Tarih boyunca tüm toplumlar kendi ihtiyaçları temelinde örgütlenmiş, yaşamsal sorunlarına ilişkin tartışma ve karar alma platformları oluşturmuşlardır. İçinde bulunulan süreçte Türkiye, deyim yerindeyse önemli bir yol ayrımındadır. Bir taraftan neoliberalizmin ve küreselleşme sürecinin yıkıcılığı mevcutken ve AB sürecinin öngördüğü yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılarak, demokrasinin tabana yayılması neticesinde özgürlük alanının genişlemesinin tesis edilmesi gerektiği belirtilirken, diğer taraftan yerel yönetimlerin özerkliğinin ya da yetkilerinin artırılmasının merkezi otoriteyi zayıflatıp, ülkenin üniter yapısını tehlikeye atacağı kaygısı mevcuttur.
Bu kaygıda "üniter devlet" ile "ulus devlet" kavramlarının birbirine karıştırılmasının yarattığı karışıklık oldukça etkilidir. Bugün gelinen noktada yerel yönetimlerin demokrasinin tabana yayılmasında ve toplumsal gelişmenin eşgüdümsel olarak gerçekleşebilmesi hususunda taşıdıkları önem açıktır. Bu sebeple, günümüz koşullarında artık çoğu noktada tıkanıklığa neden olan ve halkın karar alma süreçlerine katılımını çok büyük oranda sınırlayan katı merkeziyetçi yapılardan uzaklaşarak yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması ve sınırlayıcı bir anlayış yerine, hakiki anlamda eşitlikçi halk katılımına dayanan üretken bir anlayışın hâkim kılınması, küreselleşmenin ve neoliberalizmin yıkıcı etkilerine karşı bir alternatif oluşturabilecektir.
Tüm bunların yapılabilmesi içinse başta yönetim kavramı olmak üzere, yönetim biliminin ve Türkiye'deki mevcut yönetsel kurumların işlevlerinin daha iyi anlaşılması gerekmektedir.
Tarih boyunca tüm toplumlar kendi ihtiyaçları temelinde örgütlenmiş, yaşamsal sorunlarına ilişkin tartışma ve karar alma platformları oluşturmuşlardır. İçinde bulunulan süreçte Türkiye, deyim yerindeyse önemli bir yol ayrımındadır. Bir taraftan neoliberalizmin ve küreselleşme sürecinin yıkıcılığı mevcutken ve AB sürecinin öngördüğü yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılarak, demokrasinin tabana yayılması neticesinde özgürlük alanının genişlemesinin tesis edilmesi gerektiği belirtilirken, diğer taraftan yerel yönetimlerin özerkliğinin ya da yetkilerinin artırılmasının merkezi otoriteyi zayıflatıp, ülkenin üniter yapısını tehlikeye atacağı kaygısı mevcuttur.
Bu kaygıda "üniter devlet" ile "ulus devlet" kavramlarının birbirine karıştırılmasının yarattığı karışıklık oldukça etkilidir. Bugün gelinen noktada yerel yönetimlerin demokrasinin tabana yayılmasında ve toplumsal gelişmenin eşgüdümsel olarak gerçekleşebilmesi hususunda taşıdıkları önem açıktır. Bu sebeple, günümüz koşullarında artık çoğu noktada tıkanıklığa neden olan ve halkın karar alma süreçlerine katılımını çok büyük oranda sınırlayan katı merkeziyetçi yapılardan uzaklaşarak yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması ve sınırlayıcı bir anlayış yerine, hakiki anlamda eşitlikçi halk katılımına dayanan üretken bir anlayışın hâkim kılınması, küreselleşmenin ve neoliberalizmin yıkıcı etkilerine karşı bir alternatif oluşturabilecektir.
Tüm bunların yapılabilmesi içinse başta yönetim kavramı olmak üzere, yönetim biliminin ve Türkiye'deki mevcut yönetsel kurumların işlevlerinin daha iyi anlaşılması gerekmektedir.