığı, kadın yüzüne zorunlu olarak varılmadığını kim söyleyebilir?
İnanmıyorum. Kafa kağıdını, kavramlar, adlar... Oysa ben ...oğlu, köklüdür ailem. Galatasaray'da, Stanford'da "okutuldum" ben.
Ruhen katılmadım hiç. Olduğumu olmadım. Bana verdikleri malzemeden istemeyecekleri bir adam yaptım: hiççi, kargaşacı, bulanık...
Sakin görünüşümün ardında işleyen, ancak gözlerime yansıyan delilik! .Oysa savunmadayım hep, Don Kişot gibi. Yaşadığıma inandıramazlar beni. Olduğum yerde olmayanım ben.
"Olmayacak duaya amin demeyiniz". Ne gerçekçi olabildim ne de akılcı.Oysa olanagı vardır yaşamanın, hep vardır kendinde boğulmamanın bir yolu... Bu toplumda bile aydınlara dar ama bir yer ayrılmıştır. "Sohbeti söndürmemek" için didindikleri bir köşe... Söyleştiklerine inanmak zorundadırlar çünkü Oysa izin verildiği ölçüde soruşulmaktadır hep, hep işlerirniz vardır bizi birbirimizden dışlayan.
Ben kendimi kendimden kurtaramadım. Tanımlarnalıyım kendimi. Aşağıladım kirnliğimi: şu olmayan bütünü.
Yeniden yapmalıyız kendimizi... Cellâtı olmalıyız kendi kendimizin.
Çektikçe üreyen çile. Nirvana değil Karma.
Hangi sınıf benden yana, hangi grup? Ben, olmayan günlerin olmayan adamı. "Tarihi bir başıma ağladım". Geleceği gönlümde kurmaya çalıştım. Gerçeklik adlandıramadı gerçeğimi, adlandırsaydı... olmazdım.
Yanlışladığırna göre yanlışım. Reddetmişim uzlaşmayı. Kahraman Kalb! Değillemenin azgın atını koşturdum kendimdeki dünyaya karşı!
Usun iç ezikliğini dengeleyeceği, uslamlamaların kimliğimi bagışlatacağı bir çağda kendim olamadığım için yedim kendi kendimi.
Terkettiler... Hepsinin işi vardı. Benim de işim olabilirdi. Anlasalar... O kadar çok işim olabilirdi ki kendimi dinlemeye vakit bırakmazdırn.
Kendim: zaman ve mekânın birbirine dolaşan boyutları: dügüm.
Anlasanıza! O yara terketmez sizi. Ben yaraya kovulmuşum. Hiçbir fotografımda çıkmayanım ben.
Ben: bir dölüt olasılığı?
Bu topraklarda yaşayanlar vardı, yaşadıklarını sananların ataları. Bastıkları yeri, ettikleri sözü bilirlerdi. Evlerini yapmayı başkalarından öğrenmemişlerdi. Belki de yoktu bu kişiler. Olduklarını düşünmek bana güç veriyor, zoraki kimliğime karşı.
Mümtaz bir kenti yeniden düzenledi gönlünde, tek başına oturmayacağını sanarak...
Hayır! Hiçbir şey mümkün değil daha, reddetmeden, reddin yangınıyle geleceğe yer açmaktan, içimde büyüyen ölüme evet demekten başka! Zaman sana uymazsa sen zamana hiç uyma!
O siyah-beyaz filmi hiç unutmadım - yönetmenin intihar ettiğini de. Yakışıklı jön Tarabya'daki terastan inmiş, Beyoğlu'nun en iç sokaklarına kadar inmiş, altmışlık bir orospunun elini öpmüştü, hanımefendi diye selânılamıştı pörsük et ve incik boncuk yığınını. Nedendir dence çekiciliği? Gönlüm hep onlara aktı: atılanlara, suriçlerinde, köprüaltlarında, parklarda insanlıktan çıkmış yaşayanlara. İnsanlığın inkâr edildiğini görüyorum bu aslını yitirmiş suratlarda. Deliliklerinde, kendi kendilerine ettikleri küfürlerde insanın kendi dışkısında boğulduğunu görüyorum.
Direnen ruhun güzelliğini mi arıyorum bu sefaletin arasında? Ruhun yokluğunu görüyorum oysa, ruhun yokedilebileceğini. Deliliğin damarlarımı yokladığı geceler korkuyorum itirazımın büyiiklüğünden.
Onlarda, insan müsveddelerinde, insanın aşağılandığını görüyorum. Mistifiye edebilirim gördüğümü: hepsi, sanki tanrısal bir içgüdüyle direndiler insanı köle alan insana karşı. Kendilerini ufalayarak ufaladılar düşmanı. Kendilerinde aşağıladılar insanı. Ya da: bunlar düzenin içyüzüdür, düzenin herkes için olmadığının resmidir. Bunlar, "yap yoksa böyle olursun" demek için öldürühneyen öcülerdir.
Ruhumun kirinden korkuyorum.
Ey alkol! Dilimi çözen, kalbime hayat veren özsu! Sende rahatlıyorum ancak. Keyif değil sende bulduğum: kendimi boğuyorum sende. Hacıhüsrevli çiçekçi kızdan kıpkırmızı bir gül alıp "Göğe bakma durağı"nı okuduğum gece, bir çingene dilberini ucuza ve katıksız yediğim gece, hastane pahasına dövüştüğüm gece, içkiden çıkıp Pansiyon bilmemkaça girdiğim gece... Son vapura hiç yetişemedim - yetişmek istedim mi ki? O güzelim yaz geceleri parkta sızınca kendimden sıyrılıyorum. Ben, içki masasında bir kahraman: en güzel romanları yazan, ülkeye çekidüzen veren. Sanki sağlıklı oluyorum içki masasında, inanıyorum karşundakiyle sahiden dost olduğumuza.
Gene neyi tıngırdatıyor o kör, yaşlı, pasaklı udçu? Gene hangi hiçkırık yükseliyor tâ içimden? Nedir boğazımda düğümlenen? Nedir beni bende tutan? Alemdar gibi patlamak korkusu mu?
Hüngür hüngür ağlayan sarhoşlar gördüm. Peçete yetiştirdim sümüklerin. "Ben bu hallere düşecek adam nnydım!" Babasından kalma İstiklal madalyasını çıkarıp öprnüştü. 'Meşrutiyet ve Cumhuriyet! Ben içki sofralarında insanınızı gördüm.
Ben, okulu bitirdiği gün "umum müdür"lük teklif edilen zeka! Gelin görün beni, evi barkı serveti kudreti nasıl inkâr ettiğimi, en sinsi düşmanınızı görün... Şeytandır tanrının en büyük âşığı.
Yakaladılar bizi, komşunun bahçesinden gül çalarken yakaladılar, seks romanı okurken, ihtilal taslağı çizerken, şapkamızı çıkarmış yürürken yakaladılar...
Sahi! Kaç kişiydik biz! Kaç kişi kaldı benden başka? Ben tek çocuksuz, tek bekar arkadaşlarımın arasında... "Hala bir düzen kuramadın kendine". Evet, düzeni kurdurtrnadım zihnimde, açık bıraktım gönlümün pencerelerini.
Üşüyorum, çok üşüyorum. Bilir misiniz, bir türlü ısınmaz bekar odası, yüzü gülmez, aynalan pencereleri silinmez. Ben mi yansıyorum odaya, odanın yansısı mıyım yoksa?
"Salt yalnızlığı"nda kalan bir dostum var, kırkyıldabir gördüğüm. Daha fazla göremediğim, birbirimize baktıkça yalnızlıklarımızdan ürküyoruz çünkü. Oysa muhtacız bir başkasına. Ama kendimizden başkasını bulamıyoruz birbirimizde... Ama direniyoruz, diş sıkıyoruz çaresizlikte, mutsuzlukta... Bir gün mutlaka... Hayır, biz gün göremeyiz artık. İşığa inanmayacak kadar gördük.
And içtiler: Sosyalizm gelecek (bir araba, bir televizyon, bir kadın, Ada'da Moda'da bugüne kadar oturmamışlar oturacak). Inanmadım hep beraber sınıf atlamaya ve homo economicus'a. "Aramızda kalmanı isterdik". İllegal biraderim, ben sizden de koymak zorundayım kendimi, hiçbir yer bulamamak pahasına! Ben urnutluluğu zayıflık saydım çünkü. Umutsuz ve inançsız nasıl yaşanabilir? Yazarak der, dilimi terbiyeye koyulabilirdim. Ama onlar var, ölümü ertelemektense hemen yaratanlar...
Bir yengi mi ölüm?... İntiharda ölen ile öldüren örtüşmediği için mi hayır diyorum... Öldüren, yani yenen... Yani itirazımın haklılığı... Ama bağlasam kendimi dinamit lokumlanna, biliyorum, dirim kıpır-dayacak son anda... Dirim bırakmayacak beni. Dirimi tüketmek: j'aclore la decadence: insanın yaşamadığını ve yaşamayabileceğini ispat etmek.
Ben münevver! Sokaktakilerin gülüp geçtiği zamane peygamberi! Benim huzursuzluğumda, doyumsuzluğumda, ışıksızlığımda sahneye konmaktadır kültürün trajedisi! Karanlığın karanlığında beleren göz, al beni!.. Ey kutsal yenilgi! Teslim olmaktansa öldüğüm yerden geçiyor mu gelecek? ? ?
Ey insan! Oğlunu babandan kıırtar."
.......................
TRT'nin 1970 Roman Ödülü'nü kazanan Tutunamayanlar, yazarının ilk eseri olmasına rağmen, bir ilk eserde rastalayabileceğimiz acemiliklerden arınmış, olgun ve çarpıcı bir roman olarak karşımıza çıkıyor. Geniş bir kültürün ve zengin bir duyarlığın ürünü olan bu romanın edebiyatımızda büyük yankılar yaratacağına inanıyoruz. - Arka kapak